şu an içinde bulunmadığım şehir. dün çorlu'ya gittim ve toplu taşıma aynı istanbul'daki gibiydi. orta kapıdan binen de vardı, yolcular arkaya da ilerliyorlardı ve aynı istanbul'daki gibi bilgilendirme ekranı vardı. bu seneki nüfusunu merak ettiğim şehir.
20 seneden fazla yaşadığım, 10 sene önce terk-i diyar eylediğim şehir. Özlüyor muyum; hayır. Daha güzel yerler varmış yaşanacak. Çok güzel şehr-i alâlar var yurdumda istanbul'a diz çöktürecek.
boğazı ve tepeleriyle süslenmiş bir kafes. rengi, havası, suyu, hepsi, herşeyi kekremsi. en önemlisi eksik. yoksun.
beni bu şehre gömerlerse ruhum en uzağından bile azap çeker.
ne ızdıraplar dindirmeye çalışıp başarısız oldum burada, dilerim ölüm bile burada olmasın.
Okulların kapanması ve Kurban Bayramı tatilinin başlamasıyla birlikte istanbul ve diğer şehirlerde yaşayan Sivaslılar memleketlerine gitti. Cadde ve sokaklarda yoğunluk ciddi şekilde artarken, trafik yoğunluğunda da artış görüldü.
Çocukluğum,
gençliğim,
ileri yaşım
ömrümmüş.
az kaldı sevdiceğimle kavuşmamıza.
istanbul çocuğu olmak başkadır selam olsun memleketimin her bir karesine.
hasretle.
istanbul kıtalararası bir şehir olup, Avrupa'daki bölümüne Avrupa Yakası veya Rumeli Yakası, Asya'daki bölümüne ise Anadolu Yakası veya Asya Yakası denir.
özleyince tevfik fikret'in sis şiiri okunabilir. istanbul dışında herhangi bir yerde olmaktan mutluluk duyarsınız. büyüleyici bir nefret bu. ilk bölümünü yapıştırayım. aşağıdaki şiirin üçte biridir, sözlük de lazımdır:
Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı munannid,
Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid.
Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh,
Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh;
Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar
Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar!
Lâkin sana lâyık bu derin sürte-i muzlim,
Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim!
Ey sahn-ı mezâlim…Evet, ey sahne-i garrâ,
Ey sahne-i zî-şâ'şaa-i hâile-pîrâ!
Ey şa'şaanın, kevkebenin mehdi, mezârı
Şarkın ezelî hâkime-i câzibedârı;
Ey kanlı mahabbetleri bî-lerziş-i nefret
Perverde eden sîne-i meshûf-ı sefâhet;
Ey Marmara'nın mâi der-âguuşu içinde
Ölmüş gibi dalgın uyuyan tûde-i zinde;
Ey köhne Bizans, ey koca fertût-ı müsahhir,
Ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir;
Hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ,
Hâlâ titrer üstüne enzâr-ı temâşâ.
Hâriçten, uzaktan açılan gözlere süzgün
Çeşmân-ı kebûdunla ne mûnis görünürsün!
Mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi mûnis;
Üstünde coşan giryelerin hepsine bî-his.
Te'sîs olunurken daha, bir dest-i hıyânet
Bünyânına katmış gibi zehr-âbe-i lânet!
Hep levs-i riyâ, dalgalanır zerrelerinde,
Bir zerre-i safvet bulamazsın içerinde.
Hep levs-i riyâ, levs-i hased, levs-i teneffu';
Yalnız bu… ve yalnız bunun ümmîd-i tereffu'.
Milyonla barındırdığın ecsâd arasından
Kaç nâsiye vardır çıkacak pâk u dirahşan?
Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet, ey şehr;
Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!..