iç burkan kısa hikayeler

entry35 galeri3
    10.
  1. çirkin sevgili güzel kızımızı tavlamak için anlatır.

    zamanın birinde çok çirkin bir adam varmış bu adam macaristan prensiymiş aynı zamanda da avusturyanın güzeller güzeli prensesine deliler gibi aşıkmış. sonra araya girenler efendim kralla konuşmalar derken prenses prensle evlenmeye ikna edilmiş. evlendikleri gece prenses ucube prense; 'benim güzelliğim yedi düvele yayılmışken nasıl oldu da sen bu çirkinlikle bana aşık olabilme cürretinde bulundun?' demiş.
    prens durur mu yapıştırmış cevabı; 'kalu belada benim ruhuma da, ''ey kulum benden yer yüzünde ne istersin'' diye soruldu. bense ''rabbim, bana öyle bir yâr nasip et ki onun bütün kusurları benim suretimde ihtiva olsun dedim. işte bu yüzden ben çirkinim sen ise güzel' demiş. tabi saf kızımız kanmıştır.
    2 ...
  2. 9.
  3. sigara içmek için camı açmış, sokağı izlemek istiyordu. sigarasını yaktıktan sonra sandalyesini pencerenin önüne koymuş, boyunun avantajını da kullanarak sokağı rahatça ve sokağın sahibi edasıyla süzüyordu. bir ara uzanayım derken son sigarasını aşağı düşürdü. bu canının yarısı gitmiş hissi verdi ona. homurdandı. pencereyi sert bir şekilde kapattı. bir daha asla sokağı izleyerek sigara içmeyeceğim dedi. oysa içi aksini söylüyordu. sokağı izleyerek kahvesinin yanında sigarasını içmek ona büyük bir huzur veriyordu. hele ki sıcak yaz akşamlarında ... oysa ki içi şu an nefret doluydu. bir an burda neden oturduğunu bile sorguladı. içi burkulmuştu bir kere.
    0 ...
  4. 8.
  5. küçük kız annesiyle birlikte durdu. yağmur damlacıklarıyla ıslanan gözlüğünü çıkartarak baktığı şey, babasıyla birlikte bisiklette giden bir başka kız çocuğuydu. bisikletteki kız, düşmemek için babasına sıkı sıkı sarılmış ve soğuktan pembeleşen yanaklarını, onun sırtına dayamıştı. adamın ara sıra yana dönerek söylediği sözler, küçük kızı kıkır kıkır güldürüyordu. kaldırımdaki kız, bisikletin arkasından bakarken, annesi durumu fark edip:
    -baban günde on dakikasını ayırıp seni okula bırakıyor. hem de mersedesiyle. istersen seni bisikletle götürsün, ha ne dersin? dedi.
    küçük kız, buğulanan gözlerini annesinden saklarken:
    -çok isterdim, diye karşılık verdi. belki de böylelikle babama sarılırdım.

    not: cüneyd suavi'nin "hayatın içinden" kitabından bir hikayedir.
    3 ...
  6. 7.
  7. bokbocegi bu olayı yaşadı bi meslektaşı yarılana kadar güldü nağadar safsın sen diye. yaradan rabbim hemen verdi cezasını. cuma günleri nöbetçiydi. kış günü istiklal marşı hava kararmadan okunması gerek olduğundan 5. saatte falan okunuyo. katlar boşaltılıyo öğrenci kaçmasın diye. bu da nöbet tuttuğu katta hiç bi sınıfın dersine girmiyo. neyseee işte ona bağırıyo in evladım aşağıya, in çocummm... e liseli laf dinler mi? bi süre sonra in evladım in lan a dönüşüyo. girmiş sınıfın birine inin aşağıya çocuk kıpırdamıyo, bu zaten gerilmiş in ulan falan. sınıfta 3 kişi bunlar kıpkırmızı olmuş. oturana iyice bağırmış. ayakta velet demiş hocam... biranda gözüne koltuk değnekleri çarpmış. hiç bir şey demeden çıkmış gitmiş. okulda tekerlekli sandalyeli öğrencimiz vard o sinirle tanımamış. diyor ki bana gülme komşuna gelir başına valla tepemden kaynarsular döküldü. kötüydü ya. allah yaşatmasın bi daha.
    0 ...
  8. 6.
  9. cebimde ki son paraydı. beni beklediği cafeye giderken yolda kaybettim.
    2 ...
  10. 5.
  11. oldum olası vücutlarında akrobasik hareketler yapan elemanlara bakamam. içim kamaşır. bi gün dersteykene elemanın biri kalemle akrobasik hareketler yapmaya başladı. dedimkine elini düzelt evladım. eleman kıpkırırmızı oldu gömleğinin kolunu çekti. meğerrrr tek elinde problem varmış bikaç parmağı yok olanı da yapışık. ulaaaaaaaaaaaaaaaa öleydim daaaa iyiydiii. tüm sınıf sessizliği bnm kırmızılığım dikkate şayandı. ben diğer elinde kalemle yaptığı harekete demiştim ama sonuçta o nasıl anladı ve kendini rezil olmuşl hissetti. ve ben tekrar konu açılmasın daha çok üzülmasin diye özür bilem dileyemedim.
    3 ...
  12. 4.
  13. yaz okuluna kalan ve derslerini veremeyen genç dönem tekrarı yapmak zorunda bırakılmıştı.

    iç burkan hikayelerdir.
    0 ...
  14. 3.
  15. 2.
  16. sahibinden satılık bebek patiği... hiç kullanılmamış !!!
    9 ...
  17. 1.
  18. dalgın dalgın yürüyordum. tam kahvehanenin önüne yaklaştığımda iki küçük ayakkabı boyacısı yaklaştı. biri bir bacağımı, diğeri ötekini sımsıkı yakaladı. ikisi de ayakkabılarımı kendisinin daha iyi boyayacağını iddia edip yalvarıyorlardı. belli ki ikisi de çok fakirdi. ben, işi hangisine yaptırsam diye düşünürken onlar, rekabete düşmüş iki otobüs çığırtkanı gibi çırpınıp duruyor, adeta birbirini yiyordu.
    biri, "önce ben gördüm" diyor, öbürü, aksini iddia ediyordu. tabii bu arada hakemlik görevi de bana düştü.
    hüseyin on üç yaşındaydı, orta bire gidiyordu. dersleri hayli kötüydü..
    murat, on bir yaşında olmasına rağmen daha ilkokul üçteydi. belli ki ekonomik nedenler yüzünden okula geç gönderilmişti. ikisi de soğuktan üşümüştü. benimle konuşurken küçücük ellerini ceplerine sokuyorlardı.
    karar vermek için sormaya devam ettim. "kaç para kazandınız, bugün?." murat: "yirmi beş bin lira kazandım. otuz bin liram olsun be ağbi. hüseyin: "ben de yirmi beş bin lira kazandım ama on bin lirasını ağbime vercem." kararsızlık içindeydim, hâlâ. yazı turaya karşıyım ya..
    bu işe şans girmemeli. birinin eksik tarafını bulmalıydım ki ona boyatayım ayakkabılarımı.
    ekonomik ve sosyal yaşantılarını incelemeye devam ettim.. ikisinin de tezgâhı derme çatma birer küçük tahta kutuydu. boya sandığıyla alakası yoktu. muratlar dokuz kardeşti, hüseyinler üç.. muratların iki katlı evi vardı, hüseyinler kirada.. murat'ın babası terlik satıyor, annesi çalışmıyordu. hüseyin'in anne ve babası ayrı ayrı fabrikalarda işçiydi.. çocukların artı ve eksileri denkti.. olmuyor, bir açık bulamıyordum. paraları ne yapacaklarını sordum, son bir gayretle.. murat: "anneme vercem, bayramlık alcaz!.." hüseyin: "defter alcam." ikisi de bıkmadan ve sıkılmadan benim bu tatlı oyunumu sürdürüyordu.
    ne yapacağımı şaşırmıştım. ben düşünürken, "birini ben, öbürünü murat boyasın" dedi hüseyin.. kendileri anlaştıkları için hemen kabul ettim. benden iki bin beşer yüz lira alacaklarını söylediler. küçüğü burnunu sık sık çekiyordu. büyüğün üzerinde mont yoktu. çok üşüdükleri her hallerinden belliydi.
    kahveciye iki çay söyledim. onlar kafalarını kaldırmıyorlardı bile işlerinden.. boya, fırça derken çaylar geldi. daha fazla dayanamadım. "haydi bakalım çay molası!." çocuklar neye uğradıklarını şaşırdılar. ilk defa çay molası vereceklerdi. sanki onlara milli piyangodan ikramiye çıktığının haberini vermişim gibi şaşkın bir sevinç yaşadılar..
    "boya bitsin ondan sonra ağbi" dediler. kabul etmedim. nazik ve utangaç bir tavırla aldılar çaylarını. murat: "oh!. çok sıcak lan. dilim yandı" dedi.
    hüseyin sabırsızlıkla: "valla ne iyi geldi. içim ısındı be" diye sevinç çığlığı attı. çaylarını içince, hemen bitirdiler boyamayı. garajda elli bin liraya ayakkabı boyayan adamlardan daha güzel boyadılar ayakkabılarımı. çünkü kalpleri öylesine temizdi ki.. kendilerine uzatılan sıcak bir el onları coşturmuştu. az önce işi kapma rekabeti içinde birbirlerine yüklenen bu iki yumurcak süngerlerini, boyalarını, fırçalarını ve kadife bezlerini paylaşmışlardı, şimdi.
    paralarını uzattım.. "yok ağbi olur mu öyle şey" dediler. uğruna kapıştıkları parayı da geri çevirerek.. donakaldım.. gözlerim buğulandı. öyle tatlı bir ortam doğmuştu ki.. "alın şunları bakayım, yoksa çekerim kulaklarınızı" dedim. çekeceğime inandılar. "sağol ağbi" deyip aldılar. "bakın geç oldu. hava da iyice soğudu, hemen evlerinize gidin çocuklar" dedim. keyifle fırladılar yerlerinden.. arkalarından bakarken, düşündüm..
    "kaynaşmamız ve paylaşma duygusunu yaşamamız için ille de bir iç savaşın çıkmasını beklememiz ne kadar anlamsız.
    birazcık iyi niyet, bir sıcak yaklaşım, mucize olmasa da, bir şeyler yaratıyor işte.."
    8 ...
© 2025 uludağ sözlük