en güzeli ölümdür
en sevdiğine kavuştuğun gündür
'ölüm benim doğum günümdür'
şimdi beklemek daha güzel
sevdiklerini arkanda bırakman belki üzer
ama bu gerçek
ölüm gerçek.
isyan mı? edeyim
isyan etmeye bile gücüm yetmiyor
ölmeyi mi? istiyorum
bilmiyorum
sadece ağlıyorum
boşluğa doğru yürüyorum
belki diyorum belki.
dilim varmıyor söylemeye
ama ben yaşamak istiyorum
düşününce bu imkansız
peki diyorum
boşver
ölüm belki en güzelidir.
+sevim kos olum geldi
-cemil, yine mi penceredesin sen, cabuk gir iceri
/geldi sayin abim, hadi gir iceri yenge kizmasin
+kimse kizamaz bana, benim adim cemil o kadar
/cemil sayin abim
hergün daha çok yoruluyorsunuz
hergün daha çok acı çekiyorsunuz
herkes sizin iyileşmenizi büyük umutlarla bekliyor
bedeniniz, zihniniz hayır diyor
herkes iyileşeceğinizi kabul ediyor
ama zihniniz bir türlü kabul etmiyor
alışıyorsunuz
ve zamanın peşinden sürükleniyorsunuz.
ölüme doğru..
ister yalan deyin ister doğru saçlarınız beyazlıyor, vücudunuz artık her hareketi kaldıramıyor, söylenenleri algılama kapasiteniz düşüyor, yolda giderken mezarlıkları görmek artık daha bir manidar hala geliyor ve anlıyorsunuzki dünya'da ölümden başkası yalan. işte biz o gün düşüneceğiz ve işte biz o gün ya tükeneceğiz ya ebedi mutluluğa ereceğiz. en akıllınız, ölümü en çok düşüneninizdir diye boşa söylememiş güzeller güzeli.
her şey hastalanmanızı öğrenmenizle başlıyor; boğucu, karanlık ve yağmurlu bir havada güneşin açmasını bekleyen bir çocuk gibi ben de güzel, mutlu haberler bekliyordum ta ki kötü haberleri öğreninceye kadar.
hayat istemediğiniz bütün olayları peş peşe önünüze seriyor. ve hiç de sormuyor bunu böyle mi istiyordun? diye niye sorsun ki.. çığlıklarınız ve ağlayışlarınız da bununla birlikte geliyor. ağğlıyorsunuz, yıkılıyorsunuz. ölmeden ölümü tadıyorsunuz. ayağa kalkıp dışarı çıkıyorsunuz. karanlığın içinde kaybolmak istiyorsunuz, zihniniz sizi en kuytu köşelere itiyor. ama hayat o kadar kolay değil diyor, acı çekmesini bileceksin ve öğreneceksin diyor. bir yandan yağmur yağıyor ama siz bunun farkında bile değilsiniz. çünkü yağmur sizsiniz. dolaşıyorsunuz, bomboş sokaklarda...
eve gelip çalmayı çok sevdiğiniz kemanınızı paramparça ediyorsunuz. peki neden? bu sorunun cevabı yok. bir ay geçiyor, iki ay geçiyor ama hastalığınız bütün bedeninizi sarıyor bir tek o geçmiyor. siz de bekliyorsunuz, ölüm denen o çılgın olayı...
eskiden şapkanızı büyük bir zevkle takarken şimdi nefret edip takıyorsunuz. aynaya bakıp her zaman özenle tarayıp, ördüğünüz saçlarınız bir gün geliyor yok... öyle bir yerdesiniz ki yaşamın kıyısında ölümünse yanıbaşında. bir adım geri gittiğiniz anda ölüme kavuşacaksınız. evet kavuşmak diyorsunuz çünkü acı çekmekten yorulmuşsunuz. bir adım ileri gittiğiniz zaman ise yaşamaya kavuşacaksınız. evet buna da kavuşacaksınız diyorum çünkü bir yanınız hep burda kalmak istiyor. ben bunun ortasındayım ama ölüm beni çağırıyor. bu yold en büyük yoldaşınız her zaman da dediğim gibi gözyaşlarınız. hastanede kaldığınız süre zarfında bir çok sevdiğiniz insan geliyor, size camın arkasından gülümsemeye çalışıyor... ama siz hiç acımadan sırtınızı dönebiliyorsunuz. dönüyorsunuz çünkü gözyaşlarınızla onları üzmek istemiyorsunuz. sessizce ağlıyorsunuz, saklanıyorsunuz...
dört sene boyunca beklediğiniz insanı yine bekliyorsunuz. bir yanınız gelmemesi için dua ederken diğer yanınız onu son bir defa daha görmek için dua ediyor. gelmesin diyorsunuz çünkü size acımasını istemiyorsunuz. acıdığı an daha çok üzüleceksiniz bunu biliyorsunuz.
geceleri uyuyamıyorsunuz çünkü uyanamamaktan korkuyorsunuz. herkesin derin sesizlikte kaybolduğu sırada sizyatağınızdan kalkıyorsunuz. damarınıza bağlı olan serumu çıkarıyorsunuz. acıyor ama siz bunu hissetmiyorsunuz. kimseye görünmeden çıkmak istiyorsunuz. ve çıkıyorsunuz. bunca riski o dağın tepesinde açan belki de sizin bir daha göremeyeceğiniz güneş için yapıyorsunuz. oturuyorsunuz, ağlıyorsunuz bu sefer sessizce değil hıçkırıklara boğularak. etrafınızda kimse yok, üzebileceğiniz kimse yok!! siz bunları düşünürken, sevdikleriniz telaşlı bir şekilde sizi arıyor. ve siz hastaneye tekrar dönüyorsunuz. her tarafta neredeydin?? sorusu yükseliyor. siz yatağınıza yatıyorsunuz, tekrar serumu damarınıza bağlıyorlar. ve siz onlara sadece şunu söylüyorsunuz: ölecek olan benim, benim için üzülmeyin, ağlamayın beni merak etmeyin. bu bir bencillik mi? hayır değil. siz onları üzmek istemiyorsunuz, kendinizden uzak tutmaya çalışıyorsunuz. elinizden gelen de bu kadar. damarlarınız iğneye doyuyor ve yıpranıyor, serum şişeleri bir yığın. (kan alırken, kusmak serbest). keşke diyorum bu hastalık üniversiteden sonra olsaydı veya hiç olmamasaydı. siz boğaziçi tarihi okumayı o kadar çok istiyorsunuz, bunun için durmadan çalışıyorsunuz. ama işlerinizde bir problem çıkıyor, beklenmedik bir misafir geliyor. siz kim olduğunu çok iyi biliyorsunuz. ölüm...
her gün kulağınıza fısıldıyor. bugün öleceksin, bugün olmasa da yarın. unutmak için kitaplara dalıyorsunuz, birçoğu da tarih. kafanızı tarihle bozuyorsunuz, düşünmek istemiyorsunuz ölümü. şimdi bekliyorsunuz ölüm denen o sonsuzluk yolculuğunu, elbet birgün gelecek yolcusunu almaya, çünkü haberi var sizin öleceğinizden... kapınızda nöbet bekliyor. ece gkscgkn.