hemen hemen bir hafta önceydi. öğrenci olduğum malum öğrenci evinden çıkıp cebimde 6 lira 80 kuruş ile markete gittim. amacım tavuk alıp akşam yemeği yapmak. kasap reyonundayım, ben tavuk paketlerinin üstündeki etiketlere bakıyorum. amaç tabi ki 6 lira 80 kuruşu geçmemesi. kasap abide şunu vereyim bunu vereyim diyor arka arkaya. en sonunda espriyle karışık "abi amacım beğenmek değil en ucuzunu bulmak" dedim. adam çıkardı en ucuzunu gösterdi. tamı tamına 6 lira 83 kuruş. peki ben ne yaptım? "yok abi o fazla kalıyo sonra ziyan oluyor." deyip çıktım marketten.
Ankarada ykm nin onunde bir dershanenin el ilanlarini dagitmis oglende de kaldirimda oturup simit yemistim. Kaldirimda beni otururken goren bi cakal yuzunden bi daha da gitmedim. Gene ankarada bSe dershanede gozetmenlik isi bulmustum arkadas sayesinde. ogleden sonra da sinav olacagi icin kitapciklari vermemem gerekiyomus. Nerden bilim lan ilk defa gitmisin. Neyse cagirmadilar bi daha serefsizler.
az önce durduk yere nasıl olduysa yıllar sonra birden hatırladığım bir anımdır.
yeni bir eve taşınmıştık ama babamın sorumsuzlukları ile eski kiracıların ahlaksızlığı yüzünden çok büyük bir elektrik borcumuz vardı ve elektriklerimiz kesilmişti. o zamanlar çocuktum daha, hayattaki tek amacım okula gitmek ödevlerimi yapmak ve tv izlemekti. elektrikler olmayınca tv izleyemiyordum sanki dünyalar başıma yıkılmıştı.
aradan uzun zaman geçmişti hala borç ödenmediğinden elektrikler yoktu. bir bayram ertesiydi, babamı elinde bi tomar para sayarken gördüm ve anneme o paraların ne olduğunu sordum. annemde elektrik borcu için olduğunu az bi miktar daha biriktirirsek elektriklerin açılacağını söyledi. öyle sevindiğimi hatırlamıyorum... hemen gidip bayramda topladığım harçlıklarımı çıkardım anneme verdim, bunlar yeter mi dedim. annem gülümseyip bir şeyler dedi sonra parayı babama verdi... sonra da elektrikleri açtırabildik.
anlamadığım bu durumu o yaşta ben mi babamdan daha çok önemseyip yardımcı olmaya çalışıyordum yoksa babam küçücük bir çocuğun bayram harçlıklarını alabilecek kadar alçalmış mıydı. cevabı ne olursa olsun babamdan kendimi bildim bileli nefret ediyorum.
ben torosların bir dağ köyünde doğdum ve büyüdüm. fakir bir ailenin evladı olarak dünyaya gelmişim 1977'de. dağ başında elektriğin radyonun televizyonun olmadığı ıssız yerlerde geçti çocukluğum. yörük olduğumuz için kıl çadırlarda yattık,davar-oğlak peşinde koştuk. yoktu yani bildiğiniz ve ben o ana kadar bizim oraların tabiriyle çarşı ekmeğini hiç görmemiştim. bir gün rahmetli babam şehre gitmiş gelirken de çarşı ekmeği yani bildiğimiz somun ekmekten getirmiş. hiç görmediğimiz bu şeyi biz bazlamanın arasına konulup yenecek bir katık şey zannetmiştik. somun ekmeğini bazlamanın arasına koyup yediğimiz o gün hiç aklımdan gitmez. ama güzel olan şey ne biliyor musunuz? o kıl çadırdan bin bir türlü yoklukla çıkıp okudum hukukçu oldum fakat geldiğim yeri hiç unutmadım. geriye dönüp baktığımda yüzü güneş yanığı,dizleri ayakkabısı yamalı, somun ekmeği bazlamanın arasına koyup yiyen o köylü çocuğu görürüm hep.
ben daha 4 5 yaşlarındayken annemle işe giderdim. döner satan dükkanın önünden geçerken canım döner istemiş ve ağlamışım. annemde bana güzelce anlatmış durumumuzu ve vazgeçmişim isteğimden. annem sağ olsun bana hep yetişkinim gibi anlatırdı her şeyi. hiç kandırmazdı beni. bende anlardım zaten çocukta olsam. bu konuşmaları duyan ve bana acıyan döneri kesen adam bana seslenmiş;
-ufaklık gel döner veriyim sana, istermisin?
daha 4 5 yaşında çocuk olan benim cevabım ise;
-paramız yok ki bizim.
Allah'ıma bin şükür şimdi cebimde istemediğim kadar cebimde para var ve her istediğimi alabiliyorum . çocukken yokluk nedir bilirim. aza kanaat ettik şimdi çoğu bulduk şükür ediyoruz.
büt e gidecekken kalemin olmadığını farketmek ve arkadaş ile kırtasiyeye gitmek. gidince kaleme 2.5 lira istemeleri ve ikimizdende bozuklarla 2 lira çıkması. 50 kuruşu bulamamamız.
kombiyle tanışıklığı olmayan evimde kat kat battaniyenin altına girip anten niyetine kullandığım çatalın çekim gücüne saygı duyarcasına trtçocuk izlediğim günlerden biriydi. pepe, ekranda coşkuyla "le hanımey le hanımey" nidaları eşliğinde halay çekiyordu ve ben bu coşkuya yenik düşüp kendimden geçmiş vaziyette salondan mutfağa doğru halay çekmiştim. https://www.youtube.com/watch?v=SqoVKWCORKw
saatlerce ısınmak için altından çıkmadığım battaniyelerimden oldukça uzaktaydım artık. bütün emeklerim boşa gitmişti. pepe'ye afillisinden sövüp ocakta su kaynatmaya başladım. kaynayan suyu sıcak su torbama boşalttıktan sonra salona döndüm ve sıcak su torbamla battaniyelerimin altına gömüldüm.
dışarıda ankara'nın meşhur soğuğu vardı. evimin pencereleri tahtadandı ve yalıtımı yok denecek kadar azdı. bunu fırsat bilip penceremin altından giren rüzgar, kapının altından gelen akımla ilişkiye girip salonumun ortasında nur topu gibi bir ayaz dünyaya getiriyordu. ev, salonun ortasındaki tornadodan fırsatını bulsa başıma kar yağdıracak düzeyde soğuk çekiyordu.
böyle bir evde ölümlü bedenimi soğuktan korumak için elimdeki imkanlarla çeşitli teknikler geliştirmem gerekiyordu. zira sıcak su torbası hipotermi yaşamamam konusunda güvence vermiyordu.
birkaç kafa patlatma nöbetinin ardından aklıma yeni yöntemler gelmişti ve bu yöntemlerin tamamını değişik zamanlarda hayata geçirdim:
* 5er litrelik şişelere sıcak su doldurup bu şişelerden yatak yapıp üzerine yatmak
* sıcak suyu geniş bir leğenin içine döküp buharında ısınmaya çalışmak
* acı turşu yemek
* bol bol misafir ağırlamak (ciğerlerinizden çıkan sıcak nefesinize sağlık bre dostlar)
evi olan herkes gibi benim de misafirlerim oluyordu, neden olmasındı? eve gelen herkese, bayramda şeker dağıtan nine şefkatiyle battaniye dağıtıyordum. battaniyesi olmayanlar olanlarla dip dibe oturuyordu bu sayede sorun çözülüyordu. evimin soğuğuna maruz kalan arkadaşlarım battaniye hizmetimden memnun kalmamış olacak ki daha sonra aralarında para biriktirip bir tane elektrikli soba aldılar.
sobanın eve gelmesiyle dünyam değişti. bu değişimin olumlu anlamda yaşandığını sanıyorsanız yanıldınız. ilk ayın sonunda öyle bir fatura geldi ki sobaya tövbe ettiren cinsten. kuşkunuz olmasın sobamı sattım ve ahlaklı her vatandaş gibi parasıyla da faturayı ödedim.
yaz geldi ve ev şu anda yayla kıvamında. ankara'ya yolu düşen her sözlükdaşı ev yaşanılabilecek durumdayken ağırlamaktan keyif alırım. kışın gelmek isteyen olursa onları da beklerim.
not: battaniyesiz gelecekler önceden haber versin.
Android telefondan yoksun olmak ne zormuş. Goller cepte internet hediyesini yüklemek için tabletle açık wifi olan akrabamın evin altında yağmurda uğraştım.
otelden ayılıp dönmeye hazırlanırken yolların kar nedeniyle kapalı olduğunu öğrenmek. bu nedenle herkezin otele hücum etmesi ve sadece suit oda kalması. parayı odaya domalmak. kalan paranın mis gibi aroması meşe fıçıların aromasıyla dans eden 8 yıllık viskiye ve fransız çukulatasına yetmemesi. beş yıldızlı bir otelin manzaralı suitinde metro çukulata eşliğinde ucuz viski içmek zorunda kalmak!!!
fakirliğin ne derece kötü bir şey olduğu yaşanmadan anlaşılamıyormuş, bunu bizzat yaşamak!!!
okulda suyu öğretmenler odasından içmek.
otobüse kaçak binince yakalanmak.
müdür yardımcısnın sınıfın ortasında senden para istemesi.''tek sen vermemişsin''
düğün salonunda masalardan meyve suyu kutularını toplarken hoşlandığın kızın seni görmesi.
Hiç unutmam tarih 22/01/2015 (dün)
Son zamanlarda yaşadığım psikolojik buhranı üzerimden atmak için hayatımdaki en büyük sosyal aktivite olan sinemaya gitmeye karar verdim.
Bilet alıyorum tabi herkes 2 veya 4 lü gruplar halinde bilet alıyor ben tek. Bilet kesen abla daha ben listenin yeşille mi boş yoksa kırmızılar mı boş derken 8 numara iyimi beyfendi dedi tabi arkada bir sürü insan bekletmemek adına iyi dedim. Görmedim bile neresi olduğunu
Mal mal 2 nolu salona doğru gittim kapıdaki adam en arkadan 3.sıra 8. Koltuk beyfendi dedi eyvallah gözüm dedim. Abi gittim oturdum 3-4 koltuk yan tarafımda ve arka sıra komple çiftlerle dolu. Moralim zaten bozuk komedi filmi izlemeye gelmişim.( bana masal anlatma)
Neyse ışıklar kapansın en ön sıraya gider otururum dedim. O kadar uzak ki perdeye oturduğum yer perde 37 ekran tv gibi duruyor.
Tam kızın benimle dalga geçtiğini düşünerek "hay senin kestiğin biletin a.q." Felan derken ışıklar içerisinden 1,80- 1,90 boyunda Dünyalar Güzeli bi hatun süzülerek geldi 12 koltuklu Sırada en dipte 1 çift ve ben varken kız montunu çıkarıp yanıma oturdu. Bacak bacak üstüne attı. Arkaya yaslandı. Ben tabi Mont elimde en ön sıraya gidicem ya montu yan koltuğa attım zikseler kalkmam artık dedim. Ve uzun zaman sınra bi hatunla yan yana bacak bacak üstüne film Seyrettik. Tabi bunu anlattığım bazı Sapık Arkadaşlarım oldu hepsinin sorduğu tek soru "sonra konuştunuz mu ? " yok amk konuşmadık ışığın içinde kayboldu gitti aradan 26-27 saat felan geçti hala gülümsüyorum çok güzeldi kan ne kadar ihtiyacım varmış buna. Mutlu oldum resmen.
lise yıllarımda deli gibi aşık olduğum bir kız vardı. her lise aşkı gibi bambaşkaydı, gözlerine daldığımda yaşamak için tek kaynağım olduğunu anlamıştım.
biraz ürkek fazla korkaktım. içimde azımsanmayacak bir heyecan fırtınası kalbimin kıyı kesimlerini vurmuş kasırgaya dönüşmek için nabız yokluyordu. ben de sevdiğim kız olan berfini yokluyordum her 10 dakikalık teneffüs aralarında.
10 dakikalık teneffüs araları bana saniyeler gibi geliyor onu görür görmez einstein in izafiyet teorisi hakkında ne kadar da haklı olduğunu düşünüyordum.
onu görünce zaman çağlayan misali akıp gidiyor, onsuz zaman ise juggernautların yürüyüşü kadar yavaş geçiyordu.
nihayet bir fırsatını bulup kıza açıldım. onun da bana karşı boş olmadığını anlayınca pazar günü saat 7 gibi buluşma sözü aldım. heyecan içinde pazar gününü bekliyor aynı anda kara kara düşünerek cebimde son kalan 20 liğe bakıyordum..
son 20 likti belki ama onunla geçireceğim bir saniyeye bile değerdi. pazar günü oldu saatler geçmek bilmiyor adeta benden rüşvet almak için bekliyorlardı. rüşvete karşıyım deyip yüz çevirdim saatlere. saatler de aynı karşılığı verip yavaştan akmaya devam ettiler.
yağmurlu pazar gününde saat 6 gibi evden çıktım. anayola mesafe 10 dakika kadardı. her zamanki hızlı adaımlarımı tekrarlayarak otobüs beklemeye koyuldum. hiçbir zaman vaktinde gelmeyen otobüsyine vaktinde gelmemişti ve yolun diğer tarafında sıkışan trafik beni karamsar düşünmeye itiyordu.
ya tam zamanında buluşma yerine gidemezsem ya kız benden umudu kesip beni beklemezse? gibi gıcık ve çalışmadığım yerden gelen sorular o zamana kadar otostop çekmemeiş olan beni otostopa zorladı.
callofcu: iş bankasının orda ineceğim abi.
adam: tamam kardeş..
adamın bu sevecen sözleri karşısında etkilenmiştim, hayat zordu kalleşti ama buna karşı iyiliksever adamlar da az sayıda değildi.
yağmura bakarak sevgilimi düşünüyor gözlerinde kaybolacağım anı bekliyordum.
iş bankasını önüne geldik, tam arabadan iniyordum ki o kedi gibi adam canavara dönüşmüştü...
adam: hopppp kardeşim parayı vermeden nereye gidiyorsun?
callofcu: ne parası abi?
adam: lan bu taksiyi babanın arabası mı sandın?
callofcu: taksi mii?
adam: evet 20 lirayı alayım..
callofcu: buyur abi..
deyip son kalan parayı uzattım. beş parasız kalmış, ilk kez otostop çekecekken elime yüzüme bulaştırmıştım.
buluşma yerine gidip uzaktan baktım.. sevdiğim sevgilim benibekliyor bir yandan saatine bakıyordu. param yoktu yanına gidemezdim, içeceği kahvenin parasını ona ödettiremezdim..
anı değil günlük benimki. bizim üst komşunun mutfağından gelen yemek kokusu bizim mutfakta pişmiş gibi buram buram geliyor. ev arkadaşımla yemeğin ne olduğunu tahmin ediyor bilince de mutlu oluyoruz. sonra makarna yemeye devam.