O zamanlar bir ayrıcalikli sanardik kendimizi istanbulun en guzide liselerinden birini kazaninca. Lakin kolejliler sarinca universite yillarinda mekanlari havamiz kalmadı eskisi gibi.
cümlenin içeriğinin yansıtmadığı kadar geniş, çok derin kavramdır. ama bunu başlık altında yazanların doldurmuyor olması durumu o kadar canımı sıktı ki, işi gücü bırakıp şu sözlükte hakkını verecek gibi altını doldurasım geldi.
öncelikle belirtmeliyim, okulda 8 yıl okudum. iki yıl hazırlık okuyan nesildenim evet, okula girdikten sonra ne ortaokul ne de lisede; göreceli olarak üniversite giriş sınavlarında bile kaygı düzeyimiz pek düşüktü.
tabii kal (bkz: kadıköy anadolu lisesi) mezunu olmayı altı boş birtakım kavramlarla tamamlamaya çalışmayı pek doğru bulmuyorum. okul keyifliydi, geniş bir arazi üzerinde, tenefüslerimizde yürümekle bitiremeyecek kadar büyüktü. her köşesinde ayrı hatıramız olan kocaman bir yer ve orada dönen keyifli muhabbetlerle örülü geçen yıllar. dolayısıyla, kal mezunu olmak birisiyle güzel bir muhabbet yapmayı hayatta kendine dert etmektir. geyiklemektir, zaten okulun her ferdi bir şekilde hayatın rutininde kendine yer bulur. buna vakıf olmak aslında kal mezununu tanıyan için kolaydır, işin ilginci bu alışkanlıkla yaşanılan onca yıldan sonra kal mezunu olarak dış hayata uyum sağlamaya çalışırsınız ve bu farklı gelir, zor gelir. seviye düşmekten bahsediyorum, okul sonrasında çok kıymetli insanlarla çok güzel ve nitelikli ortamlarda bulundum, doğrudur. ama dışa adaptasyonu farklı yorumladığımız için kal mezunları farklı yerlere savrulup giderler işte.
o yüzden de bir araya gelişimiz sıkıntılıdır. işgüç sahibi olursun, çoluk çocuğa karışırsın hatta ama o kapıdan girerken para vermek istemezsin işte * o yüzden gider okulun karşısındaki sakız büfeden biraları alıp apartman kapılarına, kaldırıma tüner kalırsın. martı derler kal öğrencilerine, hakikaten martıyız galiba biz, ruhumuza işlemiş martılık. ilginçtir, yıllarımız kaçak içkiciden içki alıp sahilde plastik bardaklara döküp içmekle geçti. nedense hiçbir halt da o tadı vermiyor, moda teras yavan, moda'daki cafe nero yavan, moda iskelesi yavan. kıçıma kayalar batarken, kışın rüzgardan yüz felci geçirecek hal gelecekken, teneke içerisinde tutuşabilir birşeylerle ateş yakıp o ateşte sosis pişirirken daha iyiydi be. parasıyla diğerlerini alabiliyorsun da işte bunları geri getiremiyorsun.
anlattıklarımı cımbızlayıp, apartman köşelerinde içki içiyorlar falan diyecek birçoğunuz biliyorum. aslında şunu anlatmaya çalışıyorum, o eski muhabbetlerin tadını arar dururuz ama bulamadık. tuhaftır, bir araya gelince de olmuyor ama şunu iyi biliyorum ki kal mezunu olmak demek okulda yılda bir toplanmak demek değildir ya, keyifli işler peşinden koşmaktır. hayatı sorgulamaktır, kimsenin aklına gelmeyen sorular sormaktır. hayata tersinden bakmak, o tersten vatanı da kurtarmak, geyiğin de dibine vurmaktır işte. ondan zaten genellikle muhabbetimiz iyi olur, işlerin üstesinden geliriz.
son olarak aklıma gelenleri söyleyerek toparlayayım. bakelorya sistemiyle kurulan bir okuldan mezun olduğumuz için bizi kültürel olarak potansiyel yoz ilan edenler var. severim kendisini ama, banu avar örnek olarak gösterilebilir. evet ingilizceyi görürken ingiliz, amerikan kültürüne ait de parçaları alıyorsunuz. bu kimi bünyede bir hayranlık, bir yönelimle sonuçlanabilir, itirazım yok. ama işin şu boyutu da var, o kültürleri görünce kendi kültürüne olan hayranlığın da artıyor çünkü bizim daha derin ve güzel adetlerimiz var. yabancı bir dile iyi hakim olunca, kendi dilinin yanlış kullanımına şiddetli muhalif haline gelebiliyorsun. niye bu boyutuyla düşünmüyorlar anlamıyorum ve bu tarz yakıştırmaları üzerime almıyor, diğer mezun kardeşlerim adına da kabul etmiyorum.
kal mezunu olmak ayrı bir özellik, bir etiket değildir bence, insan olmak gibi, nefes almak gibi doğal bir özelliktir. o yüzden ben çıkıp kal mezunuyum demem, zaten onun bana kattıklarını hayatıma yansıtırım, karşı taraf anlar-anlamaz falan. başlığı açan arkadaş (#25816943) da kolej molej yazmış. bizim zamanımızda da vardı robert, koç, istanbul erkek, hatta düşman komşu saint-joseph. arkadaşım biz öyle öğrencilerdik ki, matematik hocamızdan çok matematik bilir, dersi biz işlerdik. bunu özümseyecek kadar okulun havasını teneffüs edemiyor olabilirsiniz, malum artık en delikanlınız 5 yıl okuyor orada. ama o kadar basit değil işte, açtığın başlıkta sonra endüstri mesleklere, bursa erkek liselerine malzeme olursun; yine gelir bir tane martı ortamı toplar, sonra tüyer.
bir de, ben oradan mezun hiç olmadım galiba, öyle hissediyorum. ilkokul bitti hadi sınavı kazanalım kapağı anadolu lisesine atalım stresi, üniversite bitimi hadi iş hayatına, lise sonu da öyle bir his var gibiydi ama, yok be, okul kapısında hüngür hüngür ağladık be. kep attık falan ya, zorunluluktan, şansımız olsa kalırdık kıpırdamazdık yerimizden. hayatımın en güzel, en mutlu yıllarını geçirdim o çatıda. en çok da şuna seviniyorum, millet oturup test çözerken biz oyun oynar, gitar çalar, şarkı söylerdik. ders anlatılırken biz anlatan hocanın bıyığına, kafasına, ses tonuna, karşı komşunun karısıyla münasebetine takılır giderdik. arkadaş arası makaraları saymıyorum bile. tekrar o günleri yaşama şansım olsaydı, gram farklısını yapmazdım yemin ediyorum. hayatımın o derece pişmanlık taşımadığım bir dönemidir. bir de bülent ortaçgil, seden gürel, ceyda düvenci, acun ılıcalı ya sormak lazım. tam listeyi de vereyim:
edit: başlığa çok atıf yapıyorum, onu düzelttim. bir de mezun ünlüleri ekleyeyim dedim. bir de (#25817968) e yanıt vereyim, ıkınıp incir çekirdeğini dolduramamaktansa altımı doldurmayı tercih ederim.