bir kaç röportajında dünyadaki futbolcuların aksine çok kitap okudugunu ve felsefeye önem verdigini dile getiren, cebinden parası neyse verip parası olmayana bilet alan, dünya üzerinde binlerce kopyası olması gereken insan, yüce şahsiyet.
türkiye'ye futbolu çok iyi oynayan adamlar gelmiştir, lakin bunun gibi adam bugüne kadar ülkemize gelmemiştir.
ulan şu hareketin hatırına bile tutulur takımda zaten gayet iyi bir oyuncuydu, buna gerek bile yoktu.
--spoiler--
Ivan Ergiç, Bursa ya ilk defa gelen Manchester United ı imkânı olmayan çocuklar da seyredebilsinler diye tanesi 30 TL olan kale arkası biletlerden 630 tane satın alarak tercümanı aracılığıyla maddi durumu iyi olmayan mahallelerde çocuklara dağıttırmıştır.
--spoiler--
"kalsın..." başlığıyla gazetede de kullanmıştık...
gitmişti.
ayıp olmuştu galiba biraz, o günler için.
ama bugün...
bunları yazmazsam ayıp olacak asıl...
bilinmesi gereken bir adam geçti bursa'dan, gözlerimizin önündeydi dev gibi...
"kazım koyuncu" dedi, en sevdiği türk sanatçıyı sorunca...
kanserden öldüğünü biliyordu ve hayat hikâyesini çok acıklı buluyordu.
ve "nazım" deyince susuyordu her seferinde...
ülkenin iç-dış politikaları, siyasi partiler, dünyadaki dini akımlar sohbetlerin genelini oluşturuyordu.
barış manço'yu merak ediyordu, livaneliyi...
biliyordu da
bulvarda kırmızı ışıkta durmuş beklerken "deniz'i sever mi türkiye?" deyiverdi...
idamlardan bahsettik...
sustuk...
üniversite yıllarımda yapmadığımız tartışmaları heyecanla sürdürüyorduk bir araya geldiğimizde.
osmanlı imparatorluğu'nun kronolojisini de iyi biliyordu, atatürk devrimlerini de...
kılık kıyafet konusunda kabul edelim ki özensizdi.
ve kimse bilmezdi; "kermes"lerden giyinirdi.
"bir çocuğun bursa'da manchester united'ı izlemesinden daha önemli bir şey olamaz" demişti. cebinden yaklaşık 20 bin tl verip okullara bilet dağıttırdı. çocuklar da bilmiyorlardı kim olduğunu. meraklı bir baba uğraşınca, ismine ulaştı ve medyada haber oldu. çok kızmıştı.
"olsun be yaa..." demiştik, o diyemedi bir türlü.
daha bilinmeyen pek çok hayır işine imza attı.
gizlilik esastı...
bütün dinleri olduğu gibi islam'ı da araştırdı.
iki ayda, derdini türkçe anlatmaya başladı.
4 dil biliyordu. türkçe 5. oldu.
kuru fasulye en sevdiği yemekti. özel olarak yapardı ramazan usta. künefeyi de çok beğendi. bir de "fasulye" şarkısını.
galibiyet kutlamalarında ortaya atlardı hemen.
ertuğrul sağlam'ı çok sevdi bir de...
saydı...
hoca gibi, ağabey gibi, dost gibi...
genç futbolcular her otomobil değiştirdiklerinde yanlarına gidip "off süper araba kaç yapıyor?" diyerek dalgasını geçiyordu. kendisi için önemsizdi çünkü...
evet, kesinlikle çok komikti.
hemen hemen herkesin taklidini yapabiliyordu.
uzak durdu medyadan.
karaburun'daki konferansa spor emekçileri sendikasının davetlisi olarak giderken çok heyecanlıydı.
uyardık ama, "burası türkiye siyasete çok girme" gülümsedi sadece "merak etmeyin" derken...
"filozof değilim" diyordu. sırt çantasında en az 7-8 kitapla geziyordu. kiralık evi olmasına rağmen tesislerde kalıyordu.
ya okuyordu, ya uyuyordu...
ve kafa dengi arkadaş bulunca anlatıyordu;
"italyada futbol büyük ve çirkin bir organizasyon. futbolun ruhu kayboluyor. neden hakemler gol sevinçlerinde formayı çıkartmaya sarı kart gösteriyor? forma reklamı görülmüyor diye. para futbolun dengesini bozuyor..."
duygusaldı...
cem karaca'nın "tamirci çırağı"nı dinlerken gözleri dolmuştu...
çok iyi bir ailesi vardı. menajeri olmadı hiç...
babası ilgilendi transferleriyle. her şeyi bırakıp bir anda avustralya'ya dönebileceğini söylerdi her seferinde...
kırmızı kart görmedi hiç...
hem de hiç kimseden...
bursa'yı çok sevdi...
bursalılar'ı çok sevdi...
pazartesi bursa'dan ayrıldı, salı günü şampiyonluk kutlamalarında basel'de omuzlara alındı...
kazım koyuncu'ydu en sevdiği şarkıcı.
"işte gidiyorum" ile bitsin bu yazı...
işte gidiyorum. bir şey demeden. arkamı dönmeden, şikayet etmeden. hiçbir şey almadan. bir şey vermeden. yol ayrılmış, görmeden gidiyorum. ne küslük var ne pişmanlık kalbimde. yürüyorum sanki senin yanında. sesin uzaklaşır her bir adımda. ayak izim kalmadan gidiyorum. gerdiğin tel kalbimde kırılmadı. gönül kuşu şarkıdan yorulmadı. bana kimse sen gibi sarılmadı. işığımız sönmeden gidiyorum...
not: bu satırları yazdığımı duyunca bana da kızacak biliyorum. yazdıklarımın büyük bölümünü bursaspor tv'de birkaç gün içinde yayınlanacak "nereden nereye- ergic" röportajında izleyeceksiniz zaten. yazmasam olmazdı.
burak uçar / bursaspor tv genel müdür yardımcısı
yolun acık olsun filozof elbet birgün bulasacağız bu böyle yarım kalmayacak.
tırt bir futbolcu. eğer kaliteli, yetenekli, iyi bir futbolcu olsaydı juventus bırakmaz en azından 3-5 maçta oynatırdı. komünist olmasından dolayı da karakteri tartışılır durumda...
komünisttir ve bunu çekinmeden söyler her ortamda. Lakin müslüman gibi adamdır. Manchester maçı için bursadaki durumu iyi olmayan çocuklara bilet temin etmiş ve bunun duyulduğunu görünce de sinirlenmiştir. 'Sağ elinin verdiğini son elin bilmesin' hadisi şerifine göre bir harekettir tam da. Açıkçası müslüman olarak ülkeden ayrılır diye tahmin ediyordum çünkü müslümanlığı doğru yaşayan bir teknik direktöre sahipti ve bu yolla dini daha doğru tanıyabilirdi. Kısmet değilmiş demek ki.
Ayrıca taraftarın sevgilisidir. ikinci sezonunda pek parlak bir performans sergilemese de 5 gol atmıştır. yedek kalmayı sorun etmemiştir. Omuzlarda gelmemiştir ama omuzlarda uğurlanmayı hak edendir. Seni Seviyoruz Ergiç...
yabanci kontenjanindan dolayi gonderilmis olan futbolcudur. cok yazik oldu. baglarin koparilmamasi lazim, kendisi cok super bir insan. bursaspor'a antrenor olarak donmesi en buyuk arzumuz.
en başta söylemek gerekir ki, futbolun içindeki insan duruşundan bahsedildiğinde, ilk akla gelen insanlardan biri ivan ergic olur.
bilen bilir, nilüfer' de, büyük parkın karşısında köşede küçük ama sıcak bir kafe bulunmaktaydı. kafenin adı demliydi. bir gün yavaş yavaş tanımaya başladığım kafe sahibi ve arkadaşlarla oraya oturdum. köşede biri dikkatimi çekti. başında şapkası, pencere kenarına oturmuş, dergi okuyor, zaman zaman da düşüncelere dalıyordu. ' bu kim abi ? ' diye sordum kafe sahibine. ' sırpmış sanırım ' diye cevap verdi. giderken iyi akşamlar dedi.
günler geçti. bir ara kafeye uğradığımda ' hani o sırp var ya ' dediler ' ivan ergic imiş. ' şaşırdım ' ivan ergic? bursasporlu? ' evet, oydu. genelde tek başına gelir, tek başına otururdu. bazen laptopu kucağında yazı yazar - daha sonradan öğrendik ki sırbistan' da bir gazetede köşesi varmış - bazen de dergi okur, düşüncelere dalardı.
şeker gibi bir adamdı ergic. yüzünden gülümseme eksik olmazdı. ' iyi akşamlar ' der, evinin yolunu tutardı. gece hayatı yoktu, düzenli, adam gibi adamdı.
tuttuğum takım onun golleriyle 2' de 0 yapınca hiç üzülmedim. golleri atan paradan dolayı şımarmış biri değil, bir futbol emekçisiydi. güle güle komşu, altın yüreğin hep sağlam kalsın.
''milliyetçi'' olarak tanımlanabilecek bursaspor taraftarının oldukça sevdiği bir oyuncu. kendisini ortodoks bir marksist olarak tanımlayan - ki bu tanımlama dünya solunda pek sevilmez- futbolculuğundan çok duruşuyla bursada sevilmiş futbolcudur.
türkiye standartlarında iyi sayılabilecek bir oyuncudur efenim. insan olarak da şeker gibi diyolar kendisi için. ama yabancı kontenjanı bi çok futbolcu gibi onun da sonu oldu. umarım samsun, karabük tarzı takımların aklına gelir de, türkiyeden ayrılmaz.
duruşuyla, oturuşuyla, konuşmasıyla, futboluyla, düşünceleriyle, yaptıklarıyla ve yapacaklarıyla dünyaya nadiren gelen futbolculardan biri. bu taraftar öyle sevdi ki onu, bırakın ayları yılları, asırlar geçse bu kulübün tarihinde yazacaktır altın harflerle adı.
bursasporun şampiyon kadrosunun iskeleti olan oyunculardan birisidir. her şeyiyle bir insandır bir adamdır.
futbol hayatı boyunca kırmızı kart görmemiştir, gördüğü sarı kartlar ise bir elin parmağını geçmez.
türkiyedeki 2.senesinde çoğu türkten iyi türkçe konuşmaya başlamıştır.
şampiyonlar ligindeki manchester united maçında açık kale arkasından toplu bilet alarak yoksul çocuklara dağıtmıştır.
söylentilere göre siyasi sebepler yüzünden gönderilmiştir.