gelme diyorsun
bu gel demektir.
birazdan güneş doğacak
doludizgin atlılar geçecek yüreğimden
seni düşüneceğim
gümüş mahmuzların parlaklığında
yağmur nal izlerini örtmeden
sana geleceğim
bekle beni
hindistan'da banaras şehrinde seni aradım
ganj'ın sularında lanetlenmiş insanlar yıkanıyordu
ganj'ın suları pisti bulanıktı
içtim
bir kadın tanıdım haydarabat'da
cüzamlıydı güzeldi üstelik
sana benziyordu
etli dudakları vardı
brahman mabetlerinde seviştik üç gün üç gece
taşların üstünde yattık
bir hayvan tarafımız vardı alımlı
bir tanrı tarafımız vardı iğrenç
bir insan tarafımız olacaktı
aradık üç gün üç gece
bulamadık
bir tanrı tarafımız vardı korkunç
sevemedik
sonra nijerya'da mozambik'te altınsahilleri'nde
kulaklarımda ulu ormanların uğultusu
vahşetin musikisini dinledim yeşil yeşil
zifir gibi bir yalnızlıktı içimde yokluğun
iri bir memeydin kalçaydın avuçlarımda
belki bir tutam tuzdun kirli
seni düşündükçe susuyordum
nehirler göller kandırmıyordu beni
o kadınlara gidiyordum
o bakır tenli kadınlara
o kadınlarla da yattım
adam boyu yaprakların üzerinde
boyanıp boyanıp yeryüzüne çıkıyorduk derinlerden
yorgundum
kuşkuluydum
iliklerime kadar bendim
bir yeşildim
bir beyazdım
karanlıktım
insan eti yiyenler anladı beni
kanarya adalarında
bir kamış kulübede iki ayna buldum
birinde ellerim vardı kemik kemik
parmaklarım beni çağırıyordu sana
birinde gözlerim vardı
ağlıyordum
çiğnenmiş otlara döndüm
ağlamaklı denizlere
köpek balıklarının azı dişleri avutmaz beni
bir gemiydim
battım
santa-isabelle adasının önünde
şimdi 3200 metre derindeyim
sana ahtapot gözleri topluyorum
sana mürekkep balıklarının gözyaşlarını getireceğim
bırak beni
yosunlarla bir çeşmeden su içiyorum
o derinliklerde bir mağarada buldum kendimi
önce garipsedim çıplaklığımı
utandım
sonraları alıştım güzelliğime
bir elim sendin
bir elim ben
ayaklarımı göremezdin
öyle uzaktaydı
sağ kolumu mekke'de kestiler şafak vakti
utanmaz yalnızlığımla kaldım çaresiz
bitmez
haçlı seferleri boyunca anlatsam maceramı
yakına gel
dört yanımız iri ıstakozlarla dolu
yalnız değiliz
tuk ki bu tuzlu balıklarda benim yüreklerim çarpıyor
tut ki gözümün yarısı elmada yarısı kapanık
tut ki ben beyaz peynirim ben zeytinim
al
ekmeğine katık et beni
dufy'nin bir sokağı vardı bilir misin
ilkin seni o mor sokakta gördüm
temmuzun on dördüydü
bütün itliği üzerindeydi güneşin
bir yeşil elbisen vardı
bir siyah ayakkabın vardı
bir gözlerin vardı
bir dudakların vardı
ama ben yoktum o sokakta
tahiti adalarında
gaugin'le seni düşünüyordum
absent kadehlerinde ellerini içiyordum yudum yudum
dufy'nin sokağı aklıma nereden geldi
bir çift zar aldım
attım gökyüzüne
adis-ababa şehrine düştü
adis-ababa şehrinde kadınlar
hepyek bakıyordu yüzüme
yüzümde cinayetler işleniyordu her gece
kadmiyum kırmızısından kanlar akıyordu nehir nehir
sen baksan görürdün
her gözüme bir düşeş oturmuştu
sen görsen anlardın
titanyum beyazı yalnızlığımı
budapeşte köprüsünün üzerinde
bir çingene falıma baktı
dedi üç günde öleceksin
ben üç bin yıldır seni arıyorum
kapılara sığmıyor umutsuzluğum
lağım kokuları gibi çirkef gibi kederliyim
içimden dünyayı ipe çekmek geliyor
cümle yıldızlar şahidim olsun
yapmazsam adam değilim
hamamatsu'da bir geyşa kızı yüzüme tükürdü
pyong-yang'da kurşuna dizdiler beni
tiz bir boru sesi üç defa ti çekti
trampetler başımda zonkluyordu
kederliydim
çaresizdim
canım tchaikovski'yi dinlemek istiyordu
ah o keman konçertoları öldürdü beni
dinsizdim istanbul'da minareler üstüme yıkıldı
yoksuldum kudüs'te kiliseler kabul etmedi beni
gelme diyorsun
bu gel demektir
birazdan akşam olacak
rachmaninof'la bir meyhanede içmeliyim bu gece
sonra sana gelmeliyim
rachmaninof nereye giderse gitsin
şimdi bir derin mavide akşam oluyor
gök mavi deniz mavi
mor dağlar yeşil ağaçlar mavi
bozuk düzen mavi gecelerden sesleniyorum sana
ne opera aryaları
ne beşinci senfonisi beethoven'ın
bir yalnızlık marşıdır çalınıyor uzakta
gün ışığı arkamızda kaldı bak
tanyerinde unuttuk gözlerimizi
gel artık
hayata yeniden başlayalım
gel artık
bu mavilerde kimseler görmez bizi
solfej anahtarlarını kaldıralım
do'ların mi'lerin önünden
bırakalım bu dünyayı alabildiğine dönsün
ölmekse daha kolay ne var
yaşamaksa sensiz mümkün değil
iskender adam edemedi bu dünyayı
biz mi edeceğiz
eflatun çözemedi yaşamanın sırrını
biz mi çözeceğiz
bütün yataklar bir kişilik
git diyorsun
nereye gideyim
birazdan gece olacak
ağır kılıçlar parçalayacak yüreğimi
pis bir koku gibi çökecek üstüme yalnızlığım
seni düşüneceğim stepler ortasında yorgun kimsesiz
dolu dizgin atlılar geçmeyecek yüreğimden
bir gözümde gümüş mahmuzların pırıltısı hazin
bir gözümde bozulmuş nal izleri
durup durup ağlayacağım
sen bu ayrılıklar için mi yaratıldın söyle
bu zehir zemberek kederler için mi
bak bütün orkestralar sustu
bütün ışıkları söndü dünyanın
korkma
haydi uzat ellerini
geçmiş yılları yeniden yaşayalım bir bir
bak dinle
bir seslenen var uzaklardan
bak dinle
kader kapıyı çalıyor
gelme diyorsun
gelme diyorsun
bu gel demektir.
tanrının bıraktığı yerden biz başlayalım
üç milyar insanın yarısını sen öldür yarısını ben
üç kişi kalsak yetişir yeryüzünde
yaklaş bana
seninle kardeş değiliz
hüzünle karışık sevinçlerden kurtul artık
arzuların o belli belirsiz sıcaklığını sev
biliyorsun
önce tanrı insanı yarattı
sonra insan sevgiyi
ne yapsak boş
ne kadar çabalasak faydasız
geriye dönemeyiz
olanlar oldu iş işten geçti
çamurumuza sevgi katılmış bir kere
kim bu şarkıları söyleyen
karcığar faslından düm tek üzere
aklım bir yere erişti durdu
susun
şimdi üçgenlerle oynuyorum
kaldırın bu daireleri
bir model kız geldi soyundu karşımda
saçlarından üç fırça yaptım
üç tüp boyan vardı
verenoz yeşili zümrüt yeşili krom yeşili
hepsini kattım birbirine
senin yeşilini buldum
senin yeşilinde orkestralar debussy'den çalıyordu
senin yeşilinde unuttum siyahlığımı
bu deli eden uğultu nerden geliyor
kim kırdı bu aynaları
toplayın yüzümüzü görelim
çirkin değiliz artık
bir kapı açıldı önümüzde ölümsüzlüğe
güzeliz
sabahlar bizimle dolu
ışık diyordun al işte
kör kuyulara kadar ışıdı yeryüzü
renk diyordun işte bak
buram buram mavi
çarşılar dolusu kırmızı
süt beyazından geceler
sarı güneşler ortasında turuncu bir gün
yitirilmiş saadetlerin bahçesinde mor çiçekler
kardeş değiliz diyorum inanmıyorsun
yalan bunca faziletler yalan
bizi bu ciğeri beş para etmez insanlar mahvediyor
aldırma diyorum sana
dünya ikimiz için yaratıldı
üç milyar insan iş olsun diye geldi yeryüzüne
istesen hayat verirdim bu karanlıklara
istesen gökyüzünü bir mendil gibi yırtardım
denizlerden, göllerden, nehirlerden
sana görmediğin renkler yaratırdım
zamanın ötesinde
yeni bir dünya kurardım sana
insansız tanrısız kadersiz
severdin
dağ rüzgârlarının serinliğince
yaşardın
bu sefil dünyamızdan uzak
bir yanıp bir sönen ışıklar gibiyim
yumruk kadar yüreğimde sen varsın
kutsal kaderler içinde seninleyim artık
sarı badanalı evlerde baş başayız
bütün duvarlara gölgen kazınmış
kokun sinmiş bütün perdelere
kapılarda parmakların beyaz beyaz
sokaklarda ayaklarının izi
ben bu sokaklarda ölsem
kaldırımlar çekmez ağırlığımı
söylesem aşkımı asırlar boyunca
bu ikiyüzlü insanlar anlamaz beni
desem ki yeryüzüne beş peygamber geldi
beşincisi sensin
desem ki iki kişi kaldık dünyada
ikincisi sensin
desem ki birisi var yeri göğü var eden
o da sen olurdun
sana tapmak için
kilden bir heykel yapardım güzelliğince
bilsem ki sen tanrı'dan iyisin
bilsem ki tanrı senden güzel değil
senin o kocaman kocaman gözlerin yok mu
nasıl duruyor boşluğunda arzuların anlamıyorum
nasıl nasıl bakıyor bana
böyle merhametten uzak
git diyorsun nereye gideyim
ümitlerim ne olacak
bunca şiirleri kim söyleyecek sana
kim anlatacak dünyaya sığmayan güzelliğini
gitmek mümkün olsa da gitsem uzaklara
sevmesem seni bir daha
paramparça etsem yüreğimi cam gibi
sonra yaksam
savursam küllerimi karlı dağlardan, açık denizlerden
yine seni severdim toz toz
yine sana tapardım küllerimin ağırlığınca
bu oksijen gazı olmasa da olurdu
ama beethoven gelmeseydi dünyaya
seni bu kadar sevemezdim
ikimizin ortasında o duruyor
sağımızda birinci keman
solumuzda ikinci keman
karşımızda üçüncü keman
sonra orglar flütler kontrbaslar
sustur şu orkestrayı beethoven
şimdi dokuzuncu senfoninin sırası mı?
bunca yalnızlıklar bunca yoksulluklar benim işim değil
bu çirkinliği ben yaratmadım
ne de bu kahpe güzellikleri
bende sevmediğin ne varsa senden türedi
şu karanlık bakışlar
şu ellerimin pisliği
şu dudaklarımdan çıkan iğrenç sözler
besbelli senin marifetin
ne buldumsa sende buldum kötülükten yana
ne öğrendimse senden öğrendim
seni sevdikten sonra başladım yaşamaya
seni tanrı yarattıysa beni kim yarattı
bu azabı kim verdi bana
çıngıraklı yılanların zehrini içtim
balinaların kusmuklarını
kükürt kokulu imkânsızlıklar içindeyim
oysa güzeldim tarihin ilk çağlarında
görsen şaşardın
öyle aydınlıktım
öyle iyiydim
kobalt mavileriyle doluydu yüreğim
kurşun beyazlarıyla
severdin beni midye kabuklarının yeşilliğince
sonunda dediğim çıktı işte
samanyolu'ndan bir yıldız düştü dünyaya
sinekler gibi eziliverdi insanlar
her şey bir anda olup bitti
yapayalnız kaldık
ne radyo-aktivite, ne mantar şeklinde bulutlar
ne yaşamak sevinci ne ölüm korkusu
sonunda üç kişi kaldık dünyada
sen
ben
bir de jiro'nun manon lesko'su
yine bana bakarken yüzün kızarıyor
toplum kurallarından kurtulamadın daha
bütün çayırlar bomboş
görmüyor musun?
al başını dağlara çık
avaz avaz şarkı söyle sokaklarda
bir kibrit çak
bütün evler yansın
yüz bin yılın öcünü al bu şerefsiz dünyadan
sonra kaldır kendini denize at
biraz serinle
sevebildiğin kadar insanım ben
on gram arsenik yeter canıma
beni düşünme
uzun mistral rüzgârlarının üzerine
nimbüs bulutları geliyor kaç
uykumuz bölündü çırılçıplağız
kum fırtınası başladı
çin seddi'nin ötesinde
gölgemizi bir asya şehrinde unuttuk
taklamakan çöllerinde kaldı rüyalarımız
haydi git
çok olduk iki olduğumuz yerde
haydi git
bir kalırsak yine var olacağız