köy hayatını hiç bilmeyen yazar arkadaşlarımız köylülerin saflığından temizliğinden bahsetmiş ancak kendilerine yanıldıklarını peşinen bildireyim. hatta köylü kurnazlığı diye bir terim vardır ki bunları açıklar. gelelim konumuza ben köylüleri sevmem, nefret ederim, elimden gelse boğarım, gırtlaklarını sıkarım. neden; köylü dediğmiz zerzevat yaşadıkları o küçük dünyalarında ve kendi uydurdukları geleneklerinde boğulmuş. vizyonu, düşünce dünyası olmayan, bahçedeki bir uyuz it yüzünden birbirini öldürebilen,
her türlü yobazlığı yapan insanlardır. yobaz dediysem bunları dindar falan zannetmeyin köy gibi küçük bir yerde camiye gitmekten başka alternatifleri olmadığı içindir.
ayrıca (bkz: köylü milletin efendisidir) sözü külliyen yalandır. bunu aklınızdan çıkartmayın. tesbit insanı olarak diyorum ki ne zaman köylerden şehirlere göç başladı kapıcılık müessesi gelişti o orantıda ahlaksızlık ve orospulukda gelişti. yani bu güzide şehirlerimize ahlaksızlığı getirenler o örümcek kafalı köylülerdir. osmanlıda 16.yy a kadar kadınlar sokaklarda istedikleri gibi gezip esnafla çatır çatır pazarlık yaparken, erkekler şehirde kadınları gördükleri zaman onlara yolveririken savaşlar ve bilimum sebeplerle köylü adetleri şehirlere nakş etmeye başladı ve bir köylü yobazlığı olan erkek geçerken bürük denen örtüyü kafasına çekip yere çömelme hareketini getirdiler. yani kadının bu kadar aşşağılanmasının sebebi bu yobaz köylü kadın ve erkeklerinin adetlerini şehirlerimize getirmeleridir.
köylü diyince insanların aklına nedense hep üretim gelmiş ancak yine burada berbat olan bir durum var. o ise köylülerin ekmeklerini, yağlarını, etlerini, sebzelerini artık şehirlerdeki marketlerden, manavlarından almalarıdır.
devlet köylüye çiftçiye dünya kadar destek veriyor (zir. mühendisiyim sakın bu konuda benimle tartışmaya kalkmayın) ürününü alıyor yine destekleme primleri veriyor artık internet olmayan köy bile kalmadı ama bu çiftçi devlete vergi veriyormu hayır. yani üretip katma değer oluşturan sanayiciler işçileriden kesilen vergilerle bu yobaz gavatlara destek akıyor ve bu işin devlete geri dönüşümü yok.
aslında köy diyince aklıma o kadar çok şey geliyor ki ama bundan sonrası küfüre hakarete gireceği için artık aklıma gelenleri yazmayacam .
dedikodu gelir akla efendim. dünyada en büyük dedikodular köylerde döner. severiz köyü köylüyü o ayrı mesele ama sırf bu yüzden soğutmuştur kendinden, çocukluktaki gibi artık koşarak gidilmez.
Yoresel kiyafetlerle tarlada bir seyler ekip bicen veyahut hayvanlarini otlatan kisilik. Tereyagi, cay, yumurta ve koy ekmegi gibi vazgecilmez yiyecekleri de vardir.
mandıradan yeni çıkmış süt, ocaktan yeni çıkmış gözleme, kümesten alınan iki yumurta, bahçeden çıkan domates-marul-nane bi de bunları hazırlayan babaanne-büyükbaba ikilisi.
burada yazanların hiç birisi köylüyü tanımıyor. romantikçe yazılmış ama kazın ayağı hiç de öyle değil. köylüler genelde cimridir. üç kuruş kaybetmemek adına bir sürü eziyete katlanırlar. çoğunluğu şehirliden zengin olduğu halde devletten tarla parası, kömür, çocukları için eğitim desteği alırlar. fakirlik hemen hemen yok gibidir.
onlar olmasa şehirde yaşayan milyonlar boku yerdik. domates yerine menemene ayfon mu koyacaktık? yumurta yerine ecnebi ayakkabısı mı haşlayacaktık.
bir gün köylü halkı asıl gücün kendisinde olduğunu fark eder de biz şehirlilerin onlara hiç bir değeri olmayan kağıtlar verip onları sömürdüğümüzü anlarlarsa boku yedik demektir.
mutluluk. evet bu insanların şehirde yaşayanlara kıyasla, kendilerine yetecek miktarda o kadar ufak bir dünyaları var ki, endişe edecek, üzülecek, kaygılanacak şeyleri de bir o kadar az oluyor. onlar ellerindeki az olanla mutlu olabilirken, statü toplumunun bir parçası haline gelmiş şehirde yaşayanlar hep daha fazlasına sahip olamadıkları için mutluluğu onlar kadar yakalayamıyorlar.