"Beni sevdiğini söyle. Söyle çünkü eğer ben önce söylersem bunu oyun zannetmenden korkuyorum"
gizli ve zehirli bir bağımlılık işte bu. can acıtan, acıttıran bir illet.
aşk psikopatlıktır
(bkz: la vie en rose)
bu filmi izlediğimde üniversiteye yeni başlamıştım,bana oldukca eğlenceli gelmişti,neticede gercek yaşamda hicbirimizin cesaret edemeyeceği şeylerdi filmde yaşananlar.bir şeyi güzel ya da cirkin hale getirmek icin iki kişinin inadının kafi olduğunu bu filmden önce de biliyordum fakat gün gelip cesaretimi cesaretsizlere inat edeceğim derken yitireceğim hic aklıma gelmemişti,sadece izlemiştim,yönetmeni kimdir,senaryosunu kim yazmıştır,film ne kadara malolmuştur,soundtrack kime ya da kimlere aittir falan filan,görüntü yönetmeni diye birşey var mıydı onu bile takip etmezdim ama o zaman daha dikkatli izlerdim filmleri,bir seyirciydim ve eleştirmen olmayacaktım,etrafımda da tartışacağım pek kimse yoktu acıkcası ama izlerken "evet bende bu potansiyel var..herşeyi yapabilirim ama bir kişi daha lütfen...tek başıma oyun oynamak yorucu oluyor"...ve filmin sonu oldukca carpıcı o zaman yüreğimi acıtmıştı,"beni de gömün beni de gömün yeter ki onunla"...diye gecti icimden iste,hakkında pek birsey yazılmamış,kıyamam 93 dk lık bir rüya bu film...ölüme gülücük attırıyor buruk da olsa...izleyin..şimdi yayında ve yapımda emeği gecen insanlara önce onlara olan ilgisizliğimden dolayı bir özrü ve sonra da teşekkür niyetine isimlerini belirtmeyi borc bilirim,cünkü yann samuell hem yazmak hem yönetmek her yiğidin harcı değil,dünyaya iyi ya da kötü bir ürün verdiğinin farkındalığında,bize güzel bir ölümün ancak askla olabileceğini hatırlattığın icin;
Yönetmen: Yann Samuell
Senaryo: Yann Samuell
Jacky Cukier
Görüntü Yön.: Antoine Roch
Kurgu: Andrea Sedlackova
Yapımcı: Christophe Rossignon
Yapım: 2003, Fransa
Süre: 93 dak.
Tür: Romantik-Komedi
Oynayanlar: Guillaume Canet (Julien), Marion Cotillard (Sophie), Thibault Verhaeghe (8 yaşındaki Julien), Josephine Lebas-Joly
(8 yaşındaki Sophie)
Vizyon Tarihi: 26.03.2004 *
her ne kadar ortalık malı olsada, bütün varavaraların* agzına dolansada, benim için degerinden hiç bir şey kaybetmeyecek, kendi kategorisinde her zaman en üstte olacak film. ****
acılıs sahnesiyle insana zorla amelie yi hatırlatan film. oyle boyle degil hem de. o kadar da kastıydım "yok aslında benzemiyor" diye kendimi kandırmaya, mamafih basarılı olamadım. *
baştan sona mükemmel bir tempoya ve senaryoya oturtulmuş, izlemekten hiç bıkılmayacak bir filmdir.ama bu film hakkındaki tek yorumu : bu film türk örf ve adetlerine uygun değildir olan insanlarla karşılaşmışlığımız da vardır.
--spoiler--
sophie'ye verilen en zor görev julien'i affetmektir
--spoiler--
mutluluktan ağladığım, kelimelere sığmayacak kadar tarifsiz film. etkisinden kurtulmak için uzun süre geçmesi gerekiyor. ama tekrar aklınıza getirdiğinizde ilk izledğiniz zamanki gibi mutluluk silsilesi gelip yerleşiyor ruhunuza.
Julien (Guillaume Canet) ve Sophie (Marion Cotillard), okul yıllarından beri tanışan iki yakın arkadaştır. Sophie'nin Polonya kökenli olması nedeni ile sınıftaki ırkçı çocuklar tarafından taciz edilmesi ve Julien'in kanser olan annesi ve sorunlu babası ile yaşadığı sıkıntılar, her ikisini birbirlerine daha da fazla yakınlaştırır. Haylaz ve hınzır yapıları ile sürekli olarak birbirlerinin cesaretlerini sınamaları ile başlayan süreç, zaman içinde ilginç bir cesaret oyununa dönüşür.
Oyunun kuralı çok basittir; sırasıyla her biri, ötekine cesaret gerektiren zorlu görevler verecektir. Bu görevler arasında sınava sütyenle gitmek de vardır, okulun en sert çocuğunu tokatlamak da... Zamanla hayatın kendi zorlukları, bu oyunun bir parçasına dönüşmeye başlar. Ve bu oyun, gitgide inanılmaz bir aşk yaratır aralarında. Ama bu aşk birbirlerine kavuşmalarındaki en büyük engeldir.
filmin yönetmenliğini ve senaristliğini üstlenen Yann Samuell harika bir iş çıkarmıştır ve tam puanı hak etmiştir. öyle ki izlerken duygularınızı kontrol edemezsiniz. yeri gelir ağlarsınız yeri gelir katıla katıla gülersiniz. son olarak film bittiğinde herkesin yüzünde memnuniyetten kaynaklanan bir tebessüm takılı kalır.
tahir olmak da ayıp değil zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş tahirle zühre olabilmekte
yani yürekte.
meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
tahir olmak da ayıp değil zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
yani tahiri zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
tahir ne kaybederdi tahirliğinden?
tahir olmak da ayıp değil zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
adam kadın için napmıştır?
bişi yapmamıştır..
seni seviyorum diye otobüsün arkasından koşmuştur anca..
oysa kadın?
düğünü basmalar , orosğu olarak damgalanmak , oyalanmak , dalga geçilmek vs vs
böyle bi aşk isteyen mutluluk pıtırları bi düşünün ama bu yolda , sevdiğiniz adamın sizi kandırıp evlilik teklif edre gibi yapıp çat diye başkasıyla evlenmesi de var..
herkesin fenomen haline getirdiği, saçma sapan bir film. alacağım eksileri bildiğim halde göğsümü gere gere söylüyorum evet. gerçekten çok sıkıcı bir film.