--spoiler--
Dangalak'ı aramıza alıp köpek havlamaları eşliğinde evin yolunu tuttuk. Ben biliyordum o köpeği neden istediğimi. Utanç verici derecede açıktı, ama oğlana söyleyemezdim. Mahcup olurdum. Kendime itiraf edebilirdim ama, bununla ilgili bir sorunum yoktu. Yenilgiye ve başarısızlığa uğramaktan usanmıştım. Zafer açlığı çekiyordum. Elli beş yaşındaydım ve tek bir zafer yoktu görünürde, bir çarpışma bile. Düşmanlarım bile çarpışma isteği duymuyorlardı artık. Dangalak zafer demekti. Yazmadığım kitaplar, görmediğim yerler, hiçbir zaman sahip olamadığım Maserati, arzuladığım kadınlar, Danielle Darrieux, Gina Lollobrigida ve Nadia Grey. Senaryolarımı kan damlayıncaya kadar doğrayan eski konfeksiyoncu patronlarıma karşı zafer demekti. Ünlü üniversitelerde okuyan, dünyaya çok şey vaat eden çocuklara sahip olma düşümdü. Sevgili Rocco'm gibi bitmek bilmeyen günlerimin acısını hafifletecek, yaralarımı saracak, çocukluğumun yoksulluğunu ve geleceğimin umutsuzluğunu unutturacaktı. Köpekti, insan değil, bir hayvan, ama zamanla dostum olacak, beni gururlandırıp dertlerimi unutturacaktı. Tanrı'ya benim hiçbir zaman olamayacağım kadar yakındı ve okuma yazması yoktu, daha iyisi can sağlığıydı. O da uyumsuzun tekiydi benim gibi. Ben dövüşüp kaybedecek, o ise dövüşüp kazanacaktı.
--spoiler--
--spoiler--
Yüce Tanrım bana yardım et! Ve açtım adımlarımı, düşüncelerim de peşimden geliyorlardı, koşmaya başladım, donmuş ayaklarım fareler gibi cıyaklıyorlardı; koşmanın da yararı olmadı, düşünceler bırakmıyordu peşimi. ama koşarken Kol, o canım sol kol duruma hakim oldu ve bana usulca seslendi; sakin ol evlat, yalnızlık bu, bir başınasın dünyada; ne baban, ne annen, ne inancın yardım edebilir sana; kimse kimseye yardım edemez, sadece sen yardım edebilirsin kendine, ben de bu yüzdenburadayım, çünkü biz birbirimiziden ayrılamayız, birlikte her şeyin üstesinden geliriz.
--spoiler--
bir yazar nasıl bu denli düz basit yazıp ta bu kadar etkileyici bu kadar büyüleyici olabilir? cevabı john fante de gizlidir bu sorunun. toza sor ile başlayan yolculuğumuz gençliğin şarabı ile devam etmiş diğer kitapları ile iyice şahlanmıştır. fante insanı öyle soluksuz bırakan bir yazardır ki cümlelerin içinden akıp giderken akıp giden siz değilsinizdir zaman da değildir akıp giden. ruhunuz güzelleşsin istiyorsanız fante'ye başvurmalısınız. duygusallıktan korkmayan yazarın hayranı bir tek bukowski miydi?
yer altı edebiyatı. chuck palahniuk un tıkanmasını okuduktan sonra vay be kitaba bak var mıdır iyisi diye çok dolaştım etrafta. sonra john fante nin kitabını aldım nasılmış diye. açtım okudum. onunla beraber toza sordum. sonra romanın batısına gittim. üzümün kardeşi oldum. çoğu kez çok garip hissettim. köpekten korktuğum kadar dangalaktan korkmadım ben . hatta dangalak gelse bana yapışsa kaçar mıydım diye çok düşündüm. sonra john fante de dangalak gibi mi acaba dedim. üzümün kardeşindeşindeki yaşlı hergele mi acaba dedim john fante. bana hep kitaplarında kendini anlatmış gibi gelir john fante. yer altından çıkma gibi değil john fante. sanki beraberce yaşıyoruz biz onla yer üstünde. sanki romanın batısında beni bekliyor ve ben gidicem oraya. evet.
toz'a sor kitabını okumakta fayda var.zira nickime isim babalığı yapan 'arturo bandini' abartısızve samimi hayatını alabildiğine açık bir diller anlatmıştır.'bahara kadar bekle bandini' de en az 'toza sor' kadar iyi bir hikayedir.
sen benim kim olduğumu biliyormusun? ben arthuro bandiniyim.
hiç bir şekilde erotizm içermeyen cümleleriyle inanılmaz erotik ve romantik sahneler kurgulayabilen charles bukowskinin taptığı yazar.
akmarda başımdan geçen birde faciası var .
-john fante var mı ?
-fanta mı ?
-fante fante!
-dante olmasın
-boşver abi.
ask the dust romanında bir paragrafında kiliseye gidip dua ettiğini ve tanrıya şunları söyleyen yazar;
"tanrım artık bir ateist olduğum için beni bağışla. ama nietzsche'yi okudun mu? ne kitap!"
bukowski'nin tanrısı olarak bilinir. en sevdiğim kitabı -nedense- (bkz: los angeles yolu)dur. oradan bir bölümü sizlerle paylaşayım:
Sonra sıkıldım bu oyundan, kendimi giderek salak gibi hissetmeye başlamıştım, bir süre sonra onları sadece birer fotoğraf oldukları gerçeği her şeyin önüne geçti. Hepsi birbirine benziyor, aynı biçimde gülümsüyorlardı. Hepsinin üzerine fahişe kokusu sinmişti.
(çıplak kadın dergileri üzerine. )
Bukowskinin kitabın boşluklarını bile övmesiyle ünlenen Toza Sordan bahsetmezsek olmaz tabiki.
Hatta söylediği tam olarak bu:
derken bir gün bir kitap çektim, açtım ve kalakaldım.
birkaç paragraf okudum. sonra çöplükte altın bulmuş biri gibi kitabı masaya götürdüm.
cümleler sayfada yuvarlanıyordu, kayıyorlardı. her cümlenin kendine özgü bir enerjisi vardı.
cümlelerin özü sayfaya bir biçim veriyordu: sayfaya oyulmuşlardı sanki.
duygusallıktan korkmayan birini bulmuştum sonunda.
mizah ve acı olağanüstü bir kolaylıkla iç içe geçmişti.
o kitabın ilk sayfaları benim için çılgın ve büyük bir mucizeydi.
evet, fante beni çok etkiledi. o kitapları okuduktan kısa bir süre sonra bir kadınla yaşamaya başlamıştım.
benden daha ayyaştı ve korkunç kavgalar ederdik.
bazen ona, bana orospu çocuğu deme! bandiniyim ben, arturo bandini diye bağırırdım.
fante benim tanrımdı ve tanrıların rahatsız edilmeyeceğini, kapılarının çalınmayacığını biliyordum.
ama angels flightın neresinde oturduğunu tahmin etmeye çalışır, hala orada yaşadığını tahayyül etmeyi severdim. hemen her gün ordan geçerdim.
camillanın tırmandığı pencere bu muydu? lobi bu mu?
hiçbir zaman emin olamadım.
amerikan edebiyatı'nın çok konuşulmamış, ama en az beatnickler kadar toplumu ve edebiyatı etkilemiş olan büyük yazarı. yarattığı bandini karakteriyle adeta iç dünyamızın merdivenlerinden ilk gençliğimize, oradan da çocukluğumuza seyahat eden, bunu yaparken de terli ellerimizi hiç bırakmayan bir dahi. her zaman mütevazı bir sanatçı. charles bukowski'ye henri chinaski karakterini yaratma ilhamını vermiş, ayrıca tüm yazın hayatını derinden etkilemiştir.
ilk okuduğum kitabı "1933 berbat bir yıldı" ile beni allak bullak etmiş, son okuduğum "los angeles yolu" ile de ölümcül darbeyi indirmiştir. arada kalan eserleri belli bir sıra dahilinde olmaksızın yavaş yavaş insanı sırtından dürterek bir uçuruma sürükler. ve siz o uçuruma yürürken o kadar zevk alırsınız o kadar çok şey öğrenirsiniz ki, uçurumun kıyısına geldiğinizde kendinizi aşağıya bırakmak bir zorunluluk değil, içten içe bir istek olur. çünkü bandini bize yaşamın, aslında ölümün hareketli bir formu olduğunu anlatır her macerasında. kimi zaman balık fabrikasının isyankar işçisi, kimi zaman en yakın arkadaşının kız kardeşine yangın, sol koluyla kurşun bile atabilen yetenekli bir kenar mahalle beyzbolcusu. her durumda bizden bir parçadır bandini. yaramızın üstüne kapaklanan bir yarabandıdır, kanımıza bulanmayı onur sayar.
hollywood için senaryolar da yazmış olan fante, yazınını güçlü kılmak için sadece ve sadece basit ve anlaşılır cümleler yazmıştır. dünya edebiyat tarihinde bu kadar süssüz ve bu kadar etkili olan bir başka yazar neredeyse yoktur. sadık bir okuyucusu olan ben onu ve kitaplarını her zaman yüreğimde taşıyacağım, düne ve bugüne dair bana öğrettiği her şeyin belki bir karşılığı olarak...
--spoiler--
"her sabah bu duyguyla kalkıyordum yataktan. şimdi kendime bir iş bulmam lazım, lanet olsun. kahvaltı ediyor, kolumun altına bir kitap yerleştirip ceplerime kalem doldurduktan sonra kapıdan çıkıyordum. merdivenden indiğim gibi kendimi dışarı atıyordum. bazen sıcak oluyordu hava, bazen soğuk, bazen sisli, bazen açık. koltuğumun altında kitapla iş aramaya çıktığım için önemi yoktu havanın.
"ne işi, arturo? ha, ha! sana iş, öyle mi? kim olduğunu bir düşünsene, oğlum! yengeç katili. hırsız. elbise dolaplarında çıplak kadın fotoğraflarına bak, sonra da iş bulmayı umut et! ne kadar gülünç! ama gidiyor işte, salak, koltuğunun altında kocaman bir kitapla üstelik. hangi cehenneme gittiğini sanıyorsun, arturo? neden o sokağa sapıyorsun da bu sokağa sapmıyorsun? neden batıya gidiyorsun -neden doğuya değil? cevap var bana, hırsız! kim iş verir senin gibi bir domuza -kim? ama kasabının öteki ucunda bir park var, arturo. banning parkı adı. harikulade okaliptüs ağaçları var orda, yemyeşil bir park, arturo. ne kitap okunur orda! oraya git, arturo. nietzsche oku. schopenhauer. o muhteşem adamlarla geçir zamanını. iş mi? peh! oraya git ve okaliptüs ağaçlarının altında kitabını oku iş ararken."
"Konuştuk o ve ben. işimi sordu ama içten değildi, işim onu ilgilendirmiyordu. Ben de verdiğim yanıtta içten değildim, işim beni de ilgilendirmiyordu. " /John Fante
Charles Bukowski sayesinde kitapları yeniden basılarak tanınmaya başlamış yazardır. Bukowski onunla ilk tanışmasını şöyle anlatır toza sorun kapağında; bir gün kütüphanede kitapların birini alıp diğerini bırakırken ona rastladım ve açtım okumaya sanki kelimeler yuvarlanıyordu, onun kadar duygusallıktan korkmayan birini görmemiştim diyordu ve daha sonra Fante benim tanrımdı cümlesiyle ön sözü bitiriyordu.Gerçekten de öyleydi toza soru alıp okuduğumda kelimelerin sayfalarda yuvarlandığını ve duygusallıktan korkmayan birine rastlamıştım bende, yazarın kitaplarının genelde ince olması kalın kitaplardan korkanlar için bir başyapıt olabilir.
(bkz: teoman)'ın (bkz: yalnızlar mektebi)'nin temmuz-ağustos sayısında incelemesini yaptığı efsane yazar. karakteri arturo bandini'nin o yer yer boğuk yer yer heyecanlı ve umursamadığını hissettirmeye çalıştığı hayatına giren kadınlara davranışları bukowski kadar sert değildir. aslında tam ayarında bir adamdır.
"Uzun parmaklarını aç ve yorgun ruhumu geri ver. Ağzınla öp beni çünkü açım Meksika ekmeğine. Burun deliklerime yitik kentlerin kokusunu üfle ve ellerim unutulmuş bir güney sahilini andıran beyaz gerdanında ölmeme izin ver. Şu uykusuz gözlerimdeki özlemi al ve bir güz tarlasında uçuşan kırlangıçları besle onunla çünkü seni seviyorum, Camilia, ve adın dönmeyen sevgilisi için son nefesini verirken gülümseyen cesur prensesin adı kadar kutsal..."
bukowski kesinlikle boşuna dememiş "o benim tanrım" derken. ondan beslenmiş. ilhamını ondan almış. o kadar ki john fante'nin "bandini" ismini kullanması bile etkilemiş bukowski'yi ki kendisi de " chinaski" olmuş kitaplarında. sırf bukowski gibi bir büyük yazara ilham verdiği için bile büyük bir yazardır john fante.