iz bırakan şiirler

entry99 galeri0
    1.
  1. ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
    şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
    bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
    durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
    şu aranıp duran korkak ellerimi tut
    bu evleri atla bu evleri de bunları da
    göğe bakalım

    falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
    inecek var deriz otobüs durur ineriz
    bu karanlık böyle iyi afferin tanrıya
    herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
    hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
    herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
    herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
    nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
    beni bırak göğe bakalım

    senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
    tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
    bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
    sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
    seni aldım bu sunturlu yere getirdim
    sayısız penceren vardı bir bir kapattım
    bana dönesin diye bir bir kapattım
    şimdi otobüs gelir biner gideriz
    dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
    bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
    seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
    durma kendini hatırlat.

    (bkz: turgut uyar)
    4 ...
  2. 2.
  3. Alışılmışın dışında bir örnek sunarım...

    ikisini de kovdum bugün
    Unutuştu önce gelen
    Sallayarak kara bayrağını
    "unutacak ne var" dedim
    Sonra geldi hayalin
    Ürperen gövdemde iç çekişleri
    Üç-beş bira: susturdum onu da

    (bkz: mustafa yavaş)
    1 ...
  4. 3.
  5. atilla ilhan - ayrılık sevdaya dahil

    açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın
    en görkemli saatinde yıldız alacasının
    gizli bir yılan gibi yuvarlanmış içimde kader
    uzak bir telefon da ağlayan yağmurlu genç kadın
    rüzgar uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
    mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan
    onu çok arıyorum onu çok arıyorum
    heryerimde vücudumun ağır yanık sızıları
    bir yerlere yıldırım düşüyorum
    ayrılığımızı hisettiğim an demirler eriyor hırsımdan
    ay ışığına batmış karabiber ağaçları gümüş tozu
    gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar yaseminler unutulmuş
    tedirgin gülümser
    çünkü ayrılık da sevdaya dahil çünkü ayrılanlar hala sevgili
    hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
    her an ötekisiyle birlikte herşey onunla ilgili
    telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
    gittikçe genişliyen yakılmış ot kokusu
    yıldızlar inanılmıyacak bir irilikte
    yansımalar tutmuş bütün sahili
    çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
    öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
    çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil
    çünkü ayrılanlar hala sevgili
    yanlızlık hızla alçalan bulutlar karanlık bir ağırlık
    hava ağır toprak ağır yaprak ağır
    su tozları yağıyor üstümüze
    özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
    eflatuna çalar puslu lacivert bir sis kuşattı ormanı
    karanlık çöktü denize
    yanlızlık çakmak taşı gibi sert elmas gibi keskin
    ne yanına dösen bir yerin kesilir fena kan kaybedersin
    kapını bir çalan olmadı mı hele elini bir tutan
    bilekleri bembeyaz kuğu boynu parmakları uzun ve ince
    sımsıcak bakışları suç ortağı kaçamak gülüşleri gizlice
    yalnızların en büyük sorunu tek başına özgürlük ne işe yarayacak
    bir türlü çözemedikleri bu ölü bir gezegenin soğuk tenhalığına
    benzemesin diye özgürlük mutlaka paylaşılacak suç ortağı bir sevgiliyle
    sanmıştık ki ikimiz yeryüzünde ancak birbirimiz için varız
    ikimiz sanmıştık ki tek kişilik bir yalnızlığa bile rahatça sığarız
    hiç yanılmamışız her an düşüp düşüp kristal bir bardak gibi
    tuz parça kırılsak da hala içimizde o yanardağ ağzı
    hala kıpkızıl gülümseyen sanki ateşten bir tebessüm zehir zemberek aşkimiz
    1 ...
  6. 4.
  7. hızla gelişecek kalbimiz
    kalbimiz hızla.
    sürgünlerin umutsuzluğunda
    kırık kalpler, yaralılar, onulmazlar
    farksız çarpanların umutsuzluğunda
    ve köprü başlarının umutsuzluğunda
    ve köprü başlarının umudunda.
    sular bitse bile, çiçekler atılırken oralara
    temiz bir ilişkinin bulutsuzluğunda
    ve eski dağlarda, eski dağlarda kış
    kovalarken ülkesini
    hızla gelişecek kalbimiz.
    kendi öz hüznümüzün öz tarlasında
    bozkır dayanıklılığımızın tarlasında
    kalbimiz
    ellerimiz ayaklarımız arasında
    ve kimsenin bölemediği şarkıyı
    güllerin, buğdayların ve acının şarkısını
    bir haziran uygulayacak sesimize.
    sütçünün sesiyle birlikte
    erkenci işçilerin sesiyle birlikte
    şoförün sesiyle birlikte
    sabaha başlamış sarhoşların sesiyle birlikte
    yaman sarhoşların sesiyle birlikte
    ve yeni uyanışların ve yeni doğmuşların
    ve herkesin ve herkesin
    sesleriyle birlikte
    bir haziran uygulayacak
    kimse bölemeyecek ve kalbimiz
    hızla gelişecek.

    (bkz: turgut uyar)
    0 ...
  8. 5.
  9. ÖNCELEYiN
    Önce bir ellerin var
    Yalnızlığımla benim aramda
    Sonra birden kapılar açılıverdi
    ağzına kadar
    Sonra yüzün,
    Ardından gözlerin dudakların
    Sonra herşey çıkıp geldi
    Bir korkusuzluk aldı yürüdü çevremizde
    Sen çıkardın utancını duvara astın
    Ben masanın üzerine koydum kuralları
    Herşey işte böyle oldu önce

    CEMAL SÜREYA
    3 ...
  10. 6.
  11. hayatın uçurumlarıdır yalnızlıklar

    gül yaprağı düşer kimi kez
    dal uykularının yüzüne gün ışığı
    kuş cıvıltıları sarar bütün dünyayı
    ve bir sevinç dolar yüreğine apansız
    uzanıp bütün pencereleri aşmak
    merhaba demek ister güneşe
    - merhaba yaşamak
    - merhaba dünya
    - merhaba ey sevda

    ne ki ömürsüzdür gül sevinci
    parçalanmış bir gökyüzüdür yaşamak
    donup kalır dudaklarında bir hüzün
    ve çiy tanelerine döner türküler
    türküler hüzne dönmüşse eğer
    geriye ne kalmıştır zaten

    paramparçadır yaşamak
    paramparçadır dünya
    paramparçadır sevdalar

    ii

    paramparça da olsa sevdalar
    yine de kalmış olabilir
    küçücük bir mavilik gökyüzüne
    bir sevda kırıntısı
    avuç içi kadar bir umut

    yuvalarından düşmüş kuş yavrularını
    alıp ısıtmak ister yüreğinin yangınında
    ve yeniden boyamak
    kalımlı bir maviye gökyüzünü
    sonra usulca azat etmek
    kuş cıvıltılarını

    ne zaman ki
    sıkar acının zembereğini usul usul
    sıkar bir kuyudan su çeker gibi sabırla
    bir yanda köpüklü çağlayanlar gibi öfke
    bir yanda boğuntunun yılan ıslıkları
    ekler birbirine bin bir parçayı
    ve yaratır kendi elleriyle gökyüzünü
    - günaydın
    - günaydın
    - günaydın

    gün aydın olmaz yine de
    gün karadır
    karanlıktır
    gün yorgun bir dev gibi
    boylu boyunca uzanır içinin sokaklarına
    ne pencereden bir ışık sızar
    ne çocuk sesleri duyulur
    herşey biter bekleyişlerden başka
    ve sanki bir adım ötede
    evde kalmış kızlar için
    idam mangaları kurulur
    çığlıklarsa bir çiğ yuvarlanışıdır
    kulaklarının karanlık uçurumlarında
    uçurumlardır sevda
    uçurumlardır umut
    uçurumlardır yaşamak ...

    Ahmet telli
    0 ...
  12. 7.
  13. güzeldim de galiba bunu nasıl söylesem:
    eline sağlık tanrım leyla çok güzel olmuş
    tanrım eline sağlık dünya da güzel olmuş
    keşke biraz ölmesem.

    (bkz: ibrahim tenekeci)
    3 ...
  14. 8.
  15. 9.
  16. Karlı kayın ormanında
    Yürüyorum geceleyin
    Efkarlıyım, efkarlıyım
    Elini ver nerde elin

    Memleket mi yıldızlar mı
    Gençliğim mi daha uzak
    Kayınların arasında
    Bir pencere sarı sıcak

    Ben ordan geçerken biri
    Amca dese gir içeri
    Girip yerden selamlasa
    Hane içindekileri

    Yedi tepeli şehrimde
    Bıraktım gonca gülümü
    Ne ölümden korkmak ayıp
    Ne de düşünmek ölümü
    2 ...
  17. 10.
  18. Erkek kadına dedi ki:
    -Seni seviyorum,
    ama nasıl,
    avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
    parmaklarımı kanatarak
    kırasıya
    çıldırasıya...
    Erkek kadına dedi ki:
    -Seni seviyorum,
    ama nasıl,
    kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
    yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
    yüzde hudutsuz kere yüz...
    Kadın erkeğe dedi ki:
    -Baktım
    dudağımla, yüreğimle, kafamla;
    severek, korkarak, eğilerek,
    dudağına, yüreğine, kafana.
    Şimdi ne söylüyorsam
    karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
    Ve ben artık
    biliyorum:
    Toprağın -
    yüzü güneşli bir ana gibi -
    en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
    Fakat neyleyim
    saçlarım dolanmış
    ölmekte olan parmaklarına
    başımı kurtarmam kabil
    değil!
    Sen
    yürümelisin,
    yeni doğan çocuğun
    gözlerine bakarak..
    Sen
    yürümelisin,
    beni bırakarak...
    Kadın sustu.
    SARILDILAR
    Bir kitap düştü yere...
    Kapandı bir pencere...
    AYRILDILAR...

    Nazım hikmet
    13 ...
  19. 11.
  20. buluşmak üzre

    Diyelim yağmura tutuldun bir gün
    Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
    Öbür yanda güneş kendi keyfinde
    Ne de olsa yaz yağmuru
    Pırıl pırıl düşüyor damlalar
    Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
    Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
    işte o evin kapısında bulacaksın beni
    Diyelim için çekti bir sabah vakti
    Erkenceden denize gireyim dedin
    Kulaç attıkça sen
    Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
    Ege denizi bu efendi deniz
    Seslenmiyor
    Derken bi de dibe dalayım diyorsun
    içine doğdu belki de
    işte çil çil koşuşan balıklar
    Lapinalar gümüşler var ya
    Eylim eylim salınan yosunlar
    Onların arasında bulacaksın beni
    Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
    Çakmak çakmak gözleri
    Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı
    Herkes orda sen de ordasın
    Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
    Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
    Özgürlüğe mutluluğa doğru
    Her işin başında sevgi diyor
    Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
    Bi de başını çeviriyorsun ki
    Yanında ben varım.

    CAN YÜCEL
    1 ...
  21. 12.
  22. 13.
  23. Dinmeyen

    Sen şimdi sabrımın taşını yuvarlarsın
    uzatırım saçları, tırnakları, anları
    beklesem büyür müsün sen çocuk?
    ırmaklar genişliyor, dallanıp
    budaklanıyor ağaç…

    Sen şimdi sabrımın taşını yuvarlarsın
    gizime bir ilmek daha atarım ben
    böylece bir kakül iner o çıplak alına
    alın o ki saçtan kırışmaz zerresi
    kırışır seni beklemekle geçen zaman
    belki hiç
    gelmezsin!

    Sen şimdi sabrımın taşını yuvarlarsın
    bir yeti değil mi aradığımız ortak?
    yangınlara alışma(!) , eğimler seni bilsin(!)
    ilk tılsıma vurulmuşuz seninle ikimiz
    yağmura şaşıyorum hala bak
    senelerdir yağıyor halbuki…


    Alper Gencer
    0 ...
  24. 14.
  25. bu benim en sevda halim (zeki kayahan çoşkun)
    Öyle bir yerdeyim ki...
    Neye hasret kaldığımı unutuyorum bazen...
    Neye canım sıkılmıştı? ..
    Neye kızmıştım? ..
    Uyuyor muydum? ..
    Uyanmış mıydım? ..
    Bu pantolonu dün de giymemiş miydim? ..
    Bilmem...
    Belki...
    Garip bir duyguya tutsak olmuş durumdayım...
    Bu benim en sevda halim...
    Bu benim sensiz halim...
    Bu benim adam halim...
    Olur böyle... Olur...
    Defalarca “kalem”demek gibi...
    Ya da başka bir kelimeyi ardı ardına sıralamak gibi...
    Anlamını yitirir ya bir süre sonra...
    Ağzında gevelediğinin ne olduğunu unutur, şuursuz hissedersin ya kendini...
    Kalem...
    Kalem...
    Kalem...
    Kalem...
    Kalem...
    ***
    Gülerken yakaladığımda kendimi...
    Kaçıyorum hemen...
    Ayıp sayıyorum...
    ihanet belliyorum...
    Susuyorum...
    Artık türküleri hissetmiyorum...
    Söylemiyorum...
    Cılız bir ıslık sadece ki, onu ben bile duymuyorum...
    Kimsenin de duyması gerekmiyor zahir...
    Biri beni anlasın istemiyorum...
    Biri halimi hissetse tedirgin oluyorum...
    Hep kaçıyorum...
    Öfkeleniyorum... Aptallaşıyorum... Susuyorum...
    Öfkemle, aptallığımla, susarak kaçıyorum...
    Bir şey anlatmıyorum...
    Hiç kimse, kimsenin acısıyla ilgilenmiyor aslında...
    ilgilenirmiş gibi yapıyor, bunu anladım...
    Karşıdakinin anlatacakları bir an evvel bitsin de sıra gelsin diye “hee hee” diyor, sıkça başını sallıyor...
    Dinlemiyoruz, duyuyoruz...
    Otobüs sesi, yağmur sesi, çamaşır makinesi sesi gibi...
    Kulağımızı dolduruyoruz... Hissetmiyoruz...
    Bitiyor...
    Biz anlatıyoruz, sahtekarlık devam ediyor...
    “He hee” diyen, başını sallayan yer değiştiriyor...
    Kime ne anlatmalı? ..
    Susmalı...
    Acıyı örtmeli...
    Kimsenin üstüne salmıyorum acımı...
    Kim benden daha çok acır ki? ..
    Sana anlatamadıktan sonra...
    Sana diyemedikten sonra sevdamı...
    Neye yarar? ..
    Neye yarar şuna, buna anlatmak? ..
    Heeee? ..
    ***
    Bitecek diyorum bitecek...
    Bu sessiz çığlıklar dinecek..
    Örtülü perdeler açılacak bir bir...
    Hepsi bitecek...
    Sokaklara çıkacağım yine...
    Uzaklara gideceğim biraz...
    Ama terk etmeyeceğim bu kenti...
    “Köprüden önce son çıkış” tabelasına yine gülümseyerek bakacağım...
    Sana gidiyor diye... Sana gelemiyorum diye...
    Kır kahvelerinde oturup tavla oynayacağım...
    Çayımı yarım bırakmayacağım...
    Mavi çocukları göreceğim...
    “Bir kadınlık” sağ yanımı doldurmayacağım hissizlikle...
    Dostlarıma koşacağım...
    Randevularıma yine geç kalacağım...
    Bugün yaşıyorum...
    Yarın da yaşarsam daha güzel olacak...
    Kendime kızmayacağım artık...
    Vazgeçtim...
    Sen gül diye ben soytarılık yapmayacağım...
    içinden “git” dediğini duymazlıktan gelmeyeceğim...
    Bana aldığın kitaplara her dokunduğumda donmayacağım...
    Ki bu kış o kitapları yakacağım...
    Yasak olduğundan değil, beni üşüttüğünden...
    Hiçbir kitabımı yakmadım ben, yasak da olsa...
    Kitaplar yasaklanır, ama fikirler asla...
    Ben seni yasaklayacağım kendime, sen bilmeyeceksin...
    Susacaksın yine...
    Eminim hiç aklına düşmeyeceğim bir an bile...
    Olsun...
    Yıllar geçecek...
    Ben senden geçeceğim... Bu ateş geçecek...
    Ben nerde olacağım o zaman? ..
    Sen hangi güzel dünya ülkesinde yaşayacaksın kim bilir...
    Biliyorum, durmayacaksın burada...
    Gideceksin...
    Git tabii...
    Git...
    Ütopya ol benim için...
    Git...
    ***
    Yorgunum...
    Bitiğim...
    Şimdi uyumalıyım...
    Garip bir duyguya tutsak olmuş durumdayım...
    Bu benim en sevda halim...
    Bu benim sensiz halim...
    Bu benim adam halim...
    Olur böyle... Olur...
    Defalarca “kalem” demek gibi...
    Ya da başka bir kelimeyi ardı ardına sıralamak gibi...
    Anlamını yitirir ya bir süre sonra...
    Ağzında gevelediğinin ne olduğunu unutur, şuursuz hissedersin ya kendini...
    Kalem...
    Kalem...
    Kalem...
    Kalem...
    Kalem...
    Bu benim en sevda halim...
    Bu benim sensiz halim...
    Bu benim adam halim...
    Bu benim uykudan önceki halim...
    Uyudum...
    Uyanacağım...
    Şiiişşşştttttttttttt...
    2 ...
  26. 15.
  27. vatan haini

    '' nâzım hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
    amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi hikmet.
    nâzım hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. ''
    bir ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
    bir ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında amiral vilyamson'un
    66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, amerikan amirali
    amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
    " amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi hikmet
    nâzım hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. "

    evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
    hainiyim, ben vatan hainiyim.
    vatan çiftliklerinizse,
    kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
    vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
    vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
    fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
    vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
    vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
    ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
    vatan, amerikan üsleri, amerikan bombası, amerikan donanması topuysa,
    vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
    ben vatan hainiyim.
    yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
    nâzım hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

    nazım hikmet ran
    4 ...
  28. 16.
  29. "işte bir ses geçiyor sıkıntıdan
    baksam pencerede yağmur da var,
    hani saçlarını ya da göğsünü
    çok ince bir hüzünle bezeyen.
    ..."
    2 ...
  30. 17.
  31. Gece Nöbeti

    Daha az seviyorum seni..
    Giderek daha az..
    Unutur gibi seviyorum..
    Azala azala..
    Aramızdaki uzaklığın karanlığında..

    Geceler kısalıp..gündüzler uzuyor öyle olunca..
    Daha az seviyorum seni..
    Kendini iyileştiren bir yara gibi..
    Daha az..
    Ve zamanla..

    Sen geceyi tutuyorsun..ben nöbetini..
    Uzak dağ kışlalarında..
    Görmüyoruz birbirimizi..
    Usul usul sis iniyor..
    Kopmuş yollara..
    Işığı hafif..uykusu ağır koğuşlarda üzerini örtüyorum senin..
    Bir çığ gibi büyüyorsun rüyalarımda..
    Sevgilim sevgilim
    Yıldızları daha büyüktür bazı gecelerin
    Nöbet kadar yalnızken öğreneceksin bunu da..

    Artık daha az seviyorum seni..
    Unutur gibi..ölür gibi daha az..
    Yeniden ödetiyorum kendime
    Onca aşkın öğretemediğini..
    Kolay değildi..
    Yalnızca sevgilimi değil..evladımı da kaybettim ben..
    Kaç acı birden imtihan etti beni..
    Bir tek gece vardır insanın hayatında..
    Ömür boyu sürer nöbeti..
    Bu da öyleydi..
    iyi ol..
    Sağ ol..
    Uzak ol..
    Ama bir daha görme beni..

    Murathan Mungan
    0 ...
  32. 18.
  33. büyük taarruz

    dağlarda tek tek
    ateşler yanıyordu.
    ve yıldızlar öyle ışıltılı öyle ferahtılar ki
    sayak kalpaklı adam
    nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
    güzel, rahat günlere inanıyordu
    ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
    birden bire beş adım sağında onu gördü.
    paşalar onun arkasındaydılar.
    o, saati sordu.
    paşalar üç dediler.
    sarışın bir kurda benziyordu.
    ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
    yürüdü uçurumun kenarına kadar,
    eğildi durdu.
    bıraksalar
    ince uzun bacakları üstünde yaylanarak
    ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
    kocatepe'den afyon ovası'na atlayacaktı.

    nazım hikmet.
    3 ...
  34. 19.
  35. chopin diye biri
    piyanoyu ağlatıyormuş
    demişlerdi
    dinlemiştim içimde burulmuştu
    üzüldüm hatta üzüldüm ama
    chopine bile
    bu kadar üzülmedim
    sevgilim
    ah sevgilim
    sessiz giden gemiye
    bile
    bu kadar üzülmedim
    oysa portakal kabuğundandı oda
    ah sevgilim
    buralardaki tüm otogarlarda kürt
    buralarda varoşun çocuklarına
    buralar tiner kokar
    ve meksika
    ve peruda
    yağmuru özelleştirilen
    peruda
    mülk inkanındır derken
    katledilen kızılderililere
    bile
    bu kadar üzülmedim
    sevgilim
    ah sevgilim...
    0 ...
  36. 20.
  37. 21.
  38. 'mendil melankolikse kurumasını beklemek aptallıktır’ dedi, adam.
    gözyaşı akar yatağını bulur.
    mevzuubahis değildir her gecenin şeb-i yelda olması; zira hiçbir geçmiş yeterince geçmemiştir.
    saman alevi gibi sevip, saman alevi gibi terk edenleri,
    saman alevi gibi unutarak cezalandırmayı;
    zaman alevinden öğrendi.

    aşk, ateşin oksijene olan tutkusudur.
    aşk, oksijenin yanma korkusudur.

    belki de bu yüzden soluk almak muhteşem,
    son nefesi veriyor olmak zor
    ve ölüm,
    en büyük elveda olmuştur.

    (bkz: cüneyt ergün)
    2 ...
  39. 22.
  40. Yavaş Yavaş Ölürler

    Yavaş yavaş ölürler
    Seyahat etmeyenler.

    Yavaş yavaş ölürler
    Okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
    Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.
    Yavaş yavaş ölürler
    Alışkanlıklarına esir olanlar,

    Her gün aynı yolları yürüyenler,
    Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
    Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler,
    Bir yabancı ile konuşmayanlar.

    Yavaş yavaş ölürler
    Heyecanlardan kaçınanlar,
    Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
    görmek istemekten kaçınanlar.

    Yavaş yavaş ölürler
    Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
    Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
    Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına
    çıkmamış olanlar

    Pablo Neruda
    1 ...
  41. 23.
  42. DAVET ...

    şunları bir araya toplayayım.
    Bir güzel muhabbet edelim" diye düşündüm.

    Mutfak işinden de anlarım.
    Donattım sofrayı.
    Bayağı uğraştım.
    Hepsinin, ayrı ayrı ne
    yemekten, ne içmekten
    hoşlandığını iyi bilirim.
    Bayağı da para gitti.

    Birinin yediğini öbürü yemez.
    Ötekinin içtiğini beriki içmez.
    Dört kişilik sofra kurdum.

    Mumları da yaktım.
    Bak hepsi, Erick Satie severdi.
    Hatırladım.
    Müziği de ayarladım.

    Geldiler.

    20 yaşında ben,
    35 yaşımda ben,
    40 yaşımda ben ve
    bugünkü ben dördümüz.

    Birden yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum.
    Kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim.
    Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.
    Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.

    Yatıştırayım dedim.
    "Sen karışma moruk" dediler. Büyük hır çıktı.
    Komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
    Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.

    Evin de içine ettiler.

    Bende kabahat.
    Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine ...

    CAN YÜCEL
    1 ...
  43. 24.
  44. cinayet dışı

    1.
    bir kereye mahsus yaşanan her an
    kendi hayatını bir daha düzeltilemeyecek biçimde
    içinde barındırır.

    bana kanatlarımı bıraktırdılar.
    bana ihaneti öğrettiler.

    başka haber yok.

    2.
    ikiye bölünmüş bir bütün gibi yaşadım
    bir yanım öbür yanıma düşman
    sağımda kızgın kumlar gezdirdim
    solum üşüyor eski bir anıdan.

    3.
    mum: alıngan. kendi ateşiyle
    kendini yok eden yumuşakça.
    erimek üzere varsın, kaderine inanırsın.
    ölürken fark edilmez, ışığın solduğu zamansın.

    hiçbir aşk titremez sonsuza değin
    bütünlüğünü yitirişinden ölür bir mum
    ve insan acıdan ölür bir gün.

    4.
    yüzümde taşıdığım kuyu
    soğuk iklim,
    ağır yaprak tenimde
    durup dönüp dokunduğum
    yük.

    yağmurun aramıza çektiği perdeyi yırtıyorum
    geçiyorum göğsümdeki uykunun sarmaşığından
    birazdan dünya beni unutacak, ben onu anlamıyorum.

    soğuk iklim,
    durup dokunduğum
    dönüp seni
    ben de unutacağım.

    5.
    insan ölüyorsa acıdan ölür bir gün
    kendine bir daha uğrayamadığından,
    koyduğu yerde durmayışındandır hayatın
    hatanın dönüşsüz oluşundandır.

    hiçbir aşk titremez sonsuza değin,
    bütünlüğünü yitirişinden ölür bir mum
    ve insan kanatlarından
    ayrılır bir gün.

    birhan keskin
    1 ...
  45. 25.
  46. hep böyle çocuksu mu bakar senin gözlerin?

    hep böyle içinde uzak bir ışık mı yanar?

    bakışlarında beni dinlendiren bir şey var;

    kıyısındaymış gibi en sakin denizlerin...

    bir yelkenliyim şimdi ben senin limanında

    fırtınalardan geldim sende dinleniyorum.

    bu huzur, bu sessizlik hiç bitmesin diyorum;

    en eşsiz dakikalar sürsün senin yanında...

    hiç yumma gözlerini, ışığın eksilmesin,

    gündüzüm aydınlığım, ipek böceğim benim!

    güz bahçemde açılmış o son çiçeğim benim!

    yorgun kalbim seninle elem nedir bilmesin;

    ayırma gözlerimden çocuksu gözlerini,

    o sakin, o yalansız, o kuytu gözlerini.

    (bkz: ümit yaşar oğuzcan)
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük