işin içinden bir türlü çıkamadağım mevzu. lan bir insan bir şeyi yapmadığını nasıl kanıtlar ki, bir de tek şahit çocuksa ve konu gerçekten hassas bir konuysa. çocuk bile "o yapmadı" diyor, etrafındakiler yok yok yapmıştır sen korkuyorsun bizden saklamaya çalışıyorsun diyor. hayır, benim başıma gelse muhtemelen bende filmdeki karakterlerle aynı tepkileri verirdim. ne yani adam "tecavüz ettim" mi diyecek, tabi inkar edecek. üniversitede öğretim görevlisi olsam bunu sorardım yeminle. mis gibi de ödev. 'siz olsanız bu işin içinden nasıl sıyrılırdınız.' bu mevzuyu kimsenin üzerinde çamur kalmayacak şekilde açıklayabileni "benim sana öğretebileceğim şey yok der" kafadan mezun ederdim.
2012 danimarka yapımı, arşivimin en değerli yapımlarından biri. Dibine kadar ağır bir dram, etkileyici ve gerçek. 36 ödül sahibidir, yönetmenliğini thomas vinterberg yapmıştır. imdb notu 8.3 https://galeri.uludagsozluk.com/r/1434957/+ mads mikkelsen'e cannes'da en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandırmıştır, zira harika bir performans sergilemişti.
Ne zaman izlesem, lucas'ın çaresizlikten en yakın arkadaşına yalvaran gözlerle baktığı sahnede ağlarım. Kilise sahnesi yürek dağlayan cinsten, o bakışlar içinizi acıtır. işte böyle etkileyici bir filmdir. Kaliteli dram izlemek isteyenler kesinlikle kaçırmamalıdır!
konusu bakımından pek orijinal olmayan, fakat anlatım ve yaşattığı tecrübe için 10/10 verdiğim filmdir.
şahsen yavaş ilerleyen filmlerden sıkılan bir insanım, ancak bu beni kendine kenetledi resmen. her duruşu bakışı yorumluyorsunuz ister istemez. öyle sığ bir film değil bu, vakit kaybı olduğunu söyleyen yorumlara aldanmayın. kafanızın rahat olduğu bir ara oturup vakit ayırın derim.
mads mikkelsen'in canlandırdığı baş karakter Lucas, tipi itibariyle aslında bana göre itici, soğuk ancak çocuklarla kurduğu bağ ve iletişimin gücünü gördükçe ısındığınız bir karakter oluyor filmin başlarında. ayrıldığı eşinin göstermediği oğluna özlem duyan, aynı zamanda da hayvansever bir abimiz oluyor kendisi. bir gün çalıştığı kreşte ona fazlaca yakınlık duyan bir kız çocuğunun cinsel içerikli uydurmalarıyla bir anda insanların gözünde sapık bir canavara dönüşüyor. her şey güzel giderken Lucas'ın bir anda toplumdan haksız yere dışlanmasına içiniz giderken, hala azimle hak ve onur arayışına şahit oluyorsunuz.
her şey tatlıya bağlandıktan ve aradan bir sene geçtikten sonraki bir sahne var ki insana kendi ahlaksızlığını sorgulatır cinsten. küçük kız yerlerdeki çizgilerin üzerine basmaktan hoşlanmadığı için kapıdan içeriye giremiyor. ve film boyunca haklı olduğunu bildiğiniz, asla birini incitmeyeceğini düşündüğünüz adam, bu sahnede küçük kızı kucağına alarak kapı eşiğine kadar ona yardımcı oluyor. kız önce çekiniyor adamdan, kas katı ve soğuk duruyor kucağında. işte o sırada aklımdan adamın gerçekten kızı taciz ettiği düşüncesi geçti ve tiksindim bu görüntüden. film boyunca adamı suçlayan zihniyet nasıl içime işlediyse, adamın suçsuz olduğunu bilmeme rağmen kız adamın boynuna sarılıncaya kadarki o kısa süre içinde tiksindim Lucas'tan. işte burda yönetmeni tebrik etmek lazım. insan zihninin bu şekilde kirlenmeye nasıl elverişli oluğunu bana gösterdi.
kilise sahnesi muhteşemdi. film afişine konulmuş o bakış, çok yerinde bir seçim. Lucas kimse tarafından sevilmeyen istenmeyen biri olup çıktıktan sonra sığınacağı tek şey tanrı oluyor. ama gururuna yediremeyişi ve hala kendini doğru ifade etme isteği var içinde. işte o an o bakışı atıyor bir zamanlar en iyi arkadaşı olan ama şimdi onu kızının sapığı olarak gören adama.
gururdan gözleri doluyor...
"the hunt" ismiyle bu film ne alaka derseniz: adamcağız eski yaşantısına dönüp tekrar geyik avına çıkıyor sevdikleriyle. kendinden emin ve güvenli. ancak bir anda bir kurşun kafasının üzerinden ağaca saplanıyor. hayal meyal üzerine tüfeğini doğrultmuş birini görüyor ve bu görüntü kayboluyor. işte orada aslında avcı değil de halen bir av olduğunu anladığındaki yüz ifadesi var ki mikkelsen'i bir kere daha takdir etmek lazım. işte hayat da bu ahlak anlayışı ya da anlayışsızlığı düzeyinde aslında böyle değil midir bazen. birilerinin attığı çamur çıkmaz üzerinden, asla anlatamazsın derdini. hukuken temize çıksan bile, bir yerde birilerinin zihninde hep o şüphe kalacaktır mutlaka.
son bir şey daha. bu insanlar o kadar arkasından konuşup çamura buladıkları adamın nasıl yüzüne bakabilmektedirler akıl alır gibi değil. yüzüne bakmayı bırak, tekrar eskisi samimi davranıyorlar bir de, tabi görünüşte. bu nasıl bir riyakarlıktır yav. belki danimarka toplumu böyle bir toplumdur bilemiyorum. ama değil 1 sene, aradan 10 yıl bile geçse ben o adamın yüzüne bakamazdım utançtan.
insanların nefrete nasıl kısa bir sürede ulaşabileceklerini derinlemesine gösteren film. suçluyu ya da suçu insanların çözmesine izin verildiğinde neler olabileceğini gösteren film. anlamayanlar olabilir sert bi konu ama insanların kutsalları ya da değer verdikleri insanlar hakkında işlenen suçlar için çözüm unsuru olarak kendilerini görmeleri sonucunda linç kültürün tehlikesini tüm ön yargılara rağmen çok iyi işleyebilmiş film. insanlar kendilerince yanlış hatalı yada suçlu gördükleri insanları cezalandırmaya kalktığında neler olduğunu Madımakta gördük hala da görüyoruz bakın ellerinde palalarla sopalarla sokaktaki insanlara.
Klara küçük şeytan. Senin gibi çocuk olmaz olsun. Annen de sen de o baban olacak theo da lucas'ı bitirdiniz. Adamı paramparça ettiniz be. Keşke lucas cidden şu kıza bir şey yapsaydı da benim de içim rahat etseydi.
Gelelim olayın baş sorumlusu müdüre grethe kızım sen nasıl bi insansın. Küçücük bi çocuğun söylediği bir sözü nasıl ciddiye alıp adamı suçlu çıkartırsın ya. Neymiş efendim çocuklar yalan söylemezmiş. Çocuk yalan söylemiyor da koca adam mı yalan söylüyo. Hey allahım sen akıl ver.
Lucas canım. Sen de niye kendini savunmadın. O küçük şeytan bana aşık oldu öpmeye kalktı demedin niye be niye. Ama o kilisede ağlayışın theo'ya suçsuz olduğunu kanıtlaman içimi dağladı be..
Köpeğin öldüğü ve lucas'ın oğlunun kavga ettiği sahneler muazzamdı. Ama filmin sonunda anladık ki lucas avcıyken av oldu. Bu leke de üstüne yapıştı kaldı...
çok sıradan basit bir olay aslında filmin anlattığı. laf arasında duysanız üzerinde düşünmeden yaftayı yapıştıracağınız cinsten. avrupa sinemasına da ilgili biri olarak hayli zamandır izlemeyi kafama koyup bir türlü fırsat bulamadığım, izlemenin bugüne nasip olduğu film.
ince düşünen kolay kolay kimseye şöyledir, böyledir demeyen biriyim. bu filmde dünya üzerinde en çok nefret ettiğim kıt kafalı, insanları kolayca yaftalayabilen tiplerden bolca vardı. bazıları şüpheye düşse de toplum psikolojisine uyup " çamur atıp iz bıraktıran " insanlar. hepsine lanet okudum film boyunca. masum, günahsız, içine kapanık bi adamın hayatı nasıl sikilip atılır ortaya koydular. çok da zor değil yani; sonuçta film boyunca gördüklerimiz hayatta kolaylıkla karşımıza çıkabilecek cisten.
masumiyetini kanıtlayamayan hatta bunun için çabalayamayan lucas'ı gördükçe içiniz parça parça oluyor film boyu. mads mikkelsen'in oyunculuğunu tartışmaya gerek duymuyorum ki adam hissederek oynamış ve bizlere de hissettiriyor o psikolojiyi, helal olsun.
masumiyet demişken yıllardır yakın çevremde barım barım bağırdığım lakin kimseyi inandıramadığım "çocuklar masum değildir" sözünü kanıtlar nitelikte bu film. kızın iki lafıyla adamın dünyası mahvoldu ama o kız masum öyle mi? yerim öyle masumiyeti. çocukken kardeşimle bir çok kavgamızda "şöyle dedi, böyle yaptı" iftiralarından sonra anladım ben çocukların masum olmadığını. kafalarına ne eserse söylüyorlar düşünmeden etmeden. yazık oldu lucas'a. çamur attılar izi kaldı.
iyi ki canımız sıkıldı bi film izleyelim dedik. gecemin içine sıçmıştır, senaristinden ışıkçısına kadar hepsin... teşekkür ederim. filmin sonunda bi yıl sonra iyi adamın suçsuzluğu anlaşılınca bi kere diğer o şerefsizler adamın ayağına kapanıp özür dilemeliydi. ben öyle bir sahne görmedim. bu filmin izleyicisine yaptığı büyük bir saygısızlık. içim rahatlamadı. enerjim içimden alınmadı. onların o acınası, suratlarına tükürülesi halini görmeliydim. o yüzden bok gibi filmdi işte. hiç sevmedim. böyle film mi olur lağ. olan köpeğe oldu ben ona acıyom. katili de o cadalozdur.
2012 danimarka yapımı, sinirleri bir hayli zorlayan film.
vinterberg bu filmle olağanüstü dönüşümünü gerçekleştiriyor.
hatırladığımız gibi vinterberg lars von trier ile birlikte dogme 95 akımını başlatmışlardı.
o gündür bu gündür kendisinden iyi haberler alamıyorduk, filmekiminde izleme şansına nail olanlar,
koltuklarından kalkıp neredeyse haykırıyorlardı "onur savaşı"nı..
kuzey avrupa sinemasının en güzel örneklerinden biri. filmde ki rolü mads mikkelsen'e cannes'te en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandırmış ama az bile kalmış ödül.
--spoiler--
film boyunca lucas sakin kalmayı başardıkça ben kendimi o kadar sıkmışım ki o gün boğazım şişti. iftira ne lanet şeymiş. en yakın arkadaşına da anlatamıyosun derdini. klara'nın ailesi çocukla o kadar ilgisiz ki kızın bazı takıntılarının bile farkında değiller. abi desen ayrı bir mal. kasabalı zaten iki yüzlü. fatura da kendi halinde oğluyla yaşama mücadelesi veren lucas'a kesildi.
--spoiler--