ilk yapıtlarında, yazdıklarıyla kendi arasına koyduğu kasıntılı ve korumalı mesafe, yerini, kendi kendini zaten alaya aldığı için alaya alınmasına gerek kalmayan bir dünyanın en küçük ayrıntılarına sevinçle katılma isteğine bıraktı. her şey var idi ve var olan her şey de gülünçtü. "yeni hiç bir şey yok"un bütün tadını çıkaran yazar artık neşesine kavuşmuş, bütün toplumsal yıldırmalardan kurtulmuş bir kaderciydi.
hayatı boyunca onu sürekli aldatan nora isimli kadına aşık olmuştur ve 27 yıl boyunca nikahsız yaşamışlardır. nora'dan lucia anna adında bir kızı vardır. nora lucia anna'yı kıskanarak dansçı olmasını engellemiş, psikolojisi bozuk büyüyen lucia anna hastaneye yatırıldığında annesiyle babasının evlenmsi için baskı yaparak onların nikahlanmasına sebep olmuştur. jame joyce halen tartışılan ulysses isimli eserini ve yüzlerce şiiri nora için yazmış ama bu nora'nın hiçbir zaman umrunda olmamış, sürekli okuyan eşinden sıkılmayı yeğlemiştir. joyce, sinirsel teşhisi koyulan migren ağrıları yüzünden 59 yaşına girmeye bir ay kala 13 ocak 1941'de ölmüşür
kanımca dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük 5 romancısından biridir. deneyselliğin peşinde koşmuştur. zamanında neredeyse kimse bu adamın ne anlattığını anlamaya bile yaklaşamamıştır. çok zor bir dili vardır. okuyacak olanlara naçizane tavsiyem James joyce okumadan önce biraz ingiliz yazarlarını okumanızdır ingiliz edebiyatını tanımak için.
paris'de bir otelde büyük bir yemek daveti var. bir sürü sanatçı falan var bu davette. ünlü bestecilerden Stravinsky 'da bu onur konuklarından biri. gene bir rivayete göre picasso'da orada bulunan onur konuklarından birisi.
derken kibarlığıyla tanınan marcel proust geliyor davete. meşhur bir kürk paltosu var bu üstadın ve asla üstünden çıkartmıyor bunu. hani sürekli hasta olan insanlar vardır ya, asla tam sağlıklı olamazlar, işte proust'da bunlardan biri. sürekli üşüyen insanlardan yani.
en sonunda davete james joyce icabet ediyor efendim. tabi gözler joyce ve proust'da. döneminin en büyük iki yazarı. yani döneminin en büyük iki kitabı olan ulysses ve kayıp zamanın izinde'nin yazarları. herkes onlardan büyük edebi konuşmalar beklemektedir doğal olarak. edebiyat tarhinin en büyük anlarındanfakat biri olmalı aslında bu. e boru değil, tarihin en büyük yazarlarından ikisi karşı karşıya.
fakat hiç öyle olmuyor işler.
tanıştırıyorlar efendim bu iki usta yazarı.
ama birbirlerini neredeyse hiç tanımadıkları ortaya çıkıyor. daveti veren kişilerden biri proust'da ulysses'i okuyup okumadığını sorar, proust ise "hayır" der. aynı durum joyce için de geçerlidir.
hikayenin devamı ise daha enteresan. efendim parti sonunda proust yanında iki arkadaşı ile birlikte taksiye biner.* joyce ise izin almadan, davet beklemeden içinde proust'un bulunduğu taksiye atlar. dedik ya proust sürekli üşüyen bir insan. bunu bile bile camı sonuna kadar açar ve bir puro yakar.
bu proust için çok kötü bir şeydir çünkü çok ileri seviye bir astıma sahiptir. fakat kibarlığı ile ünlü olan proust bir şey demez joyce'a. joyce bir nevi proust'Un ulysses'i okumamasının intikamını alır. proust'U sevmemiştir.
bu ikili taksi boyunca hiç konuşmazlar ve proust'Un evine gelince, proust arkadaşını kenara çeker ve "taksideki irlandalı'yı taksinin eve bırakmasını" rica eder.
joyce bu teklifi kabul eder ve bu iki edebiyat devi ilk ve son kez bu şekilde karşılaşırlar.
olayın temeli bu yönde. yani içeriği ne kadar doğru bilmem ama bu ikilinin balodaki karşılaşmasının zaman kaybı olduğu konusunda edebiyat tarihçileri, hatta joyce'un biyograficisi bile hem fikir.
böyle tarihte bir konuda iki dev isim karşı karşıya gelince inanılmaz şeyler olacak sanıyor insan. mesela gene devrin, hatta tarihin iki büyük yazarı dostoyevski ve tolstoy karşılaşsa neler olurdu acaba der çoğu insan. ama bu ikili hiç karşılaşmamış birbiriyle.
iyi ya da kötü, james joyce ve marcel proust'Un bir zaman aynı odada bulundukları gerçeği insanı mutlu ediyor, sonra böyle bir hikayenin yaşanması ise güldürüyor.
edit: kaynak da vereyim de, götten atıyorum sanmasınlar.
ulysses gibi gizeminin çözülememesinden "ulan acaba troll mü, troll dersek bir de ağır marjinal entelektüel kitap çıkarsa" diye her entelektüelin kitaplığında bulundurduğu bir kitabın yazarı.
Kız tavlama garantili değildir bilakis kızı uzaklaştırır. Bunu seven kız varsa doğrudan harekete geçin, sakın kaçırmayın.
Yüreğimi yaraladım senin için, asla iyileşmeyecek bir kuşku yarası. Asla bilemeyeceğim, bu dünyada yaşadığım sürece asla. Bilmek de inanmak da istemiyorum. Umursamıyorum. Seni inancın karanlığında arzulamıyorum. Dipdiri, yaralayan kuşkunun içinde arzuluyorum seni. Sana tüm bağlardan, sevgininkilerden bile özgür olarak sahip olmak, bedenen ve ruhen çırılçıplak birleşmek, ben bunu istedim. Ama artık yoruldum Bertha. Yaram yoruyor beni.
armağan ekici ulysses'i türkçeye çeviren 2.çeviri, daha önce bilinen yky'den nevzat erkmen tarafından çevrilmiştir, armağan ekici'nin güzel ve öğretici bir söyleşisi...
2 şubat 1882' de doğup 13 ocak 1941' de ölen irlandalı yazar. bilinç akışı tekniğiyle yazmıştır. (bkz: Dublinliler) (bkz: Ulysses) (bkz: Giacomo Joyce). (bkz: Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi), yazarın otobiyografik romanıdır. (bkz: Sürgünler) adında bir tiyatro eseri vardır. nora barnacle adında bir bayanla evlenmiştir fakat bu hanım joyce'a ve yaptığı işe karşı ilgisiz olduğundan evliliğinde pek mutlu olamamıştır. kim bilir belki de bay joyce ilgili bir eşi ve mutlu bir evliliği olsaydı bizi güzel eserlerinden mahrum bırakacaktı.