edilen bunca isyana rağmen hala yaşıyorsun. nefes alıyorsun bir yerlerde biliyorum. kendin olamadığının farkındasın ve bu iyi bir eşy. tıpkı önümde öylece bana bakan f klavyem gibi orjinal bir biçimde ağladığınıda seziyorum en yoksun zamanlarında arkadaşlarından. zor bieşey değil mi ölümü bunca acının arasından sıyrılıpta mutluluk tomurcuklarını hissettiğinde bulma çabası? yada ayzdıkların. dışarı çıkmışsın ölüm baharında yağmmur olmuş dolanmışsın bulutlarda. gözyaşların kadar gerçekmi peki bu haaylin? yoksa sadece kurgulanmış bir gelecekmi özlemini duyduğun kıymetlin? sorular sorular. herbiri durdurmaya yetecekmi ki seni. ama hala burdasın ve dışarı çok sıcak. yaşıyorsun bir yerlerde ve nefes alışların kadar gerçeksin bugün de. üzülme ve gerçekten yaşamın kahredilişini bekle. ozaman belki ölüm bulacaktır bekleyeneni. bu çetrefillerle dolu hayat teknesinde.
ölüm bu,
fıkara ölümü
geldim, geliyorum demez,
ya bir kuşluk vakti, ya akşam üstü,
ya da seher, mahmurlukta,
bakarsın, olmuş olacak.
bir hastan vardı umutsuz,
hasreti uykularda,
hasreti soğuk sularda.
gayrı, iki korku çiçeğidir gözleri,
iki mavi, kocaman korku çiçeği,
açar, derin kuylarda...
Ölüm bile geç kaldıktan sonra
Bütün ilkleri sona bırakmanın belki de tam zamanı
Ben her şey bir ırmaktır sanırdım
Bunun için günlükler tutmaya kalktım
Ve tarihleri karıştırdım nasıl da
Aldım şapkamı gidiyorum şimdi
iniyorum kentin çekirdeğine
kendime yeni dalgınlıklar buldum son günlerde
Dev yapılar ufuk çizgisinin önünde birer parmaklık gibi
Kırmaya kalksam çocuklar uyanacak
Ben odama döneyim en iyisi
Öyleyse nice yağmur
Niye bir kız saçı gibi sokaklarda
Aynaya baksam kalbim görünür
Aklımda gitgide büyüyen yara
Bir ağacın en uzak dalı gibi sessizce çürür
Ölüm, evet ölüm bile geç kaldıktan sonra...
Ölümün gelmesine gerek yoktur. Çünkü ölüm her daim yanındadır. Diler sağlıklı olsanızda, diler hastalıklı olsanız da. Her işte bir sorumluluk olduğu gibi, ölümünde sizin üzerinizde sorumluluğu vardır. Dolayısıyla, doğarken bile ölebilirsiniz. Bence bu doğal ama üzücü bir şey, öyle değil mi?
yeni bir gün derken...
yine o koridorda yürüyorsunuz; hastane koridoru..
yine aynı yere götürüyorlar sizi, biliyorsunuz.
sabretmek gerek, sabrediyorsunuz
ve yine siz susuyorsunuz.
... aydınlık buraya kadardı, bir büyük tebessüm ve ardından gelen ayrılık...
hastaneye gidiş yolu, kısaydı ama o kadar uzun geldi ki bana belki de ona da öyle gelmiştir, bilmiyorum ki.. sadece arada bana bakıp gülümsediğini gödüm o kadar, ama ben gülümseyemiyordum zaten o da alışkındı ben ne zaman hüzünlü baksam o bana gülerek bakıyordu, bense onu öyle görünce ufak bir tebessüm ediyordum, ufak bir tebessüm..
hastaneye geri yatmıştım kimse fark etmeden ama serum olayı işleri bozuyordu, hemen geldiler zaten ortalık ayağa kalktı, nerdeydin, nerdeydin?! bense her zaman ki gibi susuyordum, yatağıma uzandım, bir saat kadar olmuştu düşünüyordum, sessizliği dinliyordum ve artık gözlerim çok yorulmuştu, uyumam gerektiğini söylüyordu, bense direniyordum çünkü korkuyordum, gözlerim dayanamadı korkaklığıma ve düştü, uyudu...
sabah erkenden kalkmıştım, yemek yemem gerektiğini söylüyorlardı, ilaç içecektim bir şeyler yiyemiyordum ki, boğazımdan hiçbir şey geçmiyordu, neyse bir lokma bir şeyler atıştırdıktan sonra o ilaçları içtim, büyük bir kızgınlıkla (!).. sonra arkadaşlarım geldi (kardeşlerim de diyebilirim) bir tanesi var deliydi tam bir deli, beni güldürmek için elinden geleni yapıyordu o gülüyordu ve ben onu da üzdüm, ama o yine de güldü, o altı arkadaşın içinde bir ben bir de o sürekli sözlükteydik daha doğrusu o benden önce sözlüğü keşfetmişti, bense ondan sonra geldim, daha sonra geldim...
beni yeni bir yaşama kazandırmıştı farkında olmadan, binlerce kere teşekkür etmiştim ona, sırf bu yüzden, sırf bu yüzden! güzel vakit geçiriyorduk, güzeldi..
sonra gitmelerini istedim artık ve yazıya daldım, ne hissediyorsam yazdım, gerçeklerden bahsettim, korktuklarımdan bahsettim ve bilmediklerinden bahsettim.. sayfalar yetmiyordu artık, yazıyordum, yazıyordum.. yorulmadan, bıkmadan, usanmadan.. geceye doğru yine o genç adam geldi, yeni fotoğraflar gösterdi, beni ilk çektiği fotoğrafı gösterdi daha sonra da bir fotoğraf daha gösterdi fotoğraf sararmıştı ve parkta çekilmişti, o günü öyle iyi hatırlıyorum ki, ağlıyordum yanımda o beş arkadaşım vardı ben o gün her şeyi öğrenmiştim, o gündü hatırlıyorum (!).. çok güzeldi bana vermesini istedim, peki dedi, bir dosyam vardı onun arasına koydum, daha sonra onun da gitmesini istedim. annemle yalnız kalmıştık, o saçlarımı büyük bir zevkle okşarken bense acı çekiyordum her elini saçıma değdirdiğinde, onu üzmek istemiyordum, onun ağlamasını görmek istemiyordum bu yüzden de ağlarken yalnzıken ağlıyordum, sessizce ağlıyordum, karanlıkta ağlıyordum...
artık uyumalıydım, her zamanki gibi aynı bir gündü, her zaman ki gibi aynı hasta kız'dı.. mavi gözlü hasta kız'dı.. adı kraliçeydi..
Gezinen bir gölgedir hayat, gariban bir aktör
sahnede bir ileri bir geri saatini doldurur
ve sonra duyulmaz olur sesi, bir masaldır
gürültücü bir salağın anlattığı
ki yoktur hiçbir anlamı.
bir insanın hastalığında, sağlığında, iyi ve kötü gününde sürekli yanında olup onun bir gülüşünü yakalayabilecek birinin olması, farklı?!
o beni ilk defa bir üniversitede gördü daha doğrusu bir fotoğraf karesinde, anlattığı kadarıyla olay şöyle olmuş: 'arkadaşlarının fotoğraflarını çekerken yanlışlıkla o karede yer almışım, sonra dönüp fotoğraflara bakarken beni farketmiş ve o günden sonra aramaya koyulmuş ve buldu da...
o günden beri hastanede yatarken, dışarıda gezerken, okula giderken sadece o güzel fotoğrafı çekebilmek için uğraştı ve ben ona sadece bir kere gülümsedim, okuldan çıkmıştım o beş arkadaşım ile birlikte oturuyorduk bir yerde ve yine o, fotoğraf çekiyordu, saflığı, masumluğu ve hasta bir kızı..
bir ara göz göze geldik onun karanlık gözleri vardı benimse mavi ve hüzünlü gözlerim... ve o kısacık dakikada bir tebessüm ettim ama çekemedi çünkü fotoğraf makinesini düşürdü ardından güldü ve bir dakika dedi ama artık bitmişti aynısı tekrarlanamazdı, arkamı dönüp kalktım, gittim...
bir gece yarısıydı, temiz hava almak için bahçeye indim, ay etrafına ışıklar saçıyordu ama bir tek beni aydınlatmıyordu bir tek ben mahrumdum onun ışığından! ve oturdum, oturmak zorundaydım da çünkü yorgunum!! ve yine onu gördüm, kafamı çevirdim bakmak istemedim ona, birden ağlamaya başladım sonra bir el omuzuma dokundu hemen irkildim ve yerimden kalktım ona bağırdım, o sadece özür diledi ve özür dilememesi gerektiğini bir daha bana yaklaşmaması gerektiğini söyledim ve gitmesini istedim. o da sadece üzülme ve gidiyorum dedi...
ve yine bir sabah umut ışığı yine pencereme vuruyordu, ama o ışık benim kalbime bir kez olsun vurmadı, vurmayacakta, okul için hazırlandım aslında okula gitmeme gerek yoktu ama ben orda mutluydum ve belki hastalığım orda geçerdi o beş arkadaşımla birlikte ama olmuyordu işte, olmuyordu. okulun bahçesinde geziyorduk ve birden nefes alamadım ve bayıldım gözlerimi açtığımda yine o vardı, o genç adam!... elimi tutuyordu, gözlerime bakıyordu ve ilk defa onu ağlarken görüyordum. ayağa kalktım eve gitmek istediğimi söyledim evime geldim odama gittim ve dokturumu aradılar,o da hastaneye yatması gerek dedi. normalde bir hafta arayla yatıyordum bu sefer erkenden gelmemi istediler. belki de bu sefer gerçekten ölüyorumdur...
apar topar hastaneye gittik yatağım her zaman ki gibi hazırdı, damarımı yıpratan o serum şişeleri de hazırdı, iğnelerimde, ilaçlarımda ve her şey ve ben de hazırdım aslında, 'ölümüme'... bekliyordum büyük bir arzuyla ama gelmiyordu işte, hastaneye kaldırıldığımı duyunca o beş arkadaşımda geldi, yanımdaydılar ama ben istemiyordum, ben onların gitmesini istiyordum ama onlarda benim kadar inatçıydılar. bizim bir hayalimiz vardı hepimiz boğaziçi üniversitesin'de okuyacaktık ve biz bunun için durmadan çalışıyorduk, ama o altı kişiden birisi; ben hastaydım!..
onlarsa sadece ağlama, üzülme biz senin yanındayız diyorlardı ama ben istemiyordum onların yanımda olmalarını...
ve yine damarıma bağlamışlardı o kahrolası serumu, yine ilaçlar ardı arkası kesilmeden geliyordu, yanımda okumak için bir çok kitap vardı bir hafta arayla gittiğim için bir çok kitabımı orda bırakıyordum, onlardan bir tanesini elime aldım ve okumaya başladım, sonra kapı çaldı içeriye o genç adam girdi. bir elinde yaseminler vardı, çok güzellerdi diğer elinde ise bir cd vardı, geçmiş olsun dedi elindeki çiçekleri uzattı, teşekkür ettim ve sonrada bu cd'yi izlemem gerektiğini söyledi, sonrada seni daha fazla rahatsız etmek istemiyorum, dedi ve gitti.. ve yine camdan fotoğrafımı çekti..
biraz heyecanlı biraz da ürkek tavırlarla cd'ye uzandı ellerim, sonra izlerim dedim ve yerine geri koydum... annem'i aradım o hüzünlere boğduğum annemi, evdeydi kıyafetlerimi almaya gitmişti, laptopı getirmesini söyledim, peki dedi.
geldiği zaman o cdyi izledim, ağladım benim fotoğraflarımdan oluşan bir cdydi bir de müzik vardı tabi ki, gece yine gündüzü karalamış ve gelmişti... hastanenin kokusu, o serum şişeleri, doktorlar, hepsinden nefret ediyordum! bir an önce çıkmak istiyordum, bunun için geceyi beklemeliydim. bu benim ikinci hastaneden kimseye söylemeden çıkışım olacaktı... yine hafiften acıtmıştı serum ama çıkardım, çıkarmak zorundaydım, masamın üstündeki ilaçları savurup dışarıya attım ve özgürdüm...
sessizce çıkarken dışarıya, hava alıyordum bir yandan da çünkü hastanenin o boğucu kokusu o kadar nefret vericiydi ki, ardından biraz daha ilerlerken onu gördüm, o genç adamı, telaşlı bir şekilde yanıma gelip, neden böyle yaptığımı sordum, konuşmadım bile , sadece yürüyordum ama ayakta duracak halim yoktu, yere oturdum, o da geldi yanıma elimi tuttu kızamadım, bilmiyorum neden kızmadığımı belki de birinin yanımda olması iyiydi ama sonra hemen elimi onun sıcacık ellerinden çektim ve o üzgündü neden böyle yaptığımı sordu bir kez daha ve ben bir kez daha susmuştum. seni götürmeliyim dedi ben de hayır dedim, o zaman sadece bir yarım saat daha burda kalacağız ardından seni hastaneye götüreceğim dedi, bense ona karşı gelemedim ve peki dedim...
birlikte, yol aldık o karanlık yollardan ve hastane görünmüştü, şimdi git ve uyu dedi yarın yeni bir günü sevinçle karşıla dedi, bense sadece güldüm...
... sabah evden çıkarken karşıda duran siyah uzun ceketli genç bir adamı gördüm, elinde bir fotoğraf makinesi sağa sola bakıyordu, ben ise yoluma devam ettim her zaman gittiğim o yere günei en güzel gösteren yere, oturdum o kadar güzeldi ki ve o kadar hüzünlüydüm ki...
sonra baktım ki o da gelmiş, gizemli genç adam...
... sonra kalktım ve yürüdüm, kim olduğunu sordum, neden burda olduğunu sordum o karanlık gözlü genç adama, korkmuşmuydum? galiba evet korkmuştum, geri çekildim ama sonra onu ağlarken gördüm ve ben de ağladım neden ağladığımı bilmeden sadece onun ağlayışına ağlıyordum , onu teselli edecek bir şeyler saçmalıyordum, onu bile başaramıyordum ve bana sadece sus dedi ve elimi tuttu o soğuk ve titreyen ellerimi.. o kadar sıcaktı ki elleri yüreğimdeki o buz kütlesini eritmişti ve ben ağlıyordum, dönüp gözyaşlarımı sildi, gülümsedi ve ağlama dedi, oysa ki ben onu teselli edecektim ama olmadı o beni teselli ediyordu bir de ben onu tanımıyordum, tanımadığın bir insanla konuşmak? farklıydı, onun üzüldüğünü görüp üzülmek ve ağlamak...