ben ölürsem karakutumu bulamayacaklar
ne bir ask zerafeti
ne bir hayal tabiri.. küçücük ömrüm
hep rüzgar gülleri kokacak !
bir sinek cenazesinden dönmüsüm de sanki
agzim burnum kanyak
denizden yeni çikartmislar yagmurun ölüsünü
mevsimlerden napalm günlerden ilkbahar
hummali sabrimin glayöllü dag köyleri
sana hasret sakimak mi yakisacak
çok arayacak çocuklugum esas sirrini
benim yüzüm bir kedi amipidir
ben ölürsem o kendiliginden çogalacak !
ben ölürsem karakutumu bulamayacaklar
ne bir buz yorgunlugu
ne bir sinema perdesi yirtik.. küçücük kabrim
bir organ nakli gibi sevmiştim seni
çürük gözlerine bağışlanan ellerim
yırtık dudaklarına bağışlanan şiirlerim
darmadağın kadınların darmadağın ettiği erkekler gibi
çok tehlikeli bir sırrı saklar gibi sevmiştim seni!
çok eskimiş bir aşkın hatırlanması
sevgilinin resmi karşısında çocuksu bir iç kanaması
aslında işin açıkçası
rüzgarın fırtınaya dönüşmesi gibi
fırtınanın camı çerçeveyi indirmesi gibi
hayatına yönelik bombalı bir saldırı gibi
geriye çekilirken herkesi öldürmek gibi sevmiştim seni!
ruhum kan kaybederken nasıl tutarım seni şimdi bir deniz gibi!
neticesi olmayan herhangi bir sebep gibi
ortalık yerde durup dururken sevmiştim seni!
atlara kalırsa çoktan kaybettik savaşı!
mızraklar kırıldı, kalkanlar delindi, ganimetler paylaşıldı!
kasaba meydanında birbirini dövmekten yorulan iki kovboy gibi
bir tabancayla tetiği gibi
bir tabancanın kabzasıyla ibiği gibi
kendisinden farklı, kendisinden ayrı
bir silahın şarjöründe tanışan iki soğuk mermi gibi
aynı bedene sıkılacak iki el kurşun gibi
katille kurban arasında o birkaç saniyelik telaşta sevmiştim seni!
Ben jiletin öteki yanına yatıyorum sana iyi geceler
Puhuların üstünden gece vardiyaları ve rıhtım görülüyor
Üstündeki kan kokusu bütün cesetleri buraya çekecek
Öyle şehvetli ki dudaklarını saran atmosfer
Diplerine kömür çökmüş tırnaklarıyla küçük serseriler
Senin ellerinden kabusun matarasını kapacak ve
içindeki sessizliği içecekler
Ben hüznün öteki yanına yatıyorum sana iyi geceler
Son tartışmamız olsun bu yoksa beni öldürecekler
Usulca akan bir gözyaşı gibi sevişelim de biraz,eğer istersen,
Çok uzun yolları aydınlatan benzin istasyonları gibi
Uykusuzluğumuzu gölgelesin alkolün dövdüğü saatler
Bak, yatakta ikimiz de ağlıyoruz; meselemiz malum, aşk
Üst kattaki komşu yine çocuklara su veriyordur
Haplar da kayboldu, esrar da, bileklerimizdeki kesikler de
Havaya bir kuş at, ben onu yerdeki gözlerimle vuracağım
Dudakların ne ki, olsa olsa şurdan üç beş adım
Ben mezarın öteki yanına yatacağım sana iyi geceler
Aramıza bir hançer bırakacağım, belki küflü bir hançer
Onun küfüyle paslanırken gizli saklı yalnızlığımız
Rüyamıza giren prensler
içimizdeki mutsuzluğu içecekler
Ben intiharın öteki yanına yatıyorum sana iyi geceler..
Bana bir sonbahar fısılda
senden başka masumiyetim yok
çocukluğum tek tabanca
Herşeyi geriye saymaktan yorgunum
kaç intiharım varsa o kadar sevgilim var
içimdeki tabiat sana doğru fırlama
çıplak elle tuttuğum bir elektrik teli bu muamma
artık zamanın da üstünde şık bir şehirde
mazgallara kapatılmış, büyüyemeyen çocuklar için
kafatasları çelikten adamların şarkılarını
ya da rahibe pelerini altına gizlenmiş,
gözleri irin torbalarıyla kanlı şeytanları
bir ruhun turuncu mihrabına getirip
ordan aşağı atmalı..
sisle örtülü bir tanrı yüzünde ortalık
henüz
güpegündüz bir şalla sarıldıysa dörtnala
karanlık bir an
çirkin bir vincin organik çengelinde
çağdışı bir cadı gibi kusarken kanlı
asılı kaldıysa
delikanlılarla yatıp kalkan ivedi bir caddenin
dedeleri, dişsiz oratoryolar gibi embriyo ise
rahmine sıçarım böyle anaların diye
küfrederek dua adına açılıyorsa engerek yuvası avuçları
peygamber develerinin
artık zamanın da üstünde şahsiyetsiz bir şık şehirde
mazgallara kapatılmış, büyüyemeyen çocuklar için
kutsal kabahatleri ve mecazi kerhaneleri
bir ruhun turuncu mihrabına getirip
ordan aşağı atmalı..
ve bu sülalenin bütün arsız, ağızsız ağıtlı kapılarını
o sisli yüzlerin yüzüne kapatmalı..
hayvansız kalmış bir orman
gibi ağlamaklıydı kainat;
Senden Sonraydı..
hangi dağda ateş yansa
o yana ağlardı atlar,
ve bir kartal
bir kartala dayıyorsa başını
aşk
çağrıldığı her randevuya
geç kalmış demekti!
Senden Sonraydı..
gökyüzüne teslim oluyordu ayışığı
ah onun zarif parmaklarına dolanmış kuğular,
ve kalbi delik bir melek sabahlıyordu
yeryüzünde,
ümit: kurugül çocuk! ümit: aksigül çocuk!
hayat! beni ılık ılık esir al!
diye bağırıyordum çakal karasında
hançer nefesinde!
çünkü
bir insan ne sır verebilirdi ki gölgesine
aşağı gölde kıyıya vuran genç nilüfer
ağzında bir başka genç nilüferle
ölmekteyse, ve akşamüstü
bir annenin çocuğunun üstünü örtüşü gibi
örtüyorsa sancıyı ve ölümü,
bir insan ne sır verebilirdi ki gölgesine!
çünkü
uyuyacak kurt soyunur
üstünden dağları çıkartırdı!
dağlar, kokarcalarına alevcesine sokulurdu
dağlar, sularına alev içercesine dokunurdu
dağlar, dağlarına dürüsttü
dağların namluya sürülü
kurşunu yoktu!
dağların mor avı çoktu dağların zor avcısı çoktu
dağlar, dağlara bir kez daldı mı
kendi doruklarından mahşeri vurgunlar yerdi
dağların grevi borandı, çıyandı, yabanıl ottu
dağlara sinsi bulutlarla inen eşkıya baruta
kuytu, postal niyetine haysiyet giydirirdi!
hele mermi bir kez müstehzi bir ifadeyle
savurduysa tunç buhardan yelelerini,
atların toynaklarına kan gibi menzil
bakışlarına menzil gibi kan otururdu!
atlara dağ kaldırmışlığı karanlığın
o şen nallarda rakseden yosma şavkın gerdanı
altına batırılmış isyanın şakırtısıyla tutuşurdu!
tutuş benim yağız yılanımı puşi gibi sarıp da
tutuş benim delioğlan fırtınamı
ağzında ağıt gibi yakıp da
dumanıyla
isiyle,
dermanıyla
iniyle,
inlenen ismine nakış gibi işlenen kahpe fermanıyla
kapına dayanan tanrı misafiri sevdam, aşkımla
belalanan dağım! belalı dağlım!
dağlara adak adamış bir toprağın yangınıyım ben de!
bakma! dağını emziremedim
siyah sütümde zehir şıngırdar!
kızma! dağına bir taş da ben koyamadım
kumumda tuz var!
ama senin kulağına eğilip
DAĞ diye fısıldayan bu dudak
bir gün ya elinden ya ayağından
ya eteğimden ya da alnından
öfkelenme, öpmeyecek,
sadece şehit düşmüş bir hayalet nehir gibi fışkırıp
başka
bambaşka dağlara at sırtında dörtnala kan olup akacak!
Ne idüğü belirsiz kelimeler takip ediyor beni!
gidip saklandığım anlamlarda
hoş bir yan yok! Belki de
ölümü biraz teşvik etmeli!
Suya eğiliyorum. Su da bana eğiliyor gibi.
Adımı söylüyorum. Su da adını söylüyor sanki.
Bu tuhaf adamların bilmeceleri çözmeleri imkansız!
birer harf gibi duruyor kentler haritanın ortasında
düzden de okusan, tersten de okusan
hayat değişmeyecek besbelli!
Satın alınmayacak bir gazete adeta içimdeki buzul dağ,
köşeyazarı bir ırmak akıyor
boğuyor cesur bir okura benzeyen ilk halimi!
Taklitlerinden sakınılan bir 'gece'
yatıyor uzayda sereserpe özgür, özgür ama serseri!
galiba cismim
yıldız yağmurunda rüya şemsiyesini açan casus gemi!
Evet!
Ne idüğü belirsiz kelimeler takip ediyor beni!
her dakila yaklaşsalarda
aldırılan çocukları örgütleyen uyarıcı rengi smo
kinleriyle birşeye karşılık gelmeyen yabancı tesad
üfler odanın deniz gören pencerelerinden en zor
lusunun önünde bir
kaç saniye anlamı olmayan bir ad gibi durup yüzüstü
terkler ya da kendisinden geçmiş deli hiç'in
kullanmadığı süre için sınıflandırılmış rakslara
verili balolarda sezilen ölümün içyüzü; ders;
kim geri gider orada sakınıp kutsanılmayan ve
paramparçalanmış bir teklifsiz gözde hala aranılan kent
kentler göze girince gözbebeği acıya kan ilham eder;
yorumlanması güç yeryüzüyle aynı seviyede bir aşkı
altına batırarak ihtirasın değerini yükseltmen, ah zafer!
ah zaferlerle dönecek bir orduda tek ok çekmemiş asker
gibi biraz mahcup, biraz utanmış, biraz kalender!
ihtirası sesinde kilitli kalmış olanın sığındığı
mecburi çilingir!
denenen maymuncuk
denenen yumuşak topraktan anahtarlar
denenen, cinnet de denen makber
sen misin o büyücü meleğin gaspettiği çaresiz misafir!
bilmez gibisin
çaresiz misafirler, konakladıkları gece,
konakladıkları geceyle katledilirler!
sen de içermişsindir
hoş katliamlardaki yoksul hayvanları bir bir,
onlar ki göğe, okyanuslara ve ihanete hep söz verirler!
sen neredeydin? sen hangi çöküntüydün? ağlama.
sen bunu o gövdeyle mi kanıtladın yüzeyde? yazık. bağışla.
mesela sersemlemiş ruhların çarpıştığı yarım kurander
kaybolmuş inançların ardından yeşil bir pardesü
giymiş ve oturmuş bir orman gibi ansızın
çıkagelen kiralık peygamber! sen tanrının
ötdeliğinde bir siyah gelincik diye biten kıl,
tıraşlandığı aksiseda cehennemler sürükleyen!
ağzından yakalayıp ite kaka sürükleyen! önlem
alınamayan o dökülüşün, o içgeçirmenin, nefessizliğin
sınıra dayandığı muhteşem şölen! öl! işmdi sen öl! ve
ilk sen ol ölürken arkasına bakıp da, Utanın!
Utanın! diye seslenen!
Nehirlere karışan zehirli atıklar gibi
ağır ağır akarak kanıma karışmakta
yokluğun!
Hiç sormadım, neydi başka elbiseler içinde bulduğun
aynı askıyla dolaba kaldırılan iki güzel yelektik biz
güveye benzer bir şey oldu suskunluğun!.. anladım ki:
aşk naftalinlenmiyormuş meğer, eğer kanıtlanmıyorsa suçun!