hayatimda ilk kez henüz iki sene önce okudugum ve en sevdigim romanlardan birisi olmus kitap. birincisi, jane eyre'yi kendi kisiligime cok yakin hissetmem, ikincisi ise jane'in cilekes, gariban hayati ve kitap boyunca basindan gecen onca olay. kesinlikle sıkıcı olmayan bir kitap. hic beklenmedik anlarda öyle seyler oluyor, ve hikayenin olay örgüsü öyle bir degisiyor ki insan hem sasiriyor, hem de hayran kaliyor 19. yüzyilda yazilmis bir roman oldugu icin. dün charlotte bronte'nin villette romanini bitirdim, onu ise daha cok sevdim. orda yine jane eyre'e benzer bir karakterin hikayesini dinliyoruz, yine gariban, kimi kimsesi kalmamis ve tek basina hayata tutunmaya calisan genc bir kadin, ve tabi sürprizlerle dolu uzun mu uzun bir hikaye. okumamislara siddetle tavsiye ederim.
bir de jane eyre ile ilgili suna deginmek istiyorum, filmlerde izledigimiz edward rochester'larin hic birinin kitaptaki anlatilan karakterle alakasi olmamasi sinirlerimi bozuyor, yani tip acisindan. bir tek ciaran hinds'da var az bucuk o anlatilan esmer, kalin kara kasli, kara gözlü, yakisikli sayilmayacak tip. Yalniz onun yüzünün cizgileri de yeterince kaba degil, hatta sevimli bile diyebiliriz. Gözleri de ela veya yesil sanirim. Yani cast ekipleri "basrol oyuncusu bu, az bucuk yakisikli olmasi lazim yoksa film tutmaz" demis sanki. michael fassbender nedir arkadas? Adam hem sarisin, hem mavi gözlü, hem uzun boylu, hem de bildigin yakisikli. toby stephens'in yüz hatlari ise fazla kibar, bir tek catik, kalin kaslari kurtariyor onu biraz.
Kitap kayıt defterime göre 10.02.2021 tarihinde bitirdiğim 626 sayfalık bir eser. Şimdiye dek okuduğum tüm kitaplar arasından en çok etkilendiğim ve sevdiğim kitaplardan birisi oldu, ilk üçte diyebilirim. Benim için özel bir yeri var, o yüzden kitaplığın en üst rafında saklıyorum bir tarafı buruşmasın, yıpranmasın veya kitaba herhangi bir zarar gelmesin diye. Zaman zaman içinde kurşun kalemle tırnak içine aldığım sözlere ve kısımlara bakıyorum, tekrar tekrar o yerleri okumak bana mutluluk veriyor nedense bir yandan da beyin fırtınası yapmış oluyorum, bu kitabı elime almak bile içimde iyi hisler oluşmasını sağlıyor. Kitaptaki favori karakterim helen burns, ben hem onda hem de Jane eyre karakterinde kendimden bir şeyler buldum belki de o yüzden bu kitabı çok seviyorum, Jane karakterinin başından geçenleri, düşüncelerini sanki kendim yaşıyormuş ve oradaymış gibi hissettim, en güzel kısım bence Helen ile olan arkadaşlığıydı.
aslında okumakta biraz geç kaldığım bir eser olduğunu söylemem gerek belki daha erken okunabilirdi birkaç sene önce bitirmiş olsaydım daha güzel olurmuş benim için ama ziyanı yok, zaten bu yaşlarda değerini daha iyi anlıyor insan bu türden faydalı, ince ve derin kitapların, o bakımdan çok da müteessir değilim bu konuda.
Kitapta not aldığım 80 den fazla söz/kısım var. Aslında buraya kitabın benim için en can alıcı ve etkileyici kısmını yazmak istiyordum fakat henüz okumamış ve okuma niyetinde olup bu başlığa kitapla alakalı fikir edinme amaçlı gelebilecek kişiler olabileceği aklıma esince onları mağduriyete uğratmamak, ipucu verip kitabı deşifre etmemek yani ingilizce tabiriyle "spoiler" vermemek ve okurken yaşayabilecekleri duygulara-düşüncelere önceden etki etmemek/engel olmamak adına ilgili kısmı bu başlığa yazmaktan vazgeçtim önceden bilgi vermemenin daha doğru olacağını düşündüm. o kısmı belki başka bir başlıkta paylaşabilirim öylesi daha iyi olur.
Onun yerine sevdiğim bir başka alıntıyı yazayım o zaman:
' Demek ki sana iyilik yapanlara karşı sen de iyisin. Ben de böyleyim. Acımasız, haksız olanlara da iyi davranır, boyun eğersek, kötülere fırsat vermiş oluruz. Bu kez kötüler hiçbir şeyden korkmadıkları için iyi olmaya çalışmazlar, gitgide daha kötü olurlar. Bize yok yere vuranlara biz de var gücümüzle vurmalıyız. inanıyorum ben buna. Hem öyle yaman vurmalıyız ki o insana ders olsun da o işi bir daha yapmasın. '
Ceyn eyır diye okunur. ufak tefek, çelimsiz, güzel olmayan, sade, gariban, kimsesiz ama güçlü karakterli bir kızın hayata tutunabilme mücadelesinin öyküsüdür. Ailesini bebekken kaybetmesiyle önce dul ve zulümkar bir kadın olan yengesinin yanında, sonra yetimhanede yetişen bir kızın acı dolu hayatını ve kendinden 20 yaş kadar büyük varlıklı bir adama olan aşkını birincil kişi ağzından anlatan roman.
Çocukluğumda sadeleştirilerek bir çocuk kitabına dönüştürülmüş haliyle okumuştum. Hatırladığım iki şeyden biri; jane'in kuzenlerinden birinin çocukluğunda jane ile kurbağaya benziyor diyerek dalga geçtiği, diğeri de jane'in kendisinin jane eyre olduğunu bilmeyen birisiyle konuştuğunda "bay rochester kıza çok kıymet verirmiş, halbuki hiç de güzel değilmiş" cümlelerini duyması.
Charlotte bronte'un kendisi gibi romancı olan kız kardeşlerinin isteklerinin aksine, jane'i güzel bir kadın olarak tasvir etmekten kaçındığını duymuştum. Aynı şekilde aşkı edward rochester da çirkin bir adam olarak betimleniyor. Edward'ın sert mizacıyla uyum oluşturacak şekilde, jane de özünde iyi fakat insanlardan gördüğü zulüm ve geçirdiği travmatik çocukluğun etkisiyle sert mizaçlı sayılabilecek, asi ve yalnızca sevdiği adam karşısında eğilip bükülebilen bir kız.
Gelgelelim jane'e olan aşkı huysuz ve kibirli bir adam olan rochesterı yumuşatıp daha insancıl ve vicdanlı birine dönüştürüveriyor.
2011 yapımı bir film. Charlotte Brontë'nin dünya klasiklerinden kitabı filme uyarlanmış.
bu aralar dönem filmlerine taktığım için izliyorum bana bir şey katmadı ama olsun. sonu üzdü mü, sevindirdi mi ben karar veremedim. izlerken birazcık sıkıldım. pride and prejudice filmiyle olay örgülerini benzettim bu yüzden aklım karıştı konsantre olamadım.
"Hayallerin güzel de, gerçek olmadıklarını unutmamak gerek. Kafamın içinde pespembe bir gökyüzü, çiçekli, yemyeşil bir cennet bahçesi var. Ama gerçekte arşınlamam gereken dikenli yollar olduğunun da farkındayım ben."
626 sayfalık olan bu kitap sürükleyicilik bakımından o kadar iyiki hiç sıkılmadan bir günde bitirdim. Romantik kitap sevmememe rağmen beni kendine hayran birakan 2-3 romantik kitaptan biri. Okunması gereken bir klasik olduğuna inanıyorum ayrıca yazarın(Charlotte Brontë) hayatınıda yakından araştırmalısınız.
Bir kızın çile dolu hayatını anlatan sürükleyici bir roman. Lisede okumuştum ve çok etkilenmiştim, çok kalın bir kitap olmasına rağmen kısa sürede bitirdiğimi hatırlarım.
Bu başlık lise yıllarıma dair güzel bir detayı hatırlattı bana şimdi alıp kitabı yeniden okuyamam ama filmini izlemeyi düşünüyorum.
Neden bilmiyorum ama çocukken pisikolojimi fena bozmuştu bunun basitleştirilmiş hali, hatta yatak yakmalı falan bir kısım vardı onu okurken bildiğin sinmiştim yorganın altına.
kadınların toplumdaki yeri, feminizm gibi birçok yönü de olsa taşıdığı tüm rollerden sıyırıp sadece hissettirdikleriyle ifade etmek istedim bu romanı.
--spoiler--
bir çocuk, kimsesiz. diğerlerine benzemediği için, kolayca boyun eğmediği, kendine has bir karakteri olduğu için ezilmiş. sevginin ne olduğunu bilmeyerek büyümüş. acımasızca kapatıldığı kırmızı oda, yapılan iyiliği sürekli yüzüne vuran insanlarla bir evde on yaşına kadar barınabilmiş.
kötü huylu, yalancı bir çocuk olduğu iddia edilirken, yani ondan hiç güzel bir gelecek, ince davranışlar, kibarlık göstermesi beklenmezken hayatını eline almış. hiçbir şey bilmeyerek girdiği kimsesizler yurdundan öğretmen olarak çıkmayı başarabilmiş. bunu başarmasında iki kişi rol oynamış. veremden ölen arkadaşı ve okulun müdüresi. ikisinin ortak noktası sevgi. sevilmek bir insanın tabiatını nasıl değiştirir onu göstermiş bize.
sevdiği insanlar ondan koptuğunda kendini bağlayan bir şey bulamadığında yeni bir maceraya yelken açmış. o güne dek ne bir erkekle tanışmış, arkadaşlık etmiş ne de bir yakınlık kurmuş. bu sebepten mi ilk gördüğü erkek olan efendisine böyle bir aşkla bağlandı bilinmez ama bilinen bir şey varsa bu romanda geçen aşkın bizlere hissettirdiği gerçeklik duygusudur.
aşk sadece güzel insanlara layık görülen bir beceri zannederken belki de çevrelerinde beğenilmeyen iki insanın birbirine nasıl tutkuyla bağlandığını görmemiz bu aşka inancı artırıyor okurken. aşkın saf bir duygu olduğunu, ete kemiğe bürünmeden de yaşanabileceğini gördükçe kendimizden bir şeyler bulmuşuz.
çatıdaki deli kadın, jane'in kendini diğer metreslerin yerine koyuşu, ilkeleri uğruna aşkını kalbine gömüp kaçışı ve diğer pek çok şey bu kitabın tamamen bir aşk kitabı olmadığını göstermiyor mu? sadece aptal romantizmle dolu olmadığını.
bir insanı sevmek için onun kalbinin, şefkatinin, ağır başlılığının, bağlılığının da önemli olduğunu bilirken okumak da güzel oluyor. özellikle sonunda iki aşık kavuşurken ne aradaki yaş farkı ne adamın körlüğü, çolaklığı bir önem arz ediyor. jane tam anlamıyla rochaster'ı tamamlıyor. gözleri oluyor, eli oluyor. hayatı, kalbi, ışığı, eşi, her şeyi oluyor.
ama zayıf yönleri de var tabi. başladığında olay örgüsü güzel ilerlerken sonuna doğru olaylar türk filmi kıvamına gelmekte. yüce bir yaratıcının çizdiği rolü yaşadıkları gözümüze sokulmakta adeta.
ölmek üzereyken evlerine alan kişilerin hiç tanımadığı kuzenleri çıkması. üstelik koca ingiltere'de. daha sonrasında kalan miras ve ailenin bir anda kolay bir şekilde paraya kavuşturulması, en son olarak da rochester ve jane'in millerce uzaktan seslerini duymalarına sebep olan o ilahi olay.
tüm bunlar hikayenin zayıf yönleri bana kalırsa fakat roman gerçekten kısaltılmış tabir edilen kopyalarından değil de orijinal metinden okunmalı.
bu arada kitapta en hoşlanmadığım karakter de jane'in kuzeni olan papazdı sanırım.
--spoiler--
-Seni koşulsuzca affediyorum- diyebilen yüce gönüllü kadın .
Kitabı harikaydı geçenletde filmine denk geldim ve izledim . benim kafamdaki Jane daha masum ve naifti filmdeki bana göre olmamış olsada Jane candır .
1. çok basit bir dille yazıldığı için kalınlığına rağmen akıcı bir şekilde okunabiliyor.
2. dönemini(viktorya dönemi) fena yansıtmıyor ve birkaç noktada dönem normlarının dışına çıkarak "al sana" yapıyor.
3. feminist eleştirideki en önemli figürlerden biri olan, her feministin can yoldaşı ve göz nuru "woman in the attic" bertha mason'la tanışıyoruz.
bu üç madde, dediğim gibi, kitabı okunası yapan sebepler. ama bunlar dışında kitabın kurgusu olsun, karakterlerin derinliği olsun tatmin edici değil. hele o sonu var ya o sonu... ahh o sonuu... kanımca fantastik kavuşmalı berbat türk filmlerinin atası olan bu kitap öyle bir şekilde bitiyor ki insanın inanası gelmiyor. hayatımda okuduğum en rezil sonlardan biri hatta birincisi olabilir.
yine de bana kalırsa jane eyre hariç diğer karakterlerin, özellikle rochester'ın, günahıyla sevabıyla olduğu gibi yansıtılması, jane austen karakterleri gibi tanrısallıkla yoğrulmaması muadillerinin karşısında ufak da olsa bir artı sayılabilir. ancak o berbat sonu hiçbir şey kurtaramaz tabi, o ayrı.
ayrıca dediğim gibi kalınlığından gözünüz korkmasın, rahat okunuyor. okumak isteyip de cesaret edemeyenlere duyurulur.
2006 yılı bbc yapımı dizisindeki edward rochester* tam hayalimde canlandırdığım gibi. filmindeki daha yumuşak suratlı biriydi, kitaptaki tasvirde rochester'ın daha sert çizgili bir suratı vardır.
jane eyre 'i canlandıran hatunun * çemçük ağzına pek bakamadım. kafamda canlandırdığım jane biraz daha masumdu, bu kızın yüzünde ne bileyim bir sinsilik, bir fettanlık var. gene de iyi bir çift olduklarını düşünüyorum.
--spoiler--
jane , edward'ın evli olduğunu öğrenince nikah töreni sonlandıktan sonra jane'in odasında edward'ın "don't go, jane" diyerek onu öpüp kokladığı sahneler şahaneydi.
--spoiler--
bu arada, her kıza karizmatik bir edward rochester nasip olur mu? hataların olsa da güzel adamsın sen edward, ruhun saf. bbc yapımı dizisini mutlaka izleyin, benden naçizane tavsiye.
sözde milli görüşten gelen muhafazakar özal ve avanesi anap iktidar olur olmaz, trt deki kaliteli seviyeli bu gibi dizileri ingiliz edebiyatı kaynaklı dizileri kaldırıp yerine dallasvari amerikan dizilerini doldurdu, playmen biel anap iktidarında türkiye ile tanıştı. böyle bir dönemi sembolize eden dizlerden biriydi. Türkiyenin bu günkü süslüman keapazeliğinin temelleri ve hödük gençlikler yetiştirme yi başaramışlardı.
Mükemmel bir kitap. insanın okudukca okuyası gelir fakat 2011 yapımı olan filmini tavsiye etmem. Konular çok yüzeysel anlatılmış.
Kitabını okurken ilk sayfalardan başlarsınız ağlamaya, bitene kadar da devam eder.
Evet ben de itiraf etmeliyim ki okurken Çalıkuşuna benzettim. Kamrana sövüldüğü gibi sövmez sövemez insan Rochester'a.
edit:düzeltme
"birçok insanın onu çirkin bir adam sanacağından eminim. yine de tavrında öyle bilinçsiz bir gurur, davranışlarında öyle bir rahatlık, dış görünümüyle ilgili öyle mutlak bir kayıtsızlık, öyle kibirli bir güven, herhangi bir dışsal çirkinliği gideremeyecek başka erdemleri ve güçleri olduğuna ilişkin öyle güvenli, adeta küstah bir inanç okunuyordu ki, ona bakan, onunla birlikte olan insan ister istemez onun bu umursamazlığını paylaşıyor, hatta bir kusur işleyerek, körü körüne onun güveniyle inancına ortak oluyordu."*
"bayan Ingram gösterişliydi ama samimi değildi. güzeldi, bir sürü parlak yeteneği vardı ama zihni zayıftı, kalbi karakteri gereği çoraktı.
... özgün değildi; kitaplardan okuduğu kulağa hoş gelen sözleri tekrarlıyordu, hiçbir zaman kendisine has bir fikir öne sürmezdi, zaten böyle bir fikri de olmazdı."*
bir kadının acı dolu hayatını anlatan güzel bir kitap. filmi de güzeldir okuduktan sonra izlemenizi kesinlikle tavsiye ederim.