Parada pulda bir miktar gözümüz var, yalan değil. itiraf etmek lazım, hepimiz biraz iyi yaşamak isteriz. Son 10 yılda çoğalan, klasik 'jipe binen türbanlı' stereotipinden rahatsız olmuyorum. Özgürlük, herkes için olmalı. Neticede Kemalist devrimlere biat edenlerin torunları bu özgürlüğe, lükse ve paraya 80 yıl boyunca iyi konuşlandılar.
Fakat bir eleştirim var; son 10 yılda zenginleşen muhafazakârların bu zenginliği kaldıramadıklarını görüyorum. Beceremiyorlar. Eğreti duruyor. Çünkü zenginliği vehbi (doğuştan) değil, kesbi (sonradan kazanılmış) yaşıyorlar. Evet, hiç kimse anasının karnından zengin doğmak mecburiyetinde değil, elbette saksıyı çalıştıran parayı kazansın, parsayı toplasın, güzel de, alışmadık kıçta don durmuyor.
O yeni aldıkları arabalara henüz uyum sağlayamamışlar, oldukça şaşkınlar. Doğan SLX'lerden sonra gelen Audi'lerin içinde ayrıkotu gibi duruyorlar. Sebep başörtülü ya da muhafazakâr olmaları değil, beceriksiz olmaları. Mütevaziymiş gibi davranıp büyüklük taslamaları.
Başbakan kendisini iktidara getirenlerin bizim gibi Demokrat Parti kökenli serbest ticaretle uğraşan liberaller olduğunu yine unuttu. Zor olan yine bizim payımıza düştü. Zenginliğin kapılarını açtığı kendi adamlarının verdiği oy oranı toplasa yüzde 20'yi anca bulur. Büyük pastanın bizde olduğunu hatırlayabilecek mi acaba? Yoksa gözü artık yalnızca Refah'tan gelen tabana ihsan dağıtmaktan başka bir şeyi görmüyor mu?
Laiklerin mağduriyeti, muhafazakârların yükselişi derken olan yine bizim gibi aslan liberallere oldu. Kendimizi doğru düzgün bir yere konumlandıramadık, ah bu şarkıların gözü kör olsun. Öyle değil mi beş yıl öncesine kadar babanın ev kirasını ödeyemediği ama şimdi Audi'ye binen başörtülü muhafazakâr kardeşim?
Malumunuzdur, günler önce kendisine jakoben süsü veren bir tuhaf adam, güya tebdil-i kıyafet ederek halkın arasına karışmış, Yenikapıdaki AKP Mitingini fantastik gözlerle müşahede etmişti. (Ay ne gerici adam müşahede falan diyor, Osmanlıca kelimeler kullanıyor.)
Bu çapulasa Twitter üzerinden bir teklifte bulunmuştum. Gel demiştim, kozlarımızı canlı yayında paylaşalım. Çapulcan, benim hangi yetkiyle kendisini canlı yayına davet ettiğimi sordu, çapulgülün bendeleri de Sen hangi sıfatla bu adamı yayına çağırıyorsun? diye bana çıkıştılar. Takip edenler varsa mutlaka hatırlayacaktırlar. Ben de cevaben manavlık yaptığımı söylemiş, ekmeğimi salatalık, hıyar, bilimum taze acur ve kallavi boyutlu, endamı geniş patlıcanları pazarlayarak çıkardığımı söylemiştim.
Çapul, Cüneyt Özdemirden teklif aldığı için kıdemi düşük medya mensuplarının ısrarlı tekliflerini reddetti ve gece kulübünü arka kapıdan terk etti. Neden? Çünkü karşımda kepaze olacağını biliyordu. Günlük Türkçe kelime kullanma limiti takribi olarak bir Mercedes CLA 200ün hız ibresine tekabül ettiği için (360 mıydı, neydi? Ay biz bilmeyiz öyle şeyleri kardeş, varsa yoksa metrobüs. ) karşıma çıkmaya, nasıl derler, maçası yemedi.
Bunu da öyle artistlik olsun diye söylemiyorum, yanlış anlaşılsın istemem. Tepkim biraz da Cüneyt Özdemireydi aslında. Sen al kendin gibi düşünen adamı, koy karşına, birlikte goygoy yapın. Körler sağırlar, birbirine def çalsın dursun. Karşıt fikir olmadan ne anlamı kalır tartışmanın?
Zira AKP mitinginde, kısa boylu, bodur (en son Japonyada görmüş böyle insanları, halbuki Yüzüklerin Efendisi filminde de mebzul miktarda bulunurdu cücelerden. izlemiştir muhakkak) bulgularla beslenmek zorunda kalan kapıcı Muharremleri evlere temizliğe gelen Haticeleri görmüş, apışıp kalmıştı.
Dünyanın bütün sodalarını içse yine de hazımsızlığını gideremeyecek olan bu çapul biraderimiz, hızını alamayarak, kendisine dava açmamdan da korkarak (korkma açmam, senin parana ihtiyacım yok) isim vermeden bana en pespaye hakaretleri etmiş. Varsın, etsin. Ben bunu yapmayacağım.
Kaybedenlerin psikolojisi küfre, hakarete, aşağılamaya meyyaldir. Bunun ızdırabını yaşadığı besbelli. Ben acıdım, Allah çevresindekilere sabır versin. Bu denli tahammülfersa üslupla saldırganlaşan tiplerin çevrelerine karşı nasıl davrandığını da herhalde izaha gerek yok.
Yazısında, çapulcudan yandaş gazeteciye ifadesi münhasıran geçiyor. Güya kendisini bir Jan Dark, bir Dreyfus, bir Don Kilot (Kişot muydu? Yahu biz kitap da okumadığımız için bilmiyoruz tabii böyle şeyleri) zannettiğinden kendisine bir vazife biçmiş.
Cevap vermiş yiğido.
Cevap yazısında sarfettiği cümleler, liseli aşkından apansız ayrılan bir ergenin hezeyanlarıyla dolu olduğu için pek kaale alınacak bir tarafı da yok. Bakmayın işte, maksat cevap vermek olsun, havanda su dövecek.
Ne diyordu Theodor W. Adorno? Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak. Hemen şimdi gözleri parlamıştır. O sözü Adorno söylemedi ki lan, diye gözyaşları klavyeye düşmeye başlamıştır. Malum, AKP mitingine giden insanları gözlemleyip bol bol ağlamış. Adorno değil elbette, hemen heveslenme açık buldum diye, Andy Warhol söyledi o sözü.
Evet çapul. Sen de 15 dakikalığına bir meşhursun artık. Bol bol Cüneytin programına çıktığın görüntüleri şahsi sosyal paylaşım alanında, Twitterda, orada burada paylaşır, taşradan büyükşehire yeni gelmiş üniversite birinci sınıfta okuyan birkaç kadından da övgü dolu mesajlar alır, bu bahaneyle tanışır, Asmalıda da bir iki kadeh atarsını belki kim bilir?
Bizim gibi sanattan, aşktan, edebiyattan ve hiçbir nefasetten anlamayan bulgurla beslenen hükümet yalakaları da herhalde anca çay içeriz. Çünkü tiyatroya gitmeyi de en iyi siz bilirsiniz.
Devlet tiyatroları kapatıyor da diyeceklerdir şimdi. Kapatmıyor, aslında geliştiriyor diyeceğim, buna da inanmayacaklar. Şartlanmış beyinleri ikna edemezsiniz. Ne diyordu Zinedine Zidane? Atomu parçalamak, önyargıları parçalamaktan daha zordur. Einstein canım Einstein, hemen kudurma.
Bu millet ne olup bittiğini çok iyi biliyor demişsin. Aynen öyledir. Çok da iyi bildiği için inadına her seçimde sizi sandığın karanlık dehlizlerine gönderir. Siz de Aziz Nesinden Aman da bu milletin yüzde 60′ı zaten aptaldır iktibasları yaparak züğürt tesellisinin dibine vurursunuz.
Millet ne olduğunu iyi biliyor, bir tek siz bilmiyorsunuz. Anlayamayan da sizsiniz. Anlayamadığınız için her seçimde kaybediyor, acınacak hale düşüyorsunuz. Dilimizde tüy bitti söylemekten, lafla peynir gemisi yürümez, öyle Gezi mezi, ayaklanma, bunlar 70 lerde kaldı. Woodstock 69 konserleri artık yapılmıyor. Jefferson Airplane gibi bir grup yok artık. Syd Barrett öldü, Depeche Mode yokları oynuyor, Cohen desen yaşlandı. Hippi çağı geride kaldı çapulcu. Artık realizm çağı başladı. Romantik hayallerle olmuyor.
Direne direne kazanacağız diye attığınız o sloganlar en fazla egonuzu şişirmeye yarıyor. Ha, bir de yanınızdaki hatun size biraz daha hayran oluyor. El yumruk şeklinde havada; Foooşizmee koooorşoooo oğmuz oğğğğmuzaaaa
Excusez moi (dayanamadık, gene Fransızca konuştuk, mon dieu) bu memleket sizden daha âlâ faşist görmemiştir, emin olunuz çapulcular.
Temmuz 2013 de, Kadıköy Starbucksta kahve içerken, eyleme katılmadığımız için yuhalanmış, cam çerçeve indirilmiş, vatan haini ilân edilmiştik. Demek iktidara gelecek olsanız tiranlığın ağababasını sizden göreceğiz.
Satılmış kalemler gibi ucuz edebiyat parçalamarı yapman, artık muhalefet anlayışınızın leş gibi koktuğunu gösteriyor. Bu durumda hükümete muhalif gazetelerin yazarları da kalemlerini satmış olmuyor mu? Buna Latincede argumentum ad absurdum diyorlar. Öğren de gel maralım. Saçma misal, misal teşkil etmez. (Ohooo, daha misal kelimesinin anlamına bakacak, teşkil nedir onu öğrenecek. Bir de peşkir var. iç Anadolu yöresinde havlu olarak tesmiye edilir. Hadi tesmiye kelimesinin anlamına da bakıver çapul, eline mi yapışacak? ingilizceyi canhıraş öğrendiğin gibi hakiki Türkçe kelimeleri öğrenmeye neden hevesli değilsin?)
Kendisini asrın kahramanı zanneden bu adam, kalkıp toprağım, halkım gibi, bugün en şedid sosyalistlerin bile kullanmaktan imtina edeceği klasik gevelemeleri tekrarlamış. Yeni yeni öğreniyor abisi. Alışacak daha.
Sahi, en son ekranlarda toprağım, benim insanım, benim halkım diye diskur çeken bir Nihat Genç vardı, ne oldu ona? Ona mı özendin çapulcanım? Özenme. Nihatın kariyeri pek parlak seyretmiyor şu sıralar. Düşenlere oynama, kaybedenlerden olursun.
AKP Mitingine gidenleri sapına kadar hor gördüğü yazısında ayrımcılık, faşizm, elitizm yokmuş, öyle söylüyor.
Sonra utanmadan diyor ki Ben o yazıyı yazarken ağlıyordum.
Hayır, ağlamıyordun.
Bak ben sana o yazıyı yazarken ve yazıp yayınladıktan sonra neler hissettiğini söyleyeyim. Kendini iyi tanı. Antidepresan kullanmaya başlayacaksın yoksa.
Sen o yazıyı yazdıktan sonra müthiş bir tespit yaptığını düşündün. Kitleler bunu okuyacak, yaptığın gözlemleri haklı bulacak ve sen de bir halk kahramanı olacaktın. Ama tutmadı. Tutmaz. Beceriksizsin çünkü. O yazıyı yazarken ağlamadığın gibi tavus kuşu gibi şişindin, gelecek tepkileri bekledin. Baktın ki tepkiler sert geliyor. Senin yandaşın Geziciler bile sana hırlamaya başladı, hemen tırıs tırıs topukladın, geri adım attın.
Yılmaz Morgül de ağlıyor ona bakarsan. Ağlayacaksan onun gibi ağla. Adam hiç olmazsa samimi.
Ben de zaten kendisini destekliyorum. Morgülü canım. Seçimlerde değil, musikide. Çünkü musikide herkes iki yüzlü. Lakin sen de iki yüzlüsün çapulas.
Çünkü şov yapıyorsun. işi ajitasyona vurarak parsayı toplayacağını düşünüyorsun ama yemezler. Diyorsun ya millet ne olup bittiğini çok iyi biliyor diye. Evet, biliyorlar ve size geçit vermeyecekler. 80 senedir ülkenin başına çöreklendiniz, usanmadınız, AKP seçmenini oyunu erzağa, makarnaya satacak kadar alçak zannettiniz. Hayır, onlar oylarını makarnaya değil, dik duruşa sattılar. Çünkü Erdoğan 80 senedir sizin karşınızda dik durabilen tek adam. Buna da fena içerliyorsunuz. Acınızı anlıyorum. Siz eğildikçe halk yükseliyor.
Siz küçüldükçe, halk büyüyor.
Ayrımcılıktan bahsetmişsin ama, ayrımcılığın kralını ODTÜde bildiri dağıtmaya çalışan başörtülü kızlar kovulurken gördük, Gezi Parkı tantana günlerinde, Ak Partiye oy veren insanlara yapılan aşağılık psikolojik baskıyı bizzat yaşadık.
Yutturamazsın, boşa uğraşma.
Sen, kendi akranlarını kandır. Siyasete de hiç bulaşma. Şekspir olsam Sana şemsiye yap derdim ama o bile bir maharet ister. Sense, sadece kin kusuyorsun.
Sevan Nişanyanla röportaj yaptığımda bana harikulade bir tespitte bulunmuştu;
Bu ülkede korkmayacaksın. Güvercin tedirginliğiyle yaşamaya gelmez. Köpek gördün mü, üstüne değnekle yürüyeceksin.
Looserlığını (looser ingilizcede gevşek demektir. Bazı arkadaşlar yanlış yazdığımı söylemişler. Loser ayrıdır, looser ayrıdır. Öğrenin bunları. ) ispata devam etmişsin;
Neymiş, beyefendinin yazısı iki günde benim televizyonumu seyreden toplam adam sayısından çok okunmuş. Eee, ne değişti, eline ne geçti? Mühim olan hani nitelikti? Milyonlarca sinek var, gaita yiyor. Bu sinekleri muteber mi kılıyor k.o.ç?
Bu işler bittiğinde (herhalde devrimden sonrayı kast ediyor) bana bir el uzanmayacakmış. Kendime sağlam bir yer edinmeliymişim.
Ben sırtımı Allaha yasladım, umurumda bile değil hangi sağlam mevkiilerde olacağım. Aylık iaşemi karşılayayım, bu bana yeter. Ama sana yeter mi? Japonyaya nasıl gideceksin yoksa?
Yazının devamında Leonard Cohenin tabiriyle kötü şairlere nal toplatacak betimlemeler yapmış çapulas. Saklı zevkle izlemeler, yüksek duvarı bir hamlede yıkmalar, dişlerin arasından tıslamalar .Kadın olsam vallahi etkilenir, bir akşam yemeği için sana davet mesajı yollardım.
Sonuç? Elle tutulur tek bir argüman sunabildin mi? Yok? Atıp tutmaktan başka bir halt bildiğin yok çünkü. işte kaybetme sebebiniz de tam olarak budur. Yalnızca laf, yalnızca söylem, yalnızca goygoy, yalnızca dedikodu.
iş? iş yok. işe gelince kaytarır, kaçar, anca kofti bloglarınızdan sağa sola balgam atarsınız. işe, icraata gelin desek, hemen topuklarsınız. Tabiatınızda var topuklamak. Yapmak için değil, yıkmak için varsınız.
Çok uzattım. Sana bu kadar cevap vermek bile benim için bir zulümdü. Bir daha hakkında tek kelime ne konuşacağım, ne de yazacağım.
Fakat ağlamış olmana kalbim cız etti. Mitingte akıttığın gözyaşlarını seçim akşamı için de sakla.
Ağlaman bir işe yaramaz, beyhude yere pandispanya çocuğu ayağına yatma. Timsahlar da gözyaşı dökerler. Dökerler ama, o gözyaşlarının palavradan ibaret olduğunu sağır sultan bile bilir.
Gözyaşının sahtesi olduğunu biliyorduk da, selfiesi olduğuna da ilk kez şahit oluyoruz.
Bir ve beraber olmamızı istiyorsanız çapulcular, önce siyaset nedir bileceksiniz, politikanın bilardo oynamak olmadığını anlayacaksınız, slogan atmayı bıakıp aktif siyasete katılacaksınız.
Yoksa daha çooooook ağlarsınız.
Gerçi ağlamak iyidir. Rahatlatır insanı. Kaybedişi bir nebze olsa hafifletir.
Şansa bak ki bugün de 30 Mart. Mendiller hazır mı?