isteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum. Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... içimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... içimizde şeytan yok... içimizde aciz var... Tembellik var... iradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var... sabahattin ali
sabahattin ali'nin bu romanı sabahattin ali ile nihal atsız'ın arasını açmıştır. söylenenlere göre kitaptaki nihat karakteri nihal atsız'ı temsil ediyormuş. nihal atsız bunun üzerine ömer karakterinin sabahattin ali'nin kendisi olduğunu söylemiştir.
tolstoy'un küçük küçük hikayeciklerden oluşan müthiş kitabıdır. kitabı herkese tavsiye ederim...
'Bir zamanlar bir iyi, bir de kötü büyücü varmış. iyi büyücü, bir insanı, kötü büyücünün şerrinden kurtarmak için, onu buğday tanesine çevirmiş. Kötü büyücü birden bir horoz olup, tam taneyi yutacakmış ki, iyi büyücü tanenin üzerine bir şinik buğday dökmüş. Böylece kötü büyücü aradığı taneyi bulamamış.' işte Hıristiyanlar da Allah'ın kitabı olan incil'i bu hale getirdiler. Allah'ın kitabının yanısıra 49 kitabı kutsal tanıyarak hak ve bâtılı birbirine karıştırdılar.
hakeden yüzlere tokat gibi çarpan bir sabahattin ali romanı. romanda bab-ı ali sürtüşmeleri, aydın bir zümrenin birbirlerine karşı istihfafları, bir takım çürük fikirler (bkz: faşizm) üzerinden elde edilmesi planlanan şöhret ve para, toplumun aciz ve iradesiz birey üzerindeki keskin rolü çarpıcı bir biçimde anlatılıyor...
öte yandan insanın yalnızlığı mükemmel bir şekilde işlenmiş. ve asıl mesele: içimizdeki şeytan
yaptığımız yanlışların mesuliyetini üzerimizden atabileceğimiz, kendi nefsimizi bir tesadüfün kurbanı gibi görerek bir nevi kendi kendimizi aklayabileceğimiz bir ara eleman. halbuki ne şeytanı diyor sabahattin ali ömerin ağzından, ''.... ne şeytanı azizim, ne şeytanı? bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması...içimizdeki şeytan pekte kurnazca olmayan bir kaçamak yolu...içimizde şeytan yok...içimizde acizlik var...tembellik var...iradesizlik, bilgisizlik bunlarında hepsinden korkun bir şey; hakikati görmekten kaçmak itiyadı var...''
Sabahattin Ali'yi Oğuz Atay ile kıyas etmek sanırım yanlış olur, mevzuu zaten kıyas etmek değil, ikisi de ne güzel romancılar ne yakınlar öyle birbirlerine..
Bu romanda Ömer bizi yerden yere vurmuştur, biz susmuşuz, içimizdekileri Ömer anlatmıştır. Bedri ile Macide'yi evde baş başa gördüğünde geçirdiği nöbet ve anlattıkları tüyler ürperticidir. Romanın salt aydın eleştirisi olduğunu yazmak ve öyle düşünüp, değerlendirmek romana haksızlık olur. Sabahattin Ali'nin yazacak bir romanı varmış, yazmış. Muhakkak ki eleştiri vardır dönem aydınlarına roman içerisinde ve ağır eleştirilerdir ancak romanı sadece bir ayar romanı olarak görürsek Sabahattin Ali sanatını inkar etmiş oluruz. Kendini arayan adamın ve kaybolduğunun farkında olmayan adamların ve güzel bir kadının romanıdır. Şahanedir..
aslında düşünmek lazım içimizde şeytanmı var yoksa asıl şeytan olan biziz. bakıyorumda inannın bir birimmize yaptıklarımızı şeytan bile onaylamıyordur. belki iç geçirip bize açıyordur.
birbirimizi kandırmayı,aldatmayı,küçük düşürmeyi,ağlatmayı,..... ve buna benzer birçok şeyi bide marifetmiş gibi bilerek vede eğlenerek yapıyoruz. şimdi ben soruyorum şeytan içimizdemi yoksa asıl şeytan bizizde bunu kendimize yakıştıramadığımız için içimizde seytan var diyoruz.
Sabahattin Ali'yi Oğuz Atay ile kıyas etmek sanırım yanlış olur, mevzuu zaten kıyas etmek değil, ikisi de ne güzel romancılar ne yakınlar öyle birbirlerine..
Bu romanda Ömer bizi yerden yere vurmuştur, biz susmuşuz, içimizdekileri Ömer anlatmıştır. Bedri ile Macide'yi evde baş başa gördüğünde geçirdiği nöbet ve anlattıkları tüyler ürperticidir. Romanın salt aydın eleştirisi olduğunu yazmak ve öyle düşünüp, değerlendirmek romana haksızlık olur. Sabahattin Ali'nin yazacak bir romanı varmış, yazmış. Muhakkak ki eleştiri vardır dönem aydınlarına roman içerisinde ve ağır eleştirilerdir ancak romanı sadece bir ayar romanı olarak görürsek Sabahattin Ali sanatını inkar etmiş oluruz. Kendini arayan adamın ve kaybolduğunun farkında olmayan adamların ve güzel bir kadının romanıdır. Şahanedir..
'isteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığı, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyürdum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... içimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... içimizde şeytan yok ... içimizde aciz var... Tembellik var... iradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var...'
--spoiler--
son dönemlerde ergenekon davası üzerine fazlasıyla düşünmemden mi kaynaklanıyor bilmiyorum ama sanki kitabın sonlarına doğru ömer*'in yakın arkadaşı nihat ve ekibinin tutuklanması bana bu operasyonu anımsattı. kitapta mevzu bahis olduğu üzere nihat ve arkadaşları içleri şeytanın esiri olmuş bir şekilde güce tapmaktan kalemlerini nereden olduğunu bilmedikleri bir kuvvetin silahşörü gibi kullanıyorlardı. tabii soruşturma neticesinde bu kuvvetin bir takım büyük devletler olduğu anlaşılmıştı. bunlar gerekli paraları tedarik ediyorlar ve yayınladıları dergilerinde kendi gibi düşünmeyenlere hakaret ediyorlardı. geçimlerini de bu sayede sağlıyorlardı. dergideki polis araması neticesinde, nihat ve ekibinin bir takım kağıtlara çevrelerindeki insanların düşünce yapılarını özetleyen günümüzde fişleme diye tabir ettiğimiz notlar düştüğünü tespit etmişlerdi. ömer de nihat ve ekibinin yanında kuru-yaş misali yanmıştı gerçi. şuan aklıma geldi de kitaptaki nihat karakteri acaba nihal atsız olabilir mi diye düşünmüyor değilim yani. bir nevi taşlama misali.
başrollerinde john lithgow ve lolita davidovich'in yer aldığı brian de palma'nın yönettiği filmdir. orjinal ismi raising cain'dir. psikolojik gerilim türündeki film, çoklu kişiliğin insana neler yaşatabileceğinin güzel bir örneğidir. izlenilesi bir filmdir.
sabahattin ali romanıdır..."isteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona
yüklüyor,..."şeklinde devam eden cümlesiyle hayranlığımı kazanmıştır..