eskiden ebeveynlerimiz bizi pazar günü parka götürürdü.
çocukluk işte. sallanmak, kaydıraktan kaymak eğlenceli geliyordu o yıllarda. aslında park, çocuk ve ebeveyn arasında garip bir ilişki olduğunu düşünmüşümdür hep.
çocuk eğlenmek için gider parka. pazar sabahı oldu mu erkenden kalkar, ebeveynlerinin yatak odasına fütursuzca dalar uyandırır onları. parka gidilecek ya o gün. önemlidir çocuk için.
ebeveynler ise biraz daha farklı yaklaşırlar park olayına. bütün hafta sabahın köründe kalkıp işe gitmek, ailevi sorunları aşmaya çalışmak ve çevresindeki insanları mutlu etmek yükümlülüklerinden kurtuldum derken, sabahın 8 inde dalıverir afacan yatak odasına. atlar yatağa, "hadi" der "bugün pazar bana söz vermiştin parka gidecektik."
o an için bir işkence gibi gelse de bu kulağa, kendi evladını izlerken parkta,sana el salladığında ve eve dönüldüğünde tüm enerjisini parkta harcadığı için biraz olsun sizi rahat bırakacağını düşününce pekte zor bir eylem gibi gelmiyor evladını parka götürmek.
tabi gel zaman git zaman çocuk büyüyor okuluydu istekleriydi derken insan çocukluktan sırılıp hayat tasasına düşüveriyor.
işte bu dönemin sonunda her parkın önünden geçişte artık o eski günler gelmiyor insanın aklına.
çocukken üstünden inmediğin o salıncak kırılmış. kayarken düşmeyesin diye tutunduğun kaydırak paslanmış.
ve şimdilerde geceleri bira içilip aşırılık yapan, ellerinde sprey boyalarla heryeri boyayan insan güruhu ile kaplanmış.
eskiden yuvarlandığın çimlerde şimdi hayvan pislikleri bitiyor her adam attığında ayağının altında.
bu pazar sabahı dışarı çıktığımda bomboş duruyordu park. ne bir çocuk sesi duyabildim parkta ne de parkın eski görüntüsü vardı artık. benimle birlikte yaşlanmış o parkta.
ve bir gün çocuğum olduğunda derse ki bana "bu gün pazar ne yapacağız baba"
salıncağı kırık olmayan, kaydırağı güneşten parıldayan, ben çimlerde otururken seni izlemek için, bira kutusuna basıp düşmeyeceğin bir parka götüreceğim bugün seni yavrum.