içimdeki deliler

entry102 galeri0 video1
    102.
  1. 101.
  2. ben: git lan git diyorum sana.

    içimdeki deli: ben gidersem coşkun gider, acı da tatlı da aynı kaptan.

    ben: düz yaşamak da hoştur, bu sözler boştur.

    içimdeki deli: eklektik ol hıyar. az düş yaşa az bana gel.

    ben: sen kimsin lan?
    1 ...
  3. 100.
  4. gene öldüm şuracıkta, ruhunuz duymadı di mi?

    bilmez pek kimse konuşurken bıyık uçları titreyen o ihtiyarı. evet, lisenin karşısındaki kitapçıda tanışmıştık vaktiyle ve sonra belli aralıklarla çay içmelerimize de eşlik etmişti juan ve bana ek olarak. hanginizin lafıydı "ölüler bizi görür" demiştiniz geçtiğimiz temmuz ayında. onun da ağzını sikeyim her hanginiz ise...

    sahtelikten uzak olmanın aslında kolayına bir şey olmadığını öyle bir anlatmıştı ki sonra da "gerçek" dediğimiz acılardan bahsetmişti tüm çıplaklık ile. hanginiz diyordu "çıplaklık güzeldir" diye? onu öpeceğim, ölüler de çıplak olurlar çünkü.

    içimizde en güzellerimiz ölülerimizdir hep. çünkü öğrenebilecekler arasında en afilli olanı öğrenmişlerdir onlar ve dünyanın en kötü insanı dahi olsalardı sırf "öldü" diye ağlatacakları birileri vardı hep.

    1 ...
  5. 99.
  6. burda da mı? son kurşunumdu o benim, bilmiyorsun. şimdi ateş altındayım ve kovboylar, ölümsüz değillerdir. hanginiz fısıldadı bunu? kurak bir içanadolu şehrinden esiyor rüzgar ve torosları delerek ulaşıyor okyanusun kapısına. ben, içime çekiyorum ve deniz çarşaf gibi ama bilinen anlamda değil. sanki yorgun bir geceyi ağırlamış bir çarşaf gibi hırçın ve dağınık alabildiğine.

    hangi orospu çocuğu gelip de yeşil gözlerden bahsetti bana? hanginiz hatırlattı yok yere kabuğunu soymaktan vazgeçtiğim bir yarayı.

    kahverengi, iri gözler. yeşil ve berrak sonra. sarı saçlar, siyah saçlar. kot etek, beyaz bir elbise, siyah bir askılı, bulaşık bir tava, doğranmış domatesler, fincanda kahve ve ve ve kültablasında bilmem kaç tane izmarit koleksiyonu.

    bırak ay gitsin, sen kal bu gece...

    o şarkıyı hanginiz mırıldandı? zerre aklınız varsa aklınızı sikeyim! ecelinize susamış olmalısınız siz, başka izahı yok bu işin.

    ay ışığı, der durursun vay aman.

    peki o zaman, sen! şuradan bağlamayı kap gel bakalım aslanım. biraz işimiz var seninle. çalmayı biliyor musun? unutmuş olsan da çok dert değil; sen çalacaksın ve ben söyleyeceğim. çalıp da söyletmeyenlerin tutulmamış sözlerine inat hem.

    neşet ertaş'ı bildin mi? evet oralı olan neşet, memleketinin ismini söyleyeni de diri diri yakarım!

    çal neşet ertaş'tan. benzer acıları, benzer şekilde yaşadığım adamlar için de çal, ben söylerim. susturulmuşluklara inat biraz da...

    niye çattın kaşlarını
    bilmiyom yar suçlarımı
    ölürsem ben saçlarını
    yolma gayrı, yolma leyli leyli

    doğru çal şu zıkkımı. ve artık sen söyleyeceksin, benden bu kadar. bitti, tükendi işte. git şimdi.

    hadi kuşum, hadi selametle...
    1 ...
  7. 98.
  8. biber salçası mı? o da nereden çıktı şimdi?

    evet, suyunu çektikçe daha da acı bir hal alıyor ve eskisi kadar yayılmıyor acı. pişti tam 4 yıl. gece ve gündüz...

    aslında yapılmayacak işlerdi benim yaptığım bazı işler, kabul ediyorum. aklımı sikeyim, var biraz ne olsa.

    en çok da bu sene zorlandım ama biliyor musunuz canlarım? ömrümün hiç bir döneminde canlarımı bu kadar kolay harcamamıştım ben. dört sene öncesi hariç.

    eskiden yüzüm daha güleçti benim. gülünce, gülerdim hani. bu kadar dağılmazdı dikkatim ve daha az dert ederdim şimdiki pek çok derdimi.

    ama işte olmuyor şimdi. "büyümek" dedikleri böyle birşeymiş erkek için, bir arkadaşım böyle demişti. gülenin ağzını sikerim, bu gece yas tutacağız hep beraber.

    hadi şimdi bir ağıt yakın ama sesini çıkartanı, kulaklarından tavana çivilerim; çocukluğumun en afilli tehdidi budur en nihayetinde.

    bak şimdi. burada asıl mesele yokluk değil. aslında burada bir mesele de yok, aslı da yok, sureti de yok. burada yokluğun en acı yerindeyiz.

    çay bardakları, eskisi kadar çaya bulanmıyor artık. kültablası nüfusunda patlama var ama o kültablasına elini süren çıkarsa aranızdan, sikerim ıstırabını.

    bu gece uzun samsun içeceğiz. öksürük nöbetleriyle geçecek bütün gece, itiraz edenin gırtlağını sikerim; bilesiniz.

    bu gece, biraz uzun sürecek. küfrün mevlüdünü okuyacağız hep beraber. sövgünün kitabını yazamayanı gene sikerim, uyarıyorum.

    eskiden dilim daha az söverdi benim. sövünce, söverdim hani. bu kadar dağılmazdı şefkatim ve... vesi yok, hepsi bu kadar.

    ağzını açanın bu gece...
    1 ...
  9. 97.
  10. hanginizin fikriydi bu kitabı almak? aklınızı sikeyim derdim ama nafile olacak korkarım, demiyorum.

    ben kendi aklımı sikeyim. neden tutuluyor böyle zaman zaman ve neden kuruyor dilim, dimağım böylesine.

    yapış yapış bu yaz akşamları için birinizin, o elemanla konuşması lazım. işler, iyice rayından çıkacak yoksa. öksürüp tüküreceğim ve yapışacak bıyıklarıma bir parça kan pıhtısı. havlu vermeye kalkışanınızı vururum. dilimi değdireceğim kendi kanıma, arada bir iyi gelir hem.

    yazılmış onca kitap var ve oncasını da alıp okumak mümkünken neden gidip de onu aldırıyorsun lan sen bana? şimdi, okuduğum her sayfayı kopartıp da yakmam gerekecek. iyice kendinize benzettiniz beni de anlaşılan bu yapış yapış temmuz gecesi.

    sen söyle ulan! insanın, kitap okurken eli titrer mi? benim titriyor şimdi. cesaretimi toplayamıyorum resmen. birinin daha, tek bir kişinin daha tıpkı benim yaşadıklarım gibi yaşamış olmasını istemiyorum tüm bu şeyleri. kabul edemiyorum sanki, tahammül edemiyorum keza, tahmin edemiyorum ne kadar daha. ama olmuş işte... sanırım artık bir yazarı daha eklemenin vakti gelmiş olmalı, ekliyorum gene elim titreye titreye. ama eskidendi bu coğrafyada yazarların öldürüldüğü günler. belki bir fırsatını bulsalar şimdikileri de öldürecekler ama benim en çok üzüldüğümdür fötr şapkalı, gözlüklü ve pipolu yazarın ölümü. güzel düşünürmüş çünkü anladığım kadarıyla.

    hadi şimdi ıslık çalsın biriniz, ötekiniz de kalkıp şu yeni gitarımı getirsin. tarihten aklımda kalan üç beş akor varsa onları tıngırdayalım. en sevdiğimdir la minör. ne çok incedir kırılacak kadar, ne de çok sert gelmiştir hep kıracak kadar. ortasını bulamamış bir adamın orta hali gibidir.

    penim parmaklarım, sizin kafataslarınız nasır tutana kadar şarkılar çalacağız bu gece. kimse duymadan söyleyeceğiz en bilindik şarkılarımızı ve sonra güneş doğmasına yakın hep beraber melodik isyanlar çıkartacağız bu şehirde. tenimiz kanayacak ve elimize hiç bir şey geçmeyecek sonunda. ben alışkınım, siz de alışsanız iyi edersiniz.

    bundan sonra her denk gelişimiz aynı resmi törenin gölgesinde kalacak çünkü. bir seremoni yankılanacak gecenin tenha göğünde ve kırlangıçlar, artık başka coğrafyaların yeşilinde ötüşecekler, ölecekler belki.

    hanginiz tutuşturdu elime şu kitabı? onu bir yakalarsam çok, çok kötü şeyler olacak benden söylemesi.

    söyleyin ona, artık uzağımda dursun. istemiyorum çünkü artık sattığı her neyse. gidip, ötede satsın. benim, yeterince hikâyem var, ellerim titreye titreye yazdığım ve yeni bir hikâye için sanırım yeterince cesaretim dahi yok.

    söyleyin ona, artık istediği şarkıyı ve istediği gibi dinlesin. hem iyi olması önemli benim için ve çünkü önemsiyorum bunu. aslında önemsediğim az şeyden birisidir bu. ama söyleyin, artık sattığı her neyse istemiyorum.

    tıkabasa var bende çünkü, artık sattığı her neyse.
    1 ...
  11. 96.
  12. kişiyi yanlış yollara bazen ise doğru yollara saptıran bıcır bıcır diye nitelendirebileceğimiz histir .
    4 ...
  13. 95.
  14. evet, bir zamanlar konuşuyorduk. suskunluğa gömülmeden önceydi...

    - bir gün. güneşli ve berrak bir gün heybeliada'dayız seninle. çimenlerde oturmuşuz, sen sırtını bana yaslamışın. kitap okuyorsun bana yüksek sesle ben de olmayacak sorularla bölüp duruyorum seni. sonra bir açıklama farz oluyor benim adıma aslında bu kadar şapşal değilimdir, biliyorsun diyorum sana ve sen de aslında ben de bu kadar sabırlı değilimdir diyorsun bana.

    + sen hayal kurduğunda ben bir garip oluyorum. sanki yaşıyormuşum gibi o anı.

    - basit ve yaşanılabilir hayaller kurmayı öğrendim, ciddi bir meziyettir.

    hem bir sabah uyanacağız ve senin yüzün öylesine güleç olacak ki o sabah. sanki ömrünün bütün diğer sabahlarına olan borcunu ödemek istiyormuşçasına saçılacak yüzüne gülüşün. benim dudaklarım, senin yanakların yorgun olacaklar.
    2 ...
  15. 94.
  16. Hadi biraz kitap okuyalim bu gece;

    - en cok sevdiginiz yazar?
    * fante.
    - kim?
    * john f-a-n-t-e. Toza sor, bahara kadar bekle, bandini.
    - nerde bulabiliriz kitaplarini?
    * ben kutuphanede buldum, besinci cadde ile olive kavsagindaki ana kutuphanede.
    - onu neden begeniyorsunuz?
    * duygusalliktan korkmadigi icin. Cok cesur bir adam.
    - baska?
    * celine.
    - neden?
    * bagirsaklarini destiler ve guldu, onlari da guldurdu. Cok cesur bir adam.
    - cesarete inanir misiniz?
    * cesareti herseyde gormek guzeldir. Hayvanlarda, kuslarda, surungenlerde, insanlarda.
    - neden?
    * neden mi? Iyi bir his doguruyor icimde. Umutsuzluga ragmen bicem meselesi.
    - hemingway?
    * hayir.
    - neden?
    * fazla ciddi. Iyi bir yazar, cumleleri guzel. Ama onun icin hayat kesintisiz bir savasti. Hic birakmadi kendini, hic dans etmedi.

    Defterlerini kapatip kayboldular. Yazik. Beni asil gable'in, cagney'in, bogart'in, errol flynn'in etkiledigini soyleyecektim onlara.
    1 ...
  17. 93.
  18. toplanın bakalım, bir cenaze sessizliğiyle kuşatalım bu gecemizi. bu gece, susuyoruz. sadece susuyoruz hem de... hem susmak dediğin, deli cesareti ister bazen. malum, konuştuğunda kırmak bir ihtimalken sustuğunda kırmak bir mutlakiyettir. hanginizdi lan damarıma basan? dışım susarken, içimde çığlıklar atıldığını söyleyen? aklını sikeyim onun, günahı yok zira bu yaptığımın ve biliyorum ki yanmayacağım bu sebepten.

    biriniz ondan bahsediyordu daha bu sabah. bir adım öne çıksın, görülecek bir hesabımız var onunla... hem kim olduğunu sanıyor ki? benim ölümcül suskunluğumu gölgeleyecek cür'eti nereden buldu kendinde? hadi ama bir adım öne çıksın, yoksa ben bilirim yapacağımı.

    bana bir bıçak verin. bana ait olmayan bir ses duruyor göğüs kafesimin altında, ne olduğunu öğrenmeliyim. çıldıracağım yoksa ve bu biraz alçakça olacak. bu gece, gülmeyi yasaklıyorum hepinize. yanlış çağrışımlara sebep oluyor ve boynuma sarılmak isteyen çıkarsa aranızdan, önce onu bıçaklayacağım.

    hem bir adamın boynuna sarılmak da ne demek? bu, tehlikeli ve hatta fazla tehlikeli olurdu. hele elini, ensemde gezdiren biriniz çıkarsa 3'ten 9'a şart olsun belasını, diri diri sikeceğim. gözlerime bakmasın söyleyin şuna ve sazını getirin ötekinin çalıp da söyleyerek susacağız bu gece. söyleyin şu küçüğe ağlamasın, burası ne yeri ne de zamanı bunun. bu gece sadece suskun çığlıklar atacağız ve fakat hepimiz kendi içimizde, uyum göstermeyecek olanlar en kestirme şekilde siktir olup da gidebilirler bana kalırsa.

    şimdi, tam da şimdi şu sessizliğimizi bozan silah sesleri nereden gelmiş bakıp geleceğim. kimse kıpırdamasın olduğu yerden. eğer, vurulan ben isem polise haber vermeyin! anneme haber verin, bilmek ister belki, biraz. ona haber veren için de çok çok okkalı küfürlerim var, ona bu durumdan bahsetmeyeceksiniz.

    ama önce vurulanın kim olduğuna bakmam gerekecek. sessizliğimi bölen bu orospu çocuğunun, ölüsünü siktikten sonra devam ederiz artık.
    2 ...
  19. 92.
  20. musallat olanlardır.

    ben, kendi hâlimdeydim; derdiniz ne sizin? havaların ısınması, ölüm çığlıkları atmanız için eşsiz bir fırsat tabi son bikaç yıldır, bir tur daha kalkacak bir cenaze ve şehrin tam da orta yerinde. galata'dan geçmiyorum ben havalar ısınmaya başladıysa biraz ve hayır, rakıyı oldum olası çok severek içemedim. sarhoş ettiğinden değil, kokusunu sevmiyorum, efkârını sevmiyorum ben.

    sesini kes, evet sen.

    zihnimi panayıra çevirmedin mi lan daha sen, geçen gün. artık sana da yer yok hayatımda... akıllı delileri, ayıklıyorum bir süredir ve sen de bu kapsamdasın; bilesin.

    şeytanımın ateşine üfleyen hanginiz bilmiyorum ama bir bulursam onu, elimden çekeceği var.

    bu ne cür'et, bu ne deli cesareti arkadaş sendeki? kaç kere daha müsade edeceğimi sandın bu şeye? hayatta ömrün bile bir limiti varsa emin ol tahammülün de limiti vardır; tükenen bişeydir. tahammülüm tükendi sana da. siktir git şimdi senden de rica ediyorum, diğerlerine yaptığım gibi. bir daha kendi rüzgârım dışında başka bir rüzgâr istemiyorum. kendi şeytanım dışında şeytan ve kendi ateşim dışında ateş de...

    şimdi hepiniz siktirolup gidin başımdan. içimdeki varlığınızın son kullanma tarihi doldu. artık tek yaşanacak olan kendi deliliğim. bir süreliğine görüşmemek, belki de en iyisi.

    kesin şimdi sesinizi...
    0 ...
  21. 91.
  22. ağzını siktiklerimdir.

    olmadık şeyleri, olmadık zamanlarda neden durmaksızın fısıldarlar gelip de?

    "ne olmuş yani" dedi şuradaki sonra boka sardı bütün bir düşünceler. ne mi olmuş? anasının nikâhı olmuş, daha ne olsun? bir hayat bitmiş ulan, bir ömür tükenmiş, bir şey ama öyle ufak tefek değil koskoca bir şey diri diri gömülmüş. ne mi olmuş? daha demin şuraya koyduğun şeyi yutmuş toprak. balçıkla bulanmış ulan bütün dünya! hanginiz yaptı bunu?

    ne mi olmuş ulan manyakoğlu manyak? farkımız kalmamış birbirimize yaptığımız ne varsa.

    öteki biri "peki şimdi n'olacak" dedi. onu zaten oldum olası hiç sevmem. piçin evladı başka derdin mi kalmadı sanki? sanane n'olacağından?

    insanı dinden, imândan çıkartanlardır bunlar. bir yolunu bulmak için denemedikleri yol bırakmayanlardır. kerbelâdırlar, kahır olurlar, tesbih taşı olurlar, bok böceği olurlar, durduk yere gelip de ağzınıza sıçarlar.
    0 ...
  23. 90.
  24. geldim, çok zaman sonra attım kendimi aranıza.

    iltihabı birikmiş bir irinli topaç gibi şimdi geride kalmış kimi günler... ve öğrendim, öğreniyorum insanlar, gerçekten de aptal mahlûkatlar.

    işler yolunda şimdilik, biraz mesafeli duruyorum sizlerle buna paralel. sıradan bir adam olmaya belki de en yakın zaman dilimindeyim ömrümün. ilk defa akıllıca yaşıyor, yerinde kararlar alıyorum şu sıralar. takım elbise, klasik ayakkabı, ödenmesi gereken taksitler, maaşı, bi yerlere yetirme çabası ve sürekli bir hesaplı olma gayreti.

    annemin, benim için istediği de bu olsa gerek.

    geceleri, çok erken yatmıyorsam da sabahlamalara bir son verdik gibi artık. yaz mevsimi, ilk kez öylesine geçiyor ve sıcak havalarda çalışıyor olmaya hâla ayak uyduramadım ben. orhan veli'nin, güzel havaları gelir aklıma yine de.

    insanlar, sahi ne kadar da aptallar?

    ömürleri boyunca çıkarsız sevgiyi aradıklarını söylüyorlar lafa gelince ama çıkarsız sevginizi verdiğiniz anda sizi ve bu sevgiyi tapulamak için ellerinden geleni yapıyorlar. yetinemiyorlar ki biraz aç gözlülük de var belli ki yapısal olarak.

    oturup da dinlediğinizde size, nasıl da oyuna getirildiklerini anlatıyorlar uzun uzun ama iş hayatı yaşamak noktasında kendisini ortaya koyduğunda görüyorsunuz "herkes, hakettiği ile mükâfatlandırılıyor." ve bunun üzerinde bir irade de mümkün değil olmuyor.

    hayatı boyunca acılar çekmiş bir insan, hiç mutlu olamamış bir insan; kendisi dahil olmak üzere kimseyi mutlu edemez. çünkü, hırs dediğimiz şey böyle gelişir ve entrikaları da bu hırs tezgâhlatır insanlara.

    ama bereket ki gerçekten aptal yaratıklardan bahsediyoruz. hiç bir zaman akıllı olduğunuzu hesaba katamayacak kadar aptal olabiliyor insanlar ve siz, biraz ek bir çabayla bütün bunları, net bir şekilde görebilir oluyorsunuz.

    en güzeli deli olmak lan, en temizi. size uzanan hiç bir ele, kasıtlı ve istekli zarar vermeye çalışamazsınız. zira o kadar kompleks düşünme şansınız yoktur.

    korkuyorum, geceleri dışarıda sabahlamamaya başlamamdan. yakında bütün faniler gibi, televizyonun karşısında geçirdiğim vakte ömür der miyim acaba?

    neyse ney işte, sizinkisi en güzeli arkadaş. zararsız ve kasıtsız bir hayatı, samimi ve hesapsız bir şekilde yaşamak.

    benden buraya kadar...
    1 ...
  25. 89.
  26. o ahşap binayı kim yaktı? peki aranızda kravat bağlamayı bilen var mı? ben, oldum olası orantısız bağlarım şu mereti.

    ya hep uzun olur, ya da hepten çük kadar.

    size, biraz kendimden bahsedeyim:

    2,50 miyopum ben. aslında 0,75 sanıyordum ama o 8 sene önceydi tabi. benim sebebim zaman. şu kaynanası yüzünden tırlatana oldum olası ayarım misal. ya da iflas ettiği için şu köşede kafasına slip don geçirip de ayaklarını karnına çeken adamı her gördüğümde kan sıçrar beynime. delirmenin de bir haddi, bir sınırı olmalı. adam gibi bir sebebi hani.

    benim sebebim zaman. yetiremiyorum ve aslında etrafımdaki kimse yetiremiyor. ama bir yerde bunun farkında olunca çıkıyor arıza ve pek çokları farkında değil, akıllarını seveyim.

    kravatım hep fazla gevşek durur, azıcık sıkmaya gelmiyor ki. nefesim daralıyor hem benim, yutkunamıyorum, kulaklarımdan ateşler çıkıyor, saç diplerime iğneler batıyor sanki.

    ben aşığım. bu öyle kolayına bir şey değil beynimin içinde şarkılar dönüp, kulaklarıma şiirler fısıldanıyor.

    şu kaynana da fısıldıyor mu acaba? ya da ne bileyim bir icra memurunun sesi yankılanıyor mu öteki birinin beyninde.

    bende oluyor bu. kaybettiklerime üzülmek, kazandığımı sandıklarıma sevinmekten daha erdemli geliyor hep. bir kadını öpmeyi belki de hiç istemedim ben. sonra konuşulmuyor o dudaklarla, daha çok öpülüyor, daha çok ve sonra daha çok susuluyor ve daha çok öpülüyor. sonra anlatacak çok şey, olduğu gibi kalıveriyor. hayır, söylediğim öpüşmenin kötü bir şey olduğu falan değil. sadece bir bedelinin olduğunu söylüyorum.

    peki kaynanasıyla öpüşseydi şu adam... ya da öteki adam icra memuruyla... gene de delirirler miydi?

    zamanı, ihtimaller üzerinden kontrol altına almaya çalışmak da afaki bir gayret sanki. hayat, hep ihtimaller arasında en çok istemediğinizi musallat ediyor başınıza. korkularınızı alıp da karşınıza dikiyor, yüzleştiriyor sizi. bir yerde böyle de olmak zorunda, sonsuza dek kaçabileceğiniz tek bir şey yok ki ya yüzleşeceksiniz, ya da yorulacaksınız.

    gözüm 0,75 miyoptu benim; sağ göz 1,25.

    aranızda kravat bağlamasını bilen var mı? o ahşap binayı hanginiz yaktı?
    0 ...
  27. 88.
  28. insanı insan olmaktan çıkaran delilerdir.
    edit: bunu ben değil içimdeki deliler yazdı.
    0 ...
  29. 87.
  30. uzun zamandır ortaya çıkmaya çalışan ve her seferinde yüzünüze kapıyı çarptığım siz artık bugün kapıyı kırıp girdiniz içeri, ben ise engel olamadım. durun dedim hala diyorum ama dinlememekte o kadar ısrarcısınız ki...

    beni kendime halime bıraktığınızda saçmalıyorum evet ama en azından sizi görmezden gelerek daha mutluyum ben. şimdi ise mutsuzluğun zirvesindeyim sizin ve sizin bıraktığınız soru işaretleri yüzünden. bıktım sizden, kendimden ve çelişkiden.
    0 ...
  31. 86.
  32. dışarıdan bakınca tekim, içerinin halini bir ben bilirim. birkaç tanesi birden canhıraş çığlıklarla kulaklarımı çınlatırken kimi zaman teke düşen ben, yalnızlığımın dibine şezlong atıp güneşlenirim hayallerimin grisinde.
    yalnızlığımı demleyip içerim kan kokusu almış dracula sakinliğinde. zira uzun sürmez o dipteki yalancı yalnızlığım. tıpkı yalancı kalabalığım gibi sürelidir tüm duygularım istikrar arayışımın aksine.
    2 ...
  33. 85.
  34. kapının tokmağını yabancılar dövedursun, beynime kan sıçradı...

    iki ufak sözüm vardı aslında bugün için ama ziyanı yok, telafisi nâmümkün değil. ehemmiyete göre sıralıyoruz hayatımızda yapacaklarımızı ve kanın aktığı, canımızın yandığı yerde daha ehemmiyet sahibi tek bir şeyi görmüyor gözümüz. aklımı çeliyorsunuz, yollara düşeceğim...

    sahi, her fırsat bulduğumda dilim döndüğünce küfrettiğim bankam beni çok seviyor onu farkettim. ek hesabın üzerine yeni kmh limiti tanımlıyorlar, sırf bana biraz daha borç verebilmek için. bu devirde insana babası yapmaz böyle güzellik, tabi yersen... günden güne çoğalıyor muyuz ne? ya da "artmak" daha yerinde bir kullanım olacak. gün geçtikçe biz, kendi içimizde artıyoruz ve ben bunu seviyorum. bir sizden, bir benden. gene de yalnızlık, en büyük ihtiyacımız kimi zaman kendi içimizde. bunun da farkındayım.

    ben, anamın "savruk" ve rahmetli babamın "serseri" oğlu sanırım ki biriktirmeyi öğreniyorum. hayır tabi ki, mülkiyete ve mevcut mülkiyet sistemine karşı eşe-dosta göre "kızıl komünist" bir tarafım var. ben, daha değerli birikimlerin peşindeyim. yaşanmış olan, daha çok yaşanmışlık ise lafı bu kadar uzatmama rağmen bütün kastettiğim.

    "kapıdaki yabancıların kıçını tekmelemek" türünden uhrevi yetilerim var ama en büyük yeteneksizliğim belki de "zamanlama" yoksunluğum. sanırım gene biraz geç kaldım. ama olsun, dağılmış olanları toplamak konusunda da iyiyim ben. en azından bir paragraflık yerim varsa başarı garantisi verebilecek kadar güveniyorum kendime.

    şimdi, aldığımız sözün son kullanma tarihi dolmamışsa henüz viski tokuşturup kutlama yapacağız, yakındır. ve sanıyorum ki gene biz bize olacağız...
    3 ...
  35. 84.
  36. aranızdan birisi desteyi alıp gelsin, pis yedili oynayacağız bu gece kendi başımıza. hayat ile pis yedili dediğimiz oyun arasında nasıl bir bağlantı kurulabileceğini bir bilseniz, akıllanıp da tekrar delirirdiniz.

    hadi başlayalım... ilk el, hepiniz sinek oynayacaksınız ki bu herdaim bir doğumun mutlakiyeti gibi gelir bana. misal "ben doğmuyorum" deme şansınız yok. sineği bulana kadar çekecekleriniz var. sonra her yaşınızda, oyunun her turu gibi biriktireceksiniz çektiklerinizi ve tam "kağıtlar bitti" dediğiniz sırada çektiklerinizi yeniden çekmeye dahi mahkûm olacaksınız. garip mi? her gün yaptığımız bir şeyi garipsemek de size yakışırdı ancak. hayatınıza birisi geldiğinde üzerini kapatacaksınız, yoksa gene çekeceğiniz var. onu gördüğünüz anda dünyanız tersine dönecek, yediğiniz her kazıktan birikimlerle çıkacaksınız. çok uyuştuklarınızla sık sık birbirinizin kaderine etki edecek, yerine göre karşınızdakinden çok alakasız bir şekilde onun kaderini dahi değiştireceksiniz.

    gelin şimdi, tek tek dağıtıyorum ve yedi tur döneceğim. on bir elin sonunda, hayatta öğrenemeyeceğiniz ve öğrenemediğiniz bir çok şeyi öğrenmiş olacaksınız. yeter ki gözlerinizi açıp, dikkatinizi birazcık olsun bana verin.
    5 ...
  37. 83.
  38. allasen ne işim var benim avcılar sahilinde? hem de hava karardıktan sonra...

    gidilmedik tek bir sahil hattı kalmamış ki kaçacak tek bir yerim olsun. hem ben, denizin gözlerine bakmadan yaşayamam. hem her denizin tuzu, başka bir tat; başka bir anı olmuşken donmuş dudaklarımda çarelerimi, eskicilere verdim hurda değerinden. ve şimdi çaresiz yalnızlığımı yaşatıyorum...

    merkezden, otobüsleri geçerdi ve neden binip gitmediysem bilemez bir hâldeyim. hadi ama nedenimi biliyorum, sabah erken başlıyorum mesaiye... mahalledeki tabir ile afyonum, patlamamışken hani. ama gene de ne işim var benim avcılar sahilinde?

    hava da esintilerde hani... saçlarım, kısalıklarından utanmasalar savrulacaklar ama yazık, hevesleri kalıyor başka bir gençliğe.

    sahi avcılar'da sahil mi varmış? "yap-yapma" telkinleriniz, sizin olsun küçük hanım. ben, "yan-yanma" ikilemindeyim şimdilerde. sarhoş olacaksam dahi yalnızım, burnuna kötü bir ayyaş kokusu çalınmayacak ve kulaklarında sesim fısıldamayacak, yazık.

    aranızda bir tane akıllısı yok mu lan? ne işiniz var bu havada ve akşam, şehrin üzerine kâbus gibi çökmüşken hatta tanrı'nın, soğuk nefesi yüzünüze üflenirken avcılar sahilinde? aklını siktiklerim saate bir baksanız, ömrünüzün neresinde olduğunuzu göreceksiniz ihtimal. ama korkularınız değil mi zaten sizi delirten? ben, korkuların üzerine giderken deliriyorum, bu işte bir terslik olmalı.

    aranızda yolu bilen bir tanesi bari çıksın bir adım öne. benim, geri dönmem gerek ve otobüs durağına kadar bırakmanız kâfi. yeminle fazlasını istemeyeceğim... soluğum buz tuttu ve yeminle fazlasını istemiyorum. sabah, erken kalkmalıyım; hepsi o kadar. yoksa sizinle kalıp da yakın hissedilen uzaklara yol alabilirdim. şimdilik müsade bana, sonra gene delleniriz. ama avcılar sahilinde olmazsa mutlu olurum...
    1 ...
  39. 82.
  40. 81.
  41. en keyifli anımda kendimi yalnız hissettiğim o anda çıkagelir içimdeki deli,koparıp atmak isterim ama bilirim ki o benim bir parçamdır .
    0 ...
  42. 80.
  43. ölümdür yaşanan tek başına, yılbaşı; dört kişiliktir...

    birisi, bizim için itinayla hindi doldurmuş; bunu sevdim. oldum ölesi gıcık olurum coşkulu yılbaşı-doğumgünü kutlamalarına... sükût tercihimdir ve böylesine güzellikler içindeyse hayranlık uyandırması şaşılası değil. korkanları, tek kişilik koltuklardan birisine alalım. birazdan havai fişek gösterileri başlayacak ve dünyamızdan çıplak göz ile izlenebileceği kanısındayım.

    merhaba işte, ben geldim... birisi, kapıyı açık bırakmıştı ve patavatsızlığın sınırında ayak parmaklarım. affedin, sormadan girdim. gene de kapıyı kırmadığıma şükür.

    merhaba, sesimi duyan var mı? birisi, mutfak penceresini açık unutmuş ve sigaramı yakmak için fazla acele ediyorum. yorgunluk kahvesi mi? e hani yorgunluğunuz bitmemiş ki... kuyruğunu sallayan bir mutluluk gördüm, keşke mutluluklarımızı gösterebilecek kuyruklarımız olsaydı bizim de... hem korkularımızda, bacaklarımızın arasına da sıkıştırmak için kullanırdık.

    hoşbuldum, eksik gördüm; pamuk prenses nerede? cadı elmasını yedikten sonra uyumasa bari. uyandırmak konusunda tıkırtılarım dahi fazla gürültülü olur, benim çekincem yakışıklı prensi beklemek yönünde...

    merhaba, tırnaklarını tenimde hissetmekten rahatsızlık duymayacaklarım arasında gördüğüm. o terlikler, benim değil; bilmiyor musun? sadece soğuk havalarda mı bu kadar sırılsıklam oluyor, pembeleşmiş burnun? gel hadi saçlarına tarak sürelim dört kolla...

    ölümdür yaşanan tek başına, yılbaşı; dört kişiliktir...
    3 ...
  44. 79.
  45. oooooof... sakat, külliyen sakat ve katiyyen yazık olanlardır.

    arada bir dağınık sesleri fısıldanır kulağıma. en olmadık yerlerde ve en olmadık zamanlarda. ya bir şarkı, bir şiir, tek bir kelime kimi zaman. bugün, bir türküyü tersten dövdüler kulaklarımın örsünde ve uykularım kaçacak belli ki gene:

    "hani karac'oğlan hani
    veren alır, tatlı canı
    yakışmazsa öldür beni
    yeşil bağla ala karşı"

    ruhumun efkârına çalışıyor bugün akıl ameleleri, anlıyorum. uzatıp da tatsızlık yaşamaya niyetli değilim açıkçası, hem işim, başımdan aşkın ve günün orta yeri. şimdi olmaz, belki sonra...

    "şahinim var bazlarım var
    tel alışkın, sazlarım var
    yâre gizli sözlerim var
    diyemiyom ele karşı"

    sahi ya neden söylenmeyenler, söylenmişlere hep daha ağır basıyor hayatlarımızda? en açıksözlüsü ve hatta en patavatsızı için dahi durum pek değişkenlik göstermiyor. hep, söylemediklerinin pişmanlığı, söylediklerinin mutluluğunu gölgeliyor da uykularını kaçırıyor. tıpkı yaşamadıklarının, yaşadıklarını gölgelemesi gibi... hayır, size uymayacağım. yolumdan çekilme vaktiniz geldi ve aklımı karıştırmanıza izin vermeyeceğim. artık değil... bundan sonra olmayacak!

    "telli turnam sökün gelir
    inci-mercan yükün gelir
    elvan elvan kokun gelir
    yâr oturmuş yele karşı"

    bunu, bana neden yapıyorsunuz? ne kötülüğümü gördünüz lan ibneler? bir dişinizi geçirebildiğiniz benim di mi? söylediklerinizi ciddiye alan bir ben... tek kelime daha edecek olursanız "allah yarattı" demeyeceğim, bilin. şimdi siktirolabilirsiniz dilediğiniz yere. yalnızlığım, "pilim bitiyor" diyen müzikçalar zımbırtım ve biraz da aralık ayının orta yerinde kendini şaşırmış güneş her şartta yeter bana...

    "yeşil başlı gövel ördek
    uçar gider göle karşı
    eğricesin tel tel etmiş
    açar-gider yele karşı"

    peki, bunu siz istediniz. aklımı çıkartıp, zırhımı kuşanıp geliyorum... bu geceyi, uykusuz geçireceksem dahi nikbin bir günümü daha zaptettirmeyeceğim size.

    sondan tanım: ömre zarar, akla ziyanlardır.
    1 ...
  46. 78.
  47. bazıla içimden dışıma firar etmiştir. onlar heryerdedir.*
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük