hala da sürmekte olan mücadeledir. her ne kadar, kadın hakları konusunda aşama kaydedilmiş görülse de, hep eksiktir bu uygulamalar. yani şekil değiştirmiş baskı, hala mevcuttur kadınlar üzerinde.
Emma Goldmana göre kadının özgürlüğü ruhunda başlar. Düşüncelerinde özgür bir dünya yaratamayan kadın hiçbir zaman özgür olamaz. Dışarıdan dayatılan özgürleştirmeler yalnızca yapay kadınlar yaratır. işte bu yüzden ekonomik bağımsızlığı olsa bile kadın kendine uygun, varlıklı iyi bir adayı her zaman bekler. Toplumun kadınlara empoze ettikleri kadınlarda alışkanlıklara dönüşür ve bunlar kadınların tam anlamıyla özgür olmasının önündeki engellerdir. Öncelikle bu engeli aşmaları gerekmektedir. Oy hakkı, eşit sosyal haklar elzem taleplerdir; fakat özgürlük için yeterli sayılmazlar. Goldmana göre, kadınlar için sevme ve sevilme hakkı oy hakkından daha önemlidir. Bunun yanı sıra cinslerin ikiliği ya da kadınla erkeğin ayrı dünyaları temsil ettiği düşüncesi de kadının özgürleşme sürecini tehlikeye düşürür. Goldman, özgür kadın deyince akla gelen üniversiteli, meslek sahibi kadın imajının aksine eski usul diye nitelendirilen kadınların çoğu kez daha özgür olduklarını söyler. Çünkü onun özgür kadın profilinde yapaylığa ve kör saygınlıklara yer yoktur. Oysaki modern görünen çoğu kadın göründüğünün aksine toplumun baskıcı kurallarına göre yaşar. Kendi doğrularını yaşamak yerine toplumda egemen olan doğruları benimserler. Buradan belki de şöyle bir sonuca varılabilir: Emma Goldmanın özgür kadınları; toplumun onlara yaşatacağı hayatlar yerine kendi hayatlarını, kendi doğrularıyla yaşayan, kendilerine karşı dürüst, eskinin zincirlerini kırmış, maskesiz, özgürlüğü ruhunda hisseden ve eyleme döken kadınlardır. Çünkü dans edemeyeceklerse bu kadınların devrimi değildir!
insanlığın, varoluşuna ve tüm yaşam kültürüne saldıran, sıçradığı her alanı piyasalaştıran kapitalizm, insanlık tarihi boyunca var olan kadın sömürüsünü önceki egemen sistemlerden devralıp dönüştürerek toplumsal bir boyuta taşımıştır. Cinsiyetçi toplumlar yaratmış, devletin tüm aygıtlarını erkek egemenliğini yeniden üretmek üzere şekillendirmiştir. Erkek; evde reis, iş yerinde patron, yaşamsal alanda koşulsuz iktidar olmuştur. Kadın; kapitalist toplumda emek sömürüsüyle beraber aynı zamanda beden sömürüsüne maruz bırakılmış ve kapitalizmin vahşi pazarında birer reklam unsuru ve cinsel obje olarak metalaştırılmıştır. Kapitalizmin eleştirisini yapmayan, kapitalist üretim ve tüketim ilişkilerini gözden geçirmeyen, yaşamsal olarak kapitalizmin yarattığı kültürel burjuvaziyi yaşamlardan söküp atamayan bir kadın mücadelesinden bahsetmek eksik olacaktır. Bu büyük eksiklik kadınları erkek egemenliğine karşı verilen mücadelede bireysel farkındalıklar yaratmaktan öteye geçiremez. Kapitalist toplumda kadının yoksullaşması ve kapitalizm kıskacında sömürülerek yoksunlaşması hali kaçınılmazdır. Bu durumda anti kapitalist bir mücadeleye gereksinim ortaya çıkar. Kadın; kapitalizmle kurduğu sosyal ve ekonomik bağları ortadan kaldırarak, kolektif üretime dayalı tüketim zemininde ve kolektif yaşamsal ilişkilerde kendisini yeniden tanımlamalıdır. Bütünlüklü bir mücadele olarak Kapitalizm topyekün reddedilmelidir.
Kadınların erkek egemen bir sistemde farklı tahakküm biçimleriyle sömürüye maruz kalmalarının en temel nedeni iktidarın varlığıdır. Anarşizm; sadece siyasal ve ekonomik iktidarı değil, hepsinden önce ve hepsinden öte, insanın insan üzerinde kurduğu iktidarın ortadan kaldırılması gerekliliğinden bahsetmektedir. Muktedir olmak, diğer yandan muktedir olana biat etmek her iki durumda da güç ilişkisinin bir sonucudur. iktidarın mutlaklaşmasının ölçüsü, iktidar olanın da ona tabi olanın da bu güce tapınma ölçüsüdür. iktidarın dayattığı güç ilişkisi tek taraflı değildir, iktidarın kendisi ve ona tabi olanın biatı olmadan iktidar süreklilik kazanamaz. Biat eden bu gücün kölesi haline gelir. iktidar ise gücü elinde bulundurmaya bağladığı oranda, gücünü yitirme kaygısı ile kendi gücünün kölesi olur. Günümüz erkek egemen sisteminde erkek ve kadın ilişkisini bu bağlamda ele alırsak kadının özgürleşmesi öncelikli olarak iktidarı elinde bulunduran erkeğe biat etmeyi reddetmekten geçmelidir. Böylece kadının özgürleşmesi iktidarın reddedilmesi ve iktidarın uyguladığı tüm tahakküm biçimlerinin ortadan kaldırılmasıyla mümkündür. Dolayısıyla erkek düşmanlar, erkekleşen kadın görünümlü düşmanlar, erkekleşmek için iktidarlaşmak zorunda kalmanın kaçınılmaz görüngüleridir.