hem ahmet kayanın, hem de haluk leventin muhteşem söylediği süper bir şarkı. bu şarkıyı dinleyipte kendinden bir şeyler bulmayan insan yoktur herhalde. umutsuzluğa kapıldığınız, kimsenin sizi anlamadığını düşündüğünüz ve hiç kimsenin sizin kadar acı çekebileceğine (bu illede aşk acısı değil) ihtimal dahi vermediğiniz zamanlarda, bu şarkıyı dinlemek, sanılanın aksine, kendinize acımak yerine, sizin gibi düşünen insanlarında olabileceğini fark etmenize yarar.
ahmet kaya şarkısı olup haluk levent'den dinleyen ya da sözlerini beğenen zümrenin ahmet kaya versiyonuna karşı aşırı tepki göstermesine sebep olan şarkı ve onun adı.
belli bir aralığın içinden süzülen güneş ışıklarının yarattığı hüzmeleri yakalamak gibi, umut kokan ama sonuçta hayâl kırıklığı ile bütünleşecek içsel bir hisdir. pek çok durum bu his için farkedilmeden zemin hazırlasa da, farkına varılamayışın içinde kalan, aynı zamanda buram buram buhran kokan periyodlar dahilince sonuca ulaşılır. yaşamsal kurgu dahilinde; doğum, yaşam ve ölüm gibi kilit noktaların görmezden gelinmek istemesi, bu durakların zamansızlığı ile güzel bi uyumun oluşturması yanına, ansızın gelişi ile yaşanılan ambiyansın çöküşünü ne yazık ki hızlandırır.
kişinin iç yansıması ölüm kadar soğuk ve karanlıktır. zaten bilindiği gibi ölen biri, kişinin başkasından biri değildir. evvela yaşanılan güzellikler, mutlu eden eylemler ölür. bunlar son nefeslerini verdikten sonra "hayâl" çığlık atmaya başlar. bir bakmışsınız ki o da can vermiş. çocukluğunuza dair detayları hatırlamakta güçlük çeker bi durumda boş boş etrafınıza bakıp, olanları anlamaya çalıştığınızda kimi zaman kulağınıza bir melodi gelir. sanki notalar dile gelmiş, size talimatlar yağdırıp yapmanız gerektiğini söylüyor. gerçi böyle durumlarda melodi çok acımasız oluyor. aslında tembel de diyebiliriz ki; yatıp uyu diyor, kalkma, sadece uyu, sakın gözlerini açma.. bu telkinler beyin kıvrımlarında raks ederken, ansızın çocukluğa dair ince detaylar gelir zihne. akabinde zaten kıyaslamalar vuku bulur. melodilerin verdiği telkin inceliğinde anne söylemleri, kulakta çınlar. ama bunlarda bir farklılık vardır. emir cümleleri, canım, tatlım, bebeğim gibi kelimeler ile desteklenmiştir. zaten bu kıyaslamanın verdiği duygu yoğunluğu buraya yazılabilecek kadar sığ olmamakla birlikte, kelimeler ile anlatılamaz.
insanın kendisine suni teneffüs yapma isteği sivrilir. zaten kendi ipini çeken benliğin zihni, bu sefer benliği kurtarmak için harekete geçer. ama dışarıya ilk adım atıldığında; inşa etmenin, yıkmaktan daha zor olduğunun farkına varılır. asıl karar mekanizmasının kendisini göstereceği kısım bu andır. "ya hep, ya hiç" diye ikilemler arasında mekik dokuyan zihne, şizofrenik olarak bir yanıt verilmesi lazım gelir.
-inşa etmeye baştan mı başlamalı?
yoksa;
-inşa edilmiş yıkıntıların altında mı kalmalı?
işte bunun cevabını en net; "içinde ölen biri olan adam" yanıtlayabilir.
ruhun bunaldığı , huzuru kaybettiği anlar için mükemmel bir ifadedir.sanki dünya hep beraber olmuşda sana karşı savaşıyor gibi hissedersin, içindeki çocuk başlar mızmızlanmaya ,kendine acımaya/acındırmaya; böyle durumlarda çokda fazla dinlemeyin onu zarar verici olabilir.
bütün karmaşadan, stresten, aşktan meşkten uzaklaşıldığında, şöyle geriye çekilip bakıldığında, o eskiden kalma ve o en ufak şeylere sevinebilen, hayata toz pembe gözlükleriyle bakan, herkese inanan ve insanlara güvenen çocuksu halinin kalmadığı bir şimsek gibi beyninde çaktığında sarfedilebilecek cümlecik. 'içimde biri ölüyor'
benim tanımladığım durum ise bunun bir subgrubu; (bkz: içimdeki çocuk ölüyor)
insanin icinde yer edip sonra cekip giden kisiler icin bu laf kullanilir. vefasiz kisi kendi kendini yurekte oldurmustur ki, bu cok da uzulmeye, kendini yipratmaya degmez. soylenecek tek soz allah rahmet eylesin dir.