öncelikle keynes'i kısaca tanımamız gerek: john maynard keynes 1929'da liberal sistemin getirdiği ekonomik buhran'ın talep yetersizliğinden kaynaklandığını ve bu çerçevede dig a hole, fill the hole düşüncesi çerçevesinde yeni istihdam olanakları yaratılmasını ve devlet müdahalesini öngörmüştür,
tabii keynes 1929'da buhran ile tanınmıştır denilemez, öncesinde de oldukça tanınan bir ekonomist idir, misal kendisi birinci dünya savaşı sonrası ingiliz barış komitesi'nde görev almış ve versay barış antlaşması'ndaki ağır şartlardan hoşnutsuz kaldığını her daim dile getirmiştir,
şimdi, aslında, başlığa bakınca yirmi adet nefret sebebi görmeyi bekliyordum,
karşıma bir şiir çıktı, şiirin ilk bölümünü okuyunca iktisadi bilgilerim ışığında nefretin nedenini anlayamadım da kendimden şüphe ettim, öyle ki, iktisadi bir terime de rastlamadım,
'ey çocukluk, ey romasızlık', şair çocukluğununda yaşadıkları için mi keynes'ten nefret etmiş acaba dedim ciddi ciddi, sonra internetten şiirini devamına bir göz attım:
ikinci sebep
yaklaşma! davranma yakarım!
eller yukarı! atları çöz! maskeni indir!
devamı var diyordun; getir bakalım devamını
arkası yarın demiştin; neydi yarından kastın?
zırlama! gözyaşı istemiyorum
istemiyorum mızmızlık
istemiyorum salya
gözünün yaşına bakmayacağım.
allah yarattı demeyeceğim
kaç haftadır seni takip ediyorum
ne yaptığını biliyorum
babana kızılay pulu aldım dediğin parayla
üzerine pudra şekerini
bu işi çapaçul garsona bırakmayarak kendin ekip
su muhallebisi yiyorsun bir gün arayla
dondurmacıya
tek başına giriyorsun
sınıf arkadaşlarını ekip
öğretmen masasındaki vazo için
kopardığın sarı güller sizin bahçeden değil
mektep paydosundan akşam ezanına kadar
kösele çantanı saklayacak yerler bile bulmuşsun.
ayıp ayıp
üçüncü sebep
anla artık çuf çuf sesiyle kime olsa bir
ahlâk dersi vermeye kalkışırsan
adama gülerler
ama
şangır şungur böyle değil.
dikkat ettiysen tarih sahnesi
her durumun bir şangırını bir şungurunu
biz aktörlere bir biçimde mutlaka sunmuş
yahut bir tuş
klavyeye sonradan girdiğine hepimizin
kitaba el basarak yemin ettiği
eklentiyi yapanı hiçbirimizin
şart olsun bilmediği bir tuş
hepimizin bir yerindeki şangır şunguru
takır tukur tokuşturmuş
çünkü hepimiz -erbabı böyle diyor-
farkına varsak da varmasak da
ya bir şangırdan veya
bir şungurdan gelmekteymişiz
ve hepimiz uhdemizde kaygılar
barındırmaktaymışız gelecek için
nereye bırakmamız uygun olacak
diye sorarmışız şangırımızı
şungurumuzun kime verilirse heba edilmeyeceği
hususunda endişelenirmişiz
netice itibariyle sen de dikkat mesafe al
hizaya gir ikrar ve itiraf et
serapa ahlâkın sesidir şangır şungur
bu ses tabiat kanunlarıyla aynı evde kalmaz
bu ses tabiat kanunlarının kapı komşusudur
bak nasıl patır patır meyveler
bak yıldızlar nasıl şangır şungur.
dördüncü sebep
vals gibiydi üniforma altındaki benzersiz heyula
yavru gitmiş ıssız kalmış perilere
üniforma mecburiyeti koymuşlar
yine de hiçbiri alttan alta benzemiyor diğerine
karakoncolosların hangi sebebe binaen
soylu sayıldıkları adeta
izahtan vareste
emrine aldığı şifrecinin dul kaynı
vals gibiydi görsen kana batmış hamaylı gibi
lehistan'da ziyafet çizmeli bir piyanistin şerefine
niye kız kör ve tutacak yerleri niçin tenekeden
niye namus sözüyle sefaret binası kıyaslanmıyor birbirine
diye çıkıştılar paramız çıkıştığı halde göçmeniz işte
seçilmiş en mumyalı olanından beğendiğimiz resimli hikâye
vals gibiydi eve geç kaldığımız halde sardırdığımız dik yokuş
ya yoruldu tuna nehri ton balığı tombul kuş
yahut annem bile bu kadarı artık fazla dedi
korkma sönmez benim annem ne dediyse sen de de
frengistan sanatoryum rehabilitasyon bak ben bile bir çırpıda
yüzüm kızarmadan söyleyebildim oh be
vals gibiydi vals gibiydi vals gibi
habe ich schuld non spiro tibi
topuktan mı, burundan mı?
kuramsal bir dönemin gereği neresinden tutarsan
isabet ettirebilirsin terliği fırlatmadan önce
diyelim ki vuramadın katlanabilecek misin ardından ne gelirse
dudak leb oluyorsa dudaksız leb ile bi
vals gibiydi vals gibiydi vals gibi.
beşinci sebep
seni dünya gözüyle bir daha görmek! bunu da nereden çıkardın?
içimde boşuna arama bulamazsın böyle bir isteğin kırıntısını
bilmez idiysen öğren duymadıysa iyi açılsın kulağın
dünyadaki gözüme çarpmadın sen şimdiye dek
baktın. nasıl bakmayı optik okumakla öğrenmedinse
yaşadın. hiçbir zaman vesikaya bindirmedin yaşamayı
kurduğun vaki değil polislerle bir ahbap çavuş ilişkisi
dudaklarında bir gülümseme yaklaşmadın banka personeline
kaç litre süt sağdıysan
sattığının hepsi o kadardı
en beğendikleri pilavda kullanıldı
senin ayıkladığın pirinç
alış verişe çıktığın günler
haddini bildi çarşılar
esnafı kendine getiren senin suallerindi
sen arşınlıyorken bambaşkaydı kaldırım
üstünkörü geçmedi seninle geçirdiğimiz hiçbir saat
lopsa loptu tartaklanan okşanan rafadansa rafadandı.
dünyaya ibretle dikeceksin gözü ki ruh doğranıp eksilmesin
biri sıkıysa çıksın da seyrettiğimi söylesin aval aval olan biteni
meselâ sen beraberliğimiz boyunca kaval dinlediğime tanıklık edebilir misin
ah sen yanımda yokken bak bakalım tuz yalamışa benziyor mu dilim
yüz veririm sanılmasın keşiş yalnızlığının tafralarına
yoktur seyislerin bilgiç edalarında hevesim
ne yazıklanma duyuldu benden fokstrot günlerine yetişemediğime
ne de bir an olsun vaktimi mamboya itirazla geçirdim
spekülasyon henüz arsa üzerindendi
akideydi inanca müteallik bir şeydi şeker
havraydı
sinagog denilmezdi
etiyopya oldu çıktı habeşistan olarak bildiğimiz yer
hayır seni asla bunların hepsi telefat dünya gözüyle
bir kez bile görmek istemiyorum acıdım ömrümce
neler vermezdim seni görmek için gibisinden cümle kuranların haline
uğruna dağları delmem ummana dalmam atmam ateşe naçiz bedenimi
kovalamam peşini davet etse bile eteklerin
hepsi yerin dibine geçsin daüssıla malihulya nostalgia
sen nasıl olsa tıpkı hep olduğu gibi defalarca
görüneceksin ahret gözüme
ahret gözüm ağır gözüm bilerek geçirmeyen hazzı kantardan
azabı bilerek tartmayan yeğni gözüm ahret gözüm miskalle
zarfıma makineyle 1944 üncü dünya garnizonu is yazılmış
(ismet değil isa da değil isa'dan sonra)
zırt pırt ikaz edilmişim ayak uydurmam konusunda
koca tugay uygun adım atan cilveperest mangaların
gündem tayini için inhisarına bırakıldıysa
bileğimi fırsat buldukça tükürükleyip
şaklatmam mı kimin ağzında düdük varsa
uyluk kemiğimi bu sebepten kırdılar
ben de diz çökmedim bahane bu ya
seni dünya gözüyle bir kez daha görmek isteyen
biri varsa buna şiir şahittir ben değilim.
ne yazık ki, devamını da getiremedim, ilk beş nefret sebebini çözemediğimden mütevellit, şairin yalnızca 'dikkat çekmek' adına şiirine böyle bir başlığı uygun bulduğunu düşünmekteyim,
sonuç olarak, keynes, -bir anlamda- makro iktisadın doğuşuna neden olmuş ve iktisat literatürüne ciddi katkılar sağlamıştır, tabi 1970'lerle birlikte çöken bir çok iktisat kuramıyla birlikte, onun düşünceleri de büyük darbeler yemiştir, lakin 'uzun dönemde hepimizin ölmüş olacağını' başından beri kendisi kabul etmiştir,
sonuç o ki -şahsen- o kadar da nefret uyandıracak bir adam değildir, yok eğer iktisattan nefret edeceksen git adam smith'den, john locke'dan, david hume'dan, hatta daha gerilere gidersek jean-baptiste colbert'den nefret et derler adama.
Gizli günah külrengi güneşe benzer
içiçe halka açık halkalı gevrek çevreli pırtık
Ne şecaat yaysın beklenir ondan etrafa
Ne ımık.
Külrengi güneş! Zamanında yüceymiş miladın ondokuzuncu asrı
Apsentle yüceltilmiş mesela.
Külrengi güneş! Utancın
Kafkayesk hava şartlarına bürünmüş davetiyesi.
Oku saplıyken gördüm anneciğim asr aklımı çeldi
Kanla aktı üzerime kibir
Kamyon lastiğinden yapılma oyuncak çember
Kağıttan yapılma oyuncak edilemeyen fener
Anneciğim aleyhime tanıklığa bunları kim çağırıyor
Gönenç mi yoksa korku mu hissediyor
El tutuştuğu zaman yetişkinler.
Anneciğim günahsa neden gizli gizliyse neden günah
Neden beylerbeyi neden majesteleri neden haşmetpenah
Akrabaları gücendirmeyecek bir çare bulunamaz mıydı
Madem yazıktır ona yazıklar olsun denilmesin o halde
Mazlumları acıtıyor mahrumiyet
Kafirleri aynı şey
Acıtınca kaçınılmaz hale geliyor iç geçirme
Mahrumiyet bölgesi denir denmez korkunç
Bir rüzgar esiyor bu topraktan
Sırtı duvara yüzü üniformalılara dönük döneklere
Soruluyor şark hizmeti yaptınız mı sizler diye
Filmin en acıklı yeri burası olunca dünyayı küçümsemek
Bir patavatsızlık
Neye üzülecektir sincabına su verirken caka satan kalaycı
Sümüğünü pazarlık gücü gizli günahla artınca koluna silen kirve.
Gizli günah anneciğim güzellik duygusunun alem müttefiki
Canım annem Müttefikler bize top twenty programı tavsıye etti
Eridi hani o külrengi güneş var ya anneciğim
Eridi küçüldü benim bedenime nazil oldu
izledim anneciğim külrengi güneşin
Boydan boya gezişini gövdemi
Domuz ciğeri ezme si hakkında
Fikrimiz çok mu lazım
Abelard iyi fikir mi.
"18.
oktu ve saplanmıştı
bu yeterli demiştim içimden
oku bir bendim gören saplıyken
sırf bu yüzden saplandığı yere boşverdim
görmüşlüğüm sadaka takırdayan bir oku değildi elbet
değildi bu havada asılı bir ok zenon'a nazire
ne de cengizvari bir oktu tehditkâr yayda gergin
gördümse haber aldığım bir yerden savrularak
haber beklediğim yere saplanan oku gördüm.
okun dedikodusuyla meşgul edilmek kimisini mest etti
kimisi homurdandı alamadı kendini tartışmaktan
ileri geri
iddia makamı gibi duran evet efendimciler
hep bir ağızdan olacağı buydu
diyorlardı ki ok yerini buldu ellerine sağlık
ellerinde biz saplasaydık buraya saplamazdık
tezinin serzenişli dilekçesiyle gezenler
davaya müdahil kabul edilmişlerdi ama
şehrin taş basaklı merdivenlerle çevrili meydanında
kimin oturtulacağı merak konusu olan
sanık sandalyesi inanın bomboştu
ben şehrin dışına kaçmıştım
benim gıyabımda görülüyordu dava
marifetin hasının bende kabul edildiği
bir mevsimdeydik galiba
benimse görmekten ibaretti benim marifetim
süratle kaçışım şehirden değildi
vay sen misin oku gören saplanmış vaziyette
kimmiş gördüm diyor diyerek ele geçirmek için
arıyor beni bir hortlak sandviç satılan mekânlarda
alt ve üst geçitlerde
beni arayan hortlağın aklına memlekete uğramak
mutlaka gelecektir gelsin
arıyor demem yoksa
öpeni öpülenden ayıran çizgiye ayak basmaksızın
iştira hakkı elindeymiş gibi ülkeyi uçtan uca
derbeder gezinen kim olursa
çok güzeldir geçtiyseniz görmüşsünüzdür bizim oralar
havası suyu merhabası ne bileyim bambaşka
dudak büküp nesi var havasından
suyundan merhabasından başka sizin oraların
diyenlere açıklayabilirim
öpen öpendir bizim tarafta budur oraları bizim taraf yapan da
öpüldüyse hiç şaşmaz öpülen öpüldüğüyle kalacaktır
dört unsurun dördü de ilk bakışta fark edilir tek yapıda.
hortlak bizim memlekete uğramaz olur mu
güruh halinde gelmiştiler bir keresinde
etrafa baktılar ben küçüktüm o zaman
ben küçüğüm diye farkın ne olduğunu bilmem sandılar
benim ben olabileceğim ihtimali üzerinde hiç durmadılar
adını bilselerdi bari neyi nasıl sandıklarının
ay bayılacağım deyip gölgesine oturdukları sancağın
-onların hortlaklıkları da işte bu kadar-
çarşıya kim tarafından dikildiğini bilselerdi
ne olurdu
hiç
yazılandan ne eksik olur yeğenim ne fazla
gizliden gizliye öpüşler kimden hangi gözden gizleniyor
aldığımız haberlere göre zehrin
öpülen yerde saplı kalan gizli oku
et yarılıp din günü yuvasından fırlatılacakmış."