annanem geldi lan birden aklıma moruk; rahmetli ya, ne çok severdim onu. bakır rengi bilezikleri vardı hatırlıyorum, ve büyük kahverengi lekeler ellerinde. okuma yazma bilmezdi ama ne izmir'e festivale gitmekten geri kalırdı ne de edirne'ye panayıra. kültürlü kadındı annanem.
dedemle ayrı dünyaların insanları olduğunu fark ettiğinde, ''maden dünyalarımız ayrı, evleri de ayıralım o zaman'' diyebilecek kadar cesur, makemede tek kuruş nafaka istemeyecek kadar da gururlu bir kadındı o ayrıca.
dedem de bir garip adamdı lan. 11 yaşında annesini, 13 yaşındayken de babasını kaybettiğinde 4 kardeşi ile baş başa kalmış o zamanlar. en küçük kardeşi kundakta bebeymiş, düşün.
eskiden delikli tuğlalar yoktu moruk; ateş tuğlası denilen bir meret vardı ki yerinden kalkmaz. işte dedem yıllarca tuğla pişirmiş ateşin karşısında. dört kardeşini de büyütmüş rahmetli, yıllar yılı çalışmış da ustabaşı olmuş o fabrikada. üstelik gündüz orada çalışırken gece de domates tarlalarında ek işlere gitmiş zavallı. cinlere de orda karışmış işte.
belli başlı zevklere sahip olmaması, dümdüz bir adam olması da bunlardan ilerigeliyor muhtemelen.
bak şimdi moruk, iyi dinle anlatacaklarımı; yaşantılar, psikolojiler, kaderler...
eline bir kalem al ve önündeki kağıda bir nokta koy. orası hayali nokta unutma, önemli olayları yaşadığın, ne olacağını tahmin edemeyeceğin, bilemeyeceğin şeylerin yaşandığı hayali bir nokta o.
yaşantımızda bir sürü hayali nokta var ve biz aslında dümdüz ilerlediğimizi zannederken üzerlerinden geçiyoruz o noktaların. fark etmiyoruz, bilmiyoruz.
eğer ki karşı şeritten gelen insan ile senin yolun aynı noktadan geçiyorsa; güm!!!
çarpışmak zorunda kalıyor insan ve sapma oluyor haliyle. geriye dönüp baktığında üzerinde ilerlediğin o düz çizgi artık aynı düzlükle devam edemiyor.
annanemle dedem çarpıştılar işte o noktada, yara alan olmadı. sadece manevi hasar ve yollar değişti. ikisinin de geriye baktıklarında dümdüz uzananan o çizgi, yön değiştirdi.
sipsivri açılmış bir kurşunkalem gibi başladığın yolculuğu boyası dökülmüş ucu kırık bir kalem gibi sonlandırabiliyorsun.
çoğu insan pes etmez ama tekrar sivriltir kalemin ucunu, boyası dökük de, küçücük de olsa gayret eder yazmaya.
bizimkiler de öyle yaptı. yazdılar bir süre; ta ki kalem tamamen bitinceye kadar.
annanemin anı defterine yazdığı bir cümle ne kadar etkilemişti beni hiç unutmam;
''kalbim hevesin kaydırağında kayarken, düşüşün uçuruma olacağını asla tahmin edemezdi''
diye.
ah be annane, sürükledin yine beni arabeske.
zaten istediklerimizle değil istemediklerimizden arta kalanlarla yaşıyoruz, oldu mu bu şimdi akşam akşam be annane!!