kagit ustunde cizgiler

entry2 galeri0
    1.
  1. ARABAYA Rue de Versailles'dan bindik. Sully Morlan'a doğru geliyoruz. Saat gecenin üçü... Sarı ışıklar yanıp sönüyor. Otomobillerin kırmızı arka lambaları tarçınlı akide şekeri gibi benek benek caddelerde...
    Şoför Türkçe:
    - Ah, istanbul, dedi. ilk gençliğim istanbul'da geçti.
    Rus ihtilalinde önce Türkiye'ye, oradan da Fransa'ya göç eden bir beyaz Rus'muş.
    - Eminönü Meydanı'nda bir helvacı vardı. Cebimde fazla para olmadığı günler yüz dirhem helva alırdım. Koca bir bıçak, kalkar iner ve küçük bir kalıp keserdi helvadan. Tartınca tam yüz dirhem gelirdi. Nasıl da tam yüz dirhem gelirdi, hep merakla bakardım... Bir seferinde bile ne eksik geldi, ne fazla; daima yüz dirhem keserdi bıçak...
    ***
    içini çeke çeke derin bir özlemle konuşuyordu şoför:
    - Helva alacak kadar param olmayınca taneyle zeytin alırdım. Zeytin de alamayınca gider köprüden geçen kadınlara bakardım... Yaşlılar çarşaflıydı. Gençlerin bazıları çarşaf giymezlerdi. Ne güzeldi o kızlar, ne güzel. Onlara bakarken unuturdum açlığımı. Hâlâ geçiyor mu o kızlar köprüden, hâlâ o kadar güzeller mi?
    ***
    Arabayı durdurmuştu. Konuşuyordu. Konuştukça coşuyordu. Paris'in bir kaldırımı dibinde bir arabanın içinde, ilk gençliğini istanbul'a bırakmış bir beyaz Rus'un yüreğinden taşan şiiri dinliyorduk:
    - Sonra bahçıvan olmuştum bir zengin eve... Evin bir küçük hanımı vardı. Onu gezdirirdim. Şimdi kim bilir nerededir? ihtiyar olmuş olmalı...
    Erenköy'ü anlatıyordu. Boğaz'ı anlatıyordu:
    - Bir gün Akşam gazetesinin sahibi bindi arabama Paris'te... Bakın kartı hâlâ burada...
    Bir kart uzattı... Donuk ışıkta baktık, sararmış bir kart. Üzerinde Necmeddin Sadak yazıyor...
    ***
    Necmeddin Sadak'la hastalığının ağırlaşmasından biraz önce Ankara'da konuşmuştuk... Küçüklüklere, hırslanmadan, altını çizmeden, küfür etmeden bakan bir büyüklük içindeydi.
    Şimdi kaybolmuş bir Paris gecesinde, bir şoför, sararmış kartını gösteriyordu bana...
    - Tanırdım, uzun zaman yanında çalıştım, dedim.
    - Büyük bir adam mıydı?
    - Büyük adamdı ya, bir zamanlar Dışişleri bakanlığı da etmişti.
    - Bakanlık etmişti ha?
    - Etmişti.
    - Şimdi ne yapıyor?
    - Öldü...
    ***
    Şoförün elindeki kart, acı haber taşıyan yakın bir akraba mektubu gibi sallandı...
    Jules Romains'in bir sözü geçti aklımdan:
    - Bir insan ölünce ölmez. Ondan başkaları daha uzun zaman bahsederler. Ve bir gün bir yerde adı son defa geçer... Ölümünden belki elli yıl sonra, belki yüz yıl sonra... Son defa, bir daha hiç hiç anılmamak üzere... işte o zaman gerçekten ölür o insan...
    Ölümleriyle gerçek ölümleri arasındaki zamanın pek kısa olduğu insanlar, ölümleriyle gerçek ölümleri arasındaki zamanın oldukça uzun olduğu insanlar ve hiç ölmeyen insanlar...
    ***
    Saat gecenin üçüydü... Paris'e yağmur yağıyordu... Yaşlı şoför:
    - Eminönü'ndeki helvacı bir seferde nasıl da keserdi yüz dirhem helvayı, diyordu.
    Tek tük ölümlü insanlar geçiyordu. Necmeddin Sadak'ın kartı duruyordu.
    Şoföre içimden, ölümsüz olmanın sırrını sordum. O duymadı tabii. Dışından:
    - Ah köprüden geçen o güzel kızlar, şimdi neredeler acaba? dedi.

    çetin altan
    0 ...
  2. 2.
  3. nerede biteceği belli olmayan noktalar bütünüdür.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük