joe doe nun hep kaybeden hikayesi

entry5 galeri0
    1.
  1. önden not: joe doe, "jo du" diye fransız aksanıyla hızlıca okunan bir isimdir. bu şekilde okursanız hoşuma gider. olaylar bir yaşantının benzeştirilmiş paralel bir evreni olarak kelimelere dökülecektir. burada amaç asla edebiyat yapmaya çalışmak ya da insanlara bir ders vermek amacıyla bir şeyler yazmayacağım. yapıcı eleştirilere açık olduğum gibi, alakasız ve edepsiz yorumlar pek de umrumda değil affeylerseniz.

    joe doe'nin anlatmak istediklerini klavyesine alıp sözlük okurlarına aktardığı hikayedir.
    1 ...
  2. 2.
  3. Buralar değerlenecek bırakalım şuraya entry i.

    Merakla beklediğim hikaye.
    1 ...
  4. 3.
  5. 4.
  6. // 17 Eylül 2015 //
    sabah alarmın sesi bir matkap gibi beynine işleyen joe küfrede küfrede kalktı yatağından. tuvalete girdi, gece yediği aperatif şeyler midesini bozduğundan, oturdu klozete, tuvaletini yaparken bir yandan da sigara yaktı. tuvaletten kalkıp sigarasını attı. sifonu çekip ellerini yıkadı. yine yüzünü yıkamadan bir güne başlıyordu, sokağa çıkarken çapaklarını fark edip işaret parmağı ile gözlerini ovuşturdu. yürümeye devam etti. karşıdan mahallenin abisi diye gaz verdikleri, "hayat okulundan mezunuz be kardeş" demekten başka bir lafı bulunmayan dingil radko geliyordu.

    Joe: abi günaydın.
    Radko: günaydın yahu. bugünlerde güneş yazdaki gibi pek yakıyor insanı, herkes bundan şikayetçi ama inan bana dostum tamamı nemden dolayı.

    Joe yoluna devam etti radko'yu takmadan. bugün jane ile görüşecekti. önce vencel'in evine gidip bu konuyu detaylı bir şekilde konuşacaklardı. ne yapmalı, nasıl bir yaklaşımda bulunmalı diye. kafa ermezliğine engel olmak için dört bira aldı joe büfeden, parası çıkışmadı tam ama büfeci tanıdıktı, "bak borcunu unutma ha" dedi.

    Vencel kapıyı açtı, önce joe'nun bin dert taşıyan dermansız suratına baktı, ardından biralara bakıp başını yukarı kaldırdı. sonra tekrar biralara baktı. gözleri büyümüş gibiydi. yavaş yavaş içeri girdiler ve konu detaylarının üstünden geçmeye başladılar.

    joe: çiçek işi tamam, çikolata abartı bence kızı istemeye mi gidiyorum lan ben?
    vencel: abi bak kızlar tatlı şeylerden hoşlanır. hem sen demedin mi jane'in çiçeğe alerjisi var diye? çiçeği atacak işte.
    joe: çikolata da yıllarca bozulmadan kalacak zaten. lan oğlum, neden gelin güvey oluyoruz hemen? başıma geçirirse hepsini?
    vencel: abi sen neden detaylara, objelere takılıyorsun? hani siz ruhani bir birliktelikteydiniz? hani aşk maşk falan.
    joe: değil mi ya? bana bakarken gözleri büyür mü lan sence?
    vencel: abi sen ne diyorsun, boynuna atlayacak emin ol. ben kaç gündür görüyorum, bitap geziyor kızcağız, seni özlemiş işte inan buna.
    joe: hadi be! bir şey söyledi mi? ne dedi mesela?
    vencel: abi biliyorsun benle de konuşmuyor.
    joe: haklısın. parfümünü versene, biraz terledim, sarılır falan terledim baya, kokmayayım.

    parfümü sıkıp dışarı çıktı joe. kulaklığı taktı, daldı söyleyeceği cümleleri düşünmeye. "bebeğim, seni o kadar özlüyorum ki, sana o kadar hasret kaldım ki, saniyeler bana birkaç 29 şubatlı yıllar gibi geliyor". basit cümleler düşünüyordu. devam ediyordu. "gözlerine uzak kaldıkça seni kalbimde yaşattım, beni tekrar sevebilmen için yaşamamayı bile tercih ederim". bu cümle biraz daha aklına yatmıştı, bunu biraz daha süsleyip sunabilirdi.

    eve yaklaştı. kulaklığı üstündeki penyenin içinden çıkarıp arka cebine koydu. çiçeği kokladıktan sonra önce hafifçe nefes verdi ardından derin bir nefes alıp binaya girdi. yaşayacaklarından ayaklarının haberi varmışçasına yavaş yavaş çıktı merdivenleri. dördüncü kata merdivenden çıkacak kadar aklını kullanamadığı anlardı bunlar. kapıya geldi, bir derin nefes daha alıp ciğerini yavaşlattı. tıkladı kapıya iki kere, kapıyı açan semina'ydı, arkasında da borande vardı. borande "gel" dedi babacan tavrıyla, joe "siz dışarı çıkın" dedi ve gönderdi onları. jane'in kapısını çalıp içeri girdi joe. jane çok kızgın bir halle büyük gözlerini daha da büyüterek baktı. "ne var" dedi, "ne istiyorsun benden hala?" dedi. joe bugün derin nefes almayı çok seviyordu. aldı. tek nefeste "ben sana gönlümü verdim, ben seni kendimden bir parça gördüm, ben seni ruhuma taşıdım." dedi. devam etti, "sevgine inandım, öyle bir sevdin ki ölümsüzce sandım, beni unutmayacağına inandım. şimdi bana ne var mı diyorsun? gözlerine uzak kaldıkça ben her gece kafama sıktım. ben her gece kendimi parçaladım, kendimi öldürdüm. her dirilişim beni sevebildiğini sandığım sabahlaraydı. beni tekrar sevebilmen için kendimi öldürdüm." dedi.

    jane ağlıyordu. "artık seni sevmiyorum, senden inan nefret ediyorum." dedi. joe diretmedi. çiçekleri bıraktı ve gitti. boş sokaklarda yerdeki şişeleri yuvarlaya yuvarlaya yürüyordu. yanından ara sıra el ele tutuşan birkaç çift geçiyor, onlara imreniyor, onları öldürmek istiyordu. bütün çiftleri öldüremeyeceğini biliyordu, onu hatırlatan tüm dünyayı yakamayacağını da. aklına koymuştu artık. ritüel bir ölümü bile boşvermişti, istediği sadece tanrının cehenneminde yanmaktı.

    arabalar üst geçitin altından hızlı hızlı geçiyor, joe gözüne çarpan her ışığa gözünü kısıyor. joe birkaç saçma sapan cümleler duyuyordu. "seni bir ömür seveceğim" cümlesi takıldı aklına. joe bir ömrün bu kadar kısa olabileceğine inanıyordu artık. joe, bir ömrün burada bittiğine kararını vermişti.
    1 ...
  7. 5.
  8. bu gece devamı gelecek olan hikaye.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük