şu satırları var ya şu satırları önce kendi suratıma sonra ilişkim olan her bir insanın suratına çarpmak istiyorum. ötesi yok durum budur, yazıklar olsun hepimize.
sabahattin ali'nin her romanını bitirişimde iç dünyamın ciddi anlamda çökmüş olmasıyla beraber garip de bir huzur hissediyorum. içimizdeki şeytan da şüphesiz o eserlerden biriydi. sanırım bu, yarattığı karakterlerle yaşam ve insan gerçeğini apaçık yüzümüze vurmasından ileri geliyor. kitabın dil ve anlatım özelliklerini eleştirmeyeceğim, yorumum sadece psikolojik yönden. insanların ruh tahlilinin bu kadar güzel incelendiği bir eserdeki diğer tüm kusurlar göz ardı edilebilir diye düşünüyorum... ömer karakteri kesinlikle çok çarpıcı ve aydın kesimin sorunları çok iyi işlenmiş, muhteşem bir tablo ortaya konulmuş. veznedar sahnesi ise direk hafızaya kazınıyor.kitap hakkında söylenecek daha fazla bir şey de yok...
--spoiler--
"ikimiz de aynı şehirdeyiz ve birbirimize varmamız için yarım saatten az bir zaman yeter. buna rağmen o orada ben buradayım. neden? sebep yok...
ben burada ne yapıyorum?
--spoiler--
Sabahattin ali tarafından 1940 yılında yazılmış; aşk, ihanet, riyakarlık gibi konuları benim böyle tek kelimeyle yazdığım kadar basit işlemediği bir eser. kürk mantolu madonna bu kadar ünlüyken bunun az duyulması da ilginç. Biraz daha uzun olduğu için olabilir.
Şimdi nereden başlasak... Aydınlar ve aydın geçinenlere de güzel giydirmiş, helal olsun. Bu konudaki fikirleri, bugün de belki birazcık daha kompleks bir şekilde olsa da- geçerliliğini hala koruyor. Bugünküler biraz daha alengirli elit tavırları takınıyorlar sadece.
Sonlara doğru bedrinin, şair arkadaşlarından birisinin tükürdüm gözlerimi ağzımdan boncuk gibi mısrası hakkındaki ve ömerin arkadaşlarının kafa yapılarını analizi pek bir acayipti. Onun da iç dünyasının görünenden daha geniş olduğunu belli edercesine. yazarın eqsunun ne kadar yüksek olduğunu da buradan anlıyoruz.
Veznedar hüsamettin efendiyle arasında geçen son konuşmaya ne denir pek bilmiyorum. Sabahattin ali bu sayfalarda bizi vurdu, sonunda da ufak bir pansuman yaptı. Bakalım böyle yaşanır mı yaşanmaz mı...Yine de, O şartlar altında olabilecek en mutlu sonla bitirmiş. iyi de yapmış. *
Ömere de haksızlık etmemek lazım. O da aslında iyi bir karakter. Doğruyu bulmak ve yeri gelince doğru davranabilmek de kolay değil. Tabiri caizse hamuru iyiymiş.
[+] mehtapta gezmekten hep hoşlanırız. Bu sırada yanımızda biri bulunmasını da müthiş surette isteriz, fakat iki aptal herif, romanlarında mehtaplı aşk sahnelerinden bahsettikleri için bu muazzam zevki, bu şiddetli ihtiyacı gülünç buluruz. Görülüyor ki ahmaklık sade ahmaklara değil, akıllı olduklarını sananlara da hükmediyor! diye düşündü.
[+] macide, etrafındakilerde hoşuna gitmeyen herhangi bir şey gördüğü zaman aklına ilk olarak acaba ben de aynı şeyi yapıyor muyum? düşüncesi gelirdi. Fakat arkadaşlarından hiçbirisinin, ömründe bir defa olsun, kendini böyle bir sualin karşısında bırakmadığı muhakkaktı.
[+] ben sana rehber değil ancak yoldaş olabilirdim fakat yolu ikimiz de bilmiyorduk ve birbirimize yük olmaktan, birbirimizi şaşırtmaktan başka bir şey elimizden gelmiyordu.
[+] iyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir.
[+] son zamanlara kadar fena bir şey yapmıyorum ya! der ve kendimi temize çıkarmaya çalışırdım. Fakat hadiseler gösterdi ki, fena olmayışım tesadüf eseriymiş, fırsat düşmemiş, zaruret olmamış. Nitekim hayatın ilk çelmesinde yuvarlanıverdim. *****
[+] macide, yemin ederim ki dünya kurulalıdan beri hiç kimse kendini, benim o anda bulduğum kadar aşağılık ve iğrenç bulmamıştır.
[+] dünyada hiçbir lisanda bu kabiliyet yoktur. Saatlerce konuşup hiçbir şey ifade etmemek kabiliyeti.
[+] artık ayrılmamız lazım. Dediğim gibi, sana en küçük bir faydam olacağını bilsem her şeye tahammül eder ve kalırdım. Halbuki selametinin yalnızlıkta olduğunu görüyorum. Hala, bugün bile şuna kaniiim ki, bir müddet daha bocaladıktan sonra, yolunu bulacaksın, fakat yalnız olman lazım. Herhangi bir insanın, ayaklarına dolaşmaması lazım...ne olurdu? Birbirimize birkaç sene sonra tesadüf etmiş olsaydık! O zaman hayatımız belki bambaşka bir şekil alırdı. O zaman sana tabi olur ve bundan zevk duyardım. Fakat şimdi, hiçbir faydası olmadığını bile bile, yanlış ve manasız bulduğum şeylere oyuncak olmak, bütün sevgime rağmen imkansız...
--spoiler--
sabahattin ali'nin bir romanıdır. Bedri'nin bir şiir üzerinden yola çıkarak yaptığı çözümleme cidden insanı derinden etkiler. Son cümlesi de şöyledir;
"Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır"
Bu söze değinmeden kesinlikle bu roman eksik kalırdı. "içimizdeki şeytan" lafına binaen ömer'in zikrettiği o laf ise insanın aklına bir çizi gibi çakılır;
"halbuki ne saytani azizim, ne saytani? bu bizim gururumuzun, salakligimizin uydurmasi... icimizdeki seytan pek de kurnazca olmayan bir kacamak yolu... icimizde seytan yok... icimizde aciz var... tembellik var... iradesizlik, bilgisizlik ve bunlarin hepsinden daha korkunc bir sey: hakikatleri gormekten kacmak itiyadi var..."
'' sonra seni seviyorum. neden sevdiğimi bilmeden seviyorum. bu sevgiyi her gittiğim yere beraber götüreceğim.
allahaısmarladık. sende bana kızma. başka türlü yapamazdım.''
sabahattin ali okumak için türlü sebeplerimiz var .
Sabahattin Ali'nin en iyi kitabı. "insanın romanı" demek çok abes durmaz sanıyorum. Öyle gerçekçi bir şekilde işlenmiş ki insan dedikleri; onu tüm çirkinliklerine, zaaflarına rağmen içindeki "kötüyle savaşma arzusu" sebebiyle bağrına basıyorsun. Acıyorsun ama seviyorsun da... Anlatamadım, anlatamam da...
Artık korkuyorum. Saadetin bizi korkutacak kadar çok ve kesif olması nedir bilir misiniz?
usulca fısıldar kulağımıza içimizdeki şeytan: 'kötülük iyilikten her zaman daha dürüsttür. kötülüğ ün doğasıdır dürüstlük. kimse mahsuscuktan kötülük yapmaz. işte bu yüzden bütün günahlarımız masumdur.
şu an yapı kredi yayınlarından çıkan bir sabahattin ali eseri.
kürk mantolu madonna kadar etkilemez diye saçma bir önyargı ile başladığım, bittiğinde ise bu önyargıyı yıktığımı gördüğüm kitap. diğer sabahattin ali romanlarına göre daha fazla kitap karakteri içeren, sadece aşka yönelik olmayıp, içerisinde güzel ama harcanılmış bulduğum bir aşk barındıran güzide eser. her sabahattin ali kitabında olduğu gibi bu kitapta da altını çizmeye değecek cümle sayısı fazlasıyla mevcut.
demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi. tesadüflerin oyuncağı olacak olduktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı ? yaşayışımıza ve etrafımıza şekil vermek arzusuyla dünyaya gelmekten ise hayatın ve muhitin verdiği şekli kolayca alacak kadar boş be yumuşak olmak daha rahat, daha makul değil miydi ?
yapı kredi yayınları'nın felsefe alanındaki hemen hemen bütün çevirilerini üstlenmiş olan sabahattin ali'nin, aşk ekseni ile hayatın anlamını ve ahlaki değerleri sorguladığı güzel bir roman. alttaki satırlar ise arka kapaktan:
--spoiler--
"isteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığı, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyürdum. halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... içimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... içimizde şeytan yok ... içimizde aciz var... tembellik var... iradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var..."
--spoiler--