john maynard keynes den nefretimin 20 sebebi

entry6 galeri0 video1
    1.
  1. öncelikle keynes'i kısaca tanımamız gerek: john maynard keynes 1929'da liberal sistemin getirdiği ekonomik buhran'ın talep yetersizliğinden kaynaklandığını ve bu çerçevede dig a hole, fill the hole düşüncesi çerçevesinde yeni istihdam olanakları yaratılmasını ve devlet müdahalesini öngörmüştür,

    tabii keynes 1929'da buhran ile tanınmıştır denilemez, öncesinde de oldukça tanınan bir ekonomist idir, misal kendisi birinci dünya savaşı sonrası ingiliz barış komitesi'nde görev almış ve versay barış antlaşması'ndaki ağır şartlardan hoşnutsuz kaldığını her daim dile getirmiştir,

    şimdi, aslında, başlığa bakınca yirmi adet nefret sebebi görmeyi bekliyordum,
    karşıma bir şiir çıktı, şiirin ilk bölümünü okuyunca iktisadi bilgilerim ışığında nefretin nedenini anlayamadım da kendimden şüphe ettim, öyle ki, iktisadi bir terime de rastlamadım,
    'ey çocukluk, ey romasızlık', şair çocukluğununda yaşadıkları için mi keynes'ten nefret etmiş acaba dedim ciddi ciddi, sonra internetten şiirini devamına bir göz attım:

    ikinci sebep
    yaklaşma! davranma yakarım!
    eller yukarı! atları çöz! maskeni indir!
    devamı var diyordun; getir bakalım devamını
    arkası yarın demiştin; neydi yarından kastın?
    zırlama! gözyaşı istemiyorum
    istemiyorum mızmızlık
    istemiyorum salya
    gözünün yaşına bakmayacağım.
    allah yarattı demeyeceğim
    kaç haftadır seni takip ediyorum
    ne yaptığını biliyorum
    babana kızılay pulu aldım dediğin parayla
    üzerine pudra şekerini
    bu işi çapaçul garsona bırakmayarak kendin ekip
    su muhallebisi yiyorsun bir gün arayla
    dondurmacıya
    tek başına giriyorsun
    sınıf arkadaşlarını ekip
    öğretmen masasındaki vazo için
    kopardığın sarı güller sizin bahçeden değil
    mektep paydosundan akşam ezanına kadar
    kösele çantanı saklayacak yerler bile bulmuşsun.
    ayıp ayıp

    üçüncü sebep
    anla artık çuf çuf sesiyle kime olsa bir
    ahlâk dersi vermeye kalkışırsan
    adama gülerler
    ama
    şangır şungur böyle değil.

    dikkat ettiysen tarih sahnesi
    her durumun bir şangırını bir şungurunu
    biz aktörlere bir biçimde mutlaka sunmuş
    yahut bir tuş
    klavyeye sonradan girdiğine hepimizin
    kitaba el basarak yemin ettiği
    eklentiyi yapanı hiçbirimizin
    şart olsun bilmediği bir tuş
    hepimizin bir yerindeki şangır şunguru
    takır tukur tokuşturmuş
    çünkü hepimiz -erbabı böyle diyor-
    farkına varsak da varmasak da
    ya bir şangırdan veya
    bir şungurdan gelmekteymişiz
    ve hepimiz uhdemizde kaygılar
    barındırmaktaymışız gelecek için
    nereye bırakmamız uygun olacak
    diye sorarmışız şangırımızı
    şungurumuzun kime verilirse heba edilmeyeceği
    hususunda endişelenirmişiz
    netice itibariyle sen de dikkat mesafe al
    hizaya gir ikrar ve itiraf et
    serapa ahlâkın sesidir şangır şungur
    bu ses tabiat kanunlarıyla aynı evde kalmaz
    bu ses tabiat kanunlarının kapı komşusudur

    bak nasıl patır patır meyveler
    bak yıldızlar nasıl şangır şungur.

    dördüncü sebep
    vals gibiydi üniforma altındaki benzersiz heyula
    yavru gitmiş ıssız kalmış perilere
    üniforma mecburiyeti koymuşlar
    yine de hiçbiri alttan alta benzemiyor diğerine
    karakoncolosların hangi sebebe binaen
    soylu sayıldıkları adeta
    izahtan vareste

    emrine aldığı şifrecinin dul kaynı
    vals gibiydi görsen kana batmış hamaylı gibi
    lehistan'da ziyafet çizmeli bir piyanistin şerefine
    niye kız kör ve tutacak yerleri niçin tenekeden
    niye namus sözüyle sefaret binası kıyaslanmıyor birbirine

    diye çıkıştılar paramız çıkıştığı halde göçmeniz işte
    seçilmiş en mumyalı olanından beğendiğimiz resimli hikâye
    vals gibiydi eve geç kaldığımız halde sardırdığımız dik yokuş
    ya yoruldu tuna nehri ton balığı tombul kuş
    yahut annem bile bu kadarı artık fazla dedi

    korkma sönmez benim annem ne dediyse sen de de
    frengistan sanatoryum rehabilitasyon bak ben bile bir çırpıda
    yüzüm kızarmadan söyleyebildim oh be
    vals gibiydi vals gibiydi vals gibi
    habe ich schuld non spiro tibi
    topuktan mı, burundan mı?
    kuramsal bir dönemin gereği neresinden tutarsan
    isabet ettirebilirsin terliği fırlatmadan önce
    diyelim ki vuramadın katlanabilecek misin ardından ne gelirse
    dudak leb oluyorsa dudaksız leb ile bi
    vals gibiydi vals gibiydi vals gibi.

    beşinci sebep
    seni dünya gözüyle bir daha görmek! bunu da nereden çıkardın?
    içimde boşuna arama bulamazsın böyle bir isteğin kırıntısını
    bilmez idiysen öğren duymadıysa iyi açılsın kulağın
    dünyadaki gözüme çarpmadın sen şimdiye dek
    baktın. nasıl bakmayı optik okumakla öğrenmedinse
    yaşadın. hiçbir zaman vesikaya bindirmedin yaşamayı
    kurduğun vaki değil polislerle bir ahbap çavuş ilişkisi
    dudaklarında bir gülümseme yaklaşmadın banka personeline
    kaç litre süt sağdıysan
    sattığının hepsi o kadardı
    en beğendikleri pilavda kullanıldı
    senin ayıkladığın pirinç
    alış verişe çıktığın günler
    haddini bildi çarşılar
    esnafı kendine getiren senin suallerindi
    sen arşınlıyorken bambaşkaydı kaldırım
    üstünkörü geçmedi seninle geçirdiğimiz hiçbir saat
    lopsa loptu tartaklanan okşanan rafadansa rafadandı.

    dünyaya ibretle dikeceksin gözü ki ruh doğranıp eksilmesin
    biri sıkıysa çıksın da seyrettiğimi söylesin aval aval olan biteni
    meselâ sen beraberliğimiz boyunca kaval dinlediğime tanıklık edebilir misin
    ah sen yanımda yokken bak bakalım tuz yalamışa benziyor mu dilim
    yüz veririm sanılmasın keşiş yalnızlığının tafralarına
    yoktur seyislerin bilgiç edalarında hevesim
    ne yazıklanma duyuldu benden fokstrot günlerine yetişemediğime
    ne de bir an olsun vaktimi mamboya itirazla geçirdim
    spekülasyon henüz arsa üzerindendi
    akideydi inanca müteallik bir şeydi şeker
    havraydı
    sinagog denilmezdi
    etiyopya oldu çıktı habeşistan olarak bildiğimiz yer
    hayır seni asla bunların hepsi telefat dünya gözüyle
    bir kez bile görmek istemiyorum acıdım ömrümce
    neler vermezdim seni görmek için gibisinden cümle kuranların haline
    uğruna dağları delmem ummana dalmam atmam ateşe naçiz bedenimi
    kovalamam peşini davet etse bile eteklerin
    hepsi yerin dibine geçsin daüssıla malihulya nostalgia
    sen nasıl olsa tıpkı hep olduğu gibi defalarca
    görüneceksin ahret gözüme
    ahret gözüm ağır gözüm bilerek geçirmeyen hazzı kantardan
    azabı bilerek tartmayan yeğni gözüm ahret gözüm miskalle
    zarfıma makineyle 1944 üncü dünya garnizonu is yazılmış
    (ismet değil isa da değil isa'dan sonra)
    zırt pırt ikaz edilmişim ayak uydurmam konusunda
    koca tugay uygun adım atan cilveperest mangaların
    gündem tayini için inhisarına bırakıldıysa
    bileğimi fırsat buldukça tükürükleyip
    şaklatmam mı kimin ağzında düdük varsa
    uyluk kemiğimi bu sebepten kırdılar
    ben de diz çökmedim bahane bu ya

    seni dünya gözüyle bir kez daha görmek isteyen
    biri varsa buna şiir şahittir ben değilim.

    ne yazık ki, devamını da getiremedim, ilk beş nefret sebebini çözemediğimden mütevellit, şairin yalnızca 'dikkat çekmek' adına şiirine böyle bir başlığı uygun bulduğunu düşünmekteyim,

    sonuç olarak, keynes, -bir anlamda- makro iktisadın doğuşuna neden olmuş ve iktisat literatürüne ciddi katkılar sağlamıştır, tabi 1970'lerle birlikte çöken bir çok iktisat kuramıyla birlikte, onun düşünceleri de büyük darbeler yemiştir, lakin 'uzun dönemde hepimizin ölmüş olacağını' başından beri kendisi kabul etmiştir,
    sonuç o ki -şahsen- o kadar da nefret uyandıracak bir adam değildir, yok eğer iktisattan nefret edeceksen git adam smith'den, john locke'dan, david hume'dan, hatta daha gerilere gidersek jean-baptiste colbert'den nefret et derler adama.
    4 ...
  2. 2.
  3. john maynard keynes'ten nefretimin yirmi sebebi'nden

    onyedinci sebep

    Gizli günah külrengi güneşe benzer
    içiçe halka açık halkalı gevrek çevreli pırtık
    Ne şecaat yaysın beklenir ondan etrafa
    Ne ımık.

    Külrengi güneş! Zamanında yüceymiş miladın ondokuzuncu asrı
    Apsentle yüceltilmiş mesela.
    Külrengi güneş! Utancın
    Kafkayesk hava şartlarına bürünmüş davetiyesi.
    Oku saplıyken gördüm anneciğim asr aklımı çeldi
    Kanla aktı üzerime kibir
    Kamyon lastiğinden yapılma oyuncak çember
    Kağıttan yapılma oyuncak edilemeyen fener
    Anneciğim aleyhime tanıklığa bunları kim çağırıyor
    Gönenç mi yoksa korku mu hissediyor
    El tutuştuğu zaman yetişkinler.

    Anneciğim günahsa neden gizli gizliyse neden günah
    Neden beylerbeyi neden majesteleri neden haşmetpenah
    Akrabaları gücendirmeyecek bir çare bulunamaz mıydı
    Madem yazıktır ona yazıklar olsun denilmesin o halde
    Mazlumları acıtıyor mahrumiyet
    Kafirleri aynı şey
    Acıtınca kaçınılmaz hale geliyor iç geçirme
    Mahrumiyet bölgesi denir denmez korkunç
    Bir rüzgar esiyor bu topraktan
    Sırtı duvara yüzü üniformalılara dönük döneklere
    Soruluyor şark hizmeti yaptınız mı sizler diye
    Filmin en acıklı yeri burası olunca dünyayı küçümsemek
    Bir patavatsızlık
    Neye üzülecektir sincabına su verirken caka satan kalaycı
    Sümüğünü pazarlık gücü gizli günahla artınca koluna silen kirve.

    Gizli günah anneciğim güzellik duygusunun alem müttefiki
    Canım annem Müttefikler bize top twenty programı tavsıye etti
    Eridi hani o külrengi güneş var ya anneciğim
    Eridi küçüldü benim bedenime nazil oldu
    izledim anneciğim külrengi güneşin
    Boydan boya gezişini gövdemi
    Domuz ciğeri ezme si hakkında
    Fikrimiz çok mu lazım
    Abelard iyi fikir mi.
    1 ...
  4. 3.
  5. dil anlatım hocamız sınıfta okuyunca ilk defa duyduğum ve başlığından çok etkilendiğim muhteşem ismet özel şiiridir.
    0 ...
  6. 4.
  7. Yoktur.

    Keynes reyizdir, basit keynesyen toplam harcama modeline gurban olun siz.
    0 ...
  8. 5.
  9. "18.
    oktu ve saplanmıştı
    bu yeterli demiştim içimden
    oku bir bendim gören saplıyken
    sırf bu yüzden saplandığı yere boşverdim
    görmüşlüğüm sadaka takırdayan bir oku değildi elbet
    değildi bu havada asılı bir ok zenon'a nazire
    ne de cengizvari bir oktu tehditkâr yayda gergin
    gördümse haber aldığım bir yerden savrularak
    haber beklediğim yere saplanan oku gördüm.

    okun dedikodusuyla meşgul edilmek kimisini mest etti
    kimisi homurdandı alamadı kendini tartışmaktan
    ileri geri
    iddia makamı gibi duran evet efendimciler
    hep bir ağızdan olacağı buydu
    diyorlardı ki ok yerini buldu ellerine sağlık
    ellerinde biz saplasaydık buraya saplamazdık
    tezinin serzenişli dilekçesiyle gezenler
    davaya müdahil kabul edilmişlerdi ama
    şehrin taş basaklı merdivenlerle çevrili meydanında
    kimin oturtulacağı merak konusu olan
    sanık sandalyesi inanın bomboştu
    ben şehrin dışına kaçmıştım
    benim gıyabımda görülüyordu dava
    marifetin hasının bende kabul edildiği
    bir mevsimdeydik galiba

    benimse görmekten ibaretti benim marifetim
    süratle kaçışım şehirden değildi
    vay sen misin oku gören saplanmış vaziyette
    kimmiş gördüm diyor diyerek ele geçirmek için
    arıyor beni bir hortlak sandviç satılan mekânlarda
    alt ve üst geçitlerde
    beni arayan hortlağın aklına memlekete uğramak
    mutlaka gelecektir gelsin
    arıyor demem yoksa
    öpeni öpülenden ayıran çizgiye ayak basmaksızın
    iştira hakkı elindeymiş gibi ülkeyi uçtan uca
    derbeder gezinen kim olursa
    çok güzeldir geçtiyseniz görmüşsünüzdür bizim oralar
    havası suyu merhabası ne bileyim bambaşka
    dudak büküp nesi var havasından
    suyundan merhabasından başka sizin oraların
    diyenlere açıklayabilirim
    öpen öpendir bizim tarafta budur oraları bizim taraf yapan da
    öpüldüyse hiç şaşmaz öpülen öpüldüğüyle kalacaktır
    dört unsurun dördü de ilk bakışta fark edilir tek yapıda.

    hortlak bizim memlekete uğramaz olur mu
    güruh halinde gelmiştiler bir keresinde
    etrafa baktılar ben küçüktüm o zaman
    ben küçüğüm diye farkın ne olduğunu bilmem sandılar
    benim ben olabileceğim ihtimali üzerinde hiç durmadılar
    adını bilselerdi bari neyi nasıl sandıklarının
    ay bayılacağım deyip gölgesine oturdukları sancağın
    -onların hortlaklıkları da işte bu kadar-
    çarşıya kim tarafından dikildiğini bilselerdi
    ne olurdu
    hiç
    yazılandan ne eksik olur yeğenim ne fazla
    gizliden gizliye öpüşler kimden hangi gözden gizleniyor
    aldığımız haberlere göre zehrin
    öpülen yerde saplı kalan gizli oku
    et yarılıp din günü yuvasından fırlatılacakmış."
    1 ...
  10. 6.
© 2025 uludağ sözlük