yaşanmaz abi orda gibi önermelere kesinlikle katılmıyorum. doğma büyüme istanbul'luyum ölme olarakta istanbul'u seçeceğim. gayet kararlıyım. bu şehrin hemen heryerinde bi anım var onu nasıl terkedebilirim ki? ulaşımı berbat olsa da havası boktan olsa da kızları dejenere olmuş olsa da hastayım hatta aşığım bu şehre!.
isyanların şehri ve tutsaklığın, bezmişliğin şehri, bazen ise en büyük özgürlüklerin. içine koca bir dünyayı doldurmuş bir dünya kenti, bir tarih kenti ve istilaların yuvası ama en çok da sevgilerin, aşkların, martıların ve boğazın kenti orası.
istanbul zor şehir ve her zor gibi olağanüstü çekici, vazgeçilmez bir tutku.
son günlerde her tarafta zıtmaya çalışılan varoş argümanı hakkında...
-----------------------------------------------------------------------------------
Eski istanbul bu kadar kalabalık değildi. 1950 yılına gelindiğinde nüfus henüz 1 milyona ulaşmamıştı.
Atatürk Ankara'yı başkent yapmaya karar verdiğinde, çoğu istanbullu buna inanmamış. "Nasıl olsa yine istanbul'a dönülür" diyerek, Ankara'nın başkentliğini geçici görmüşler. Hatta bazılarına göre Atatürk'ün 1927 yılına kadar istanbul'a gelmemesinin sebebi de, istanbulluların bu beklentisini kırmak içinmiş.
Bu şekilde devlet daireleri yeni başkent Ankara'ya birer birer taşınmaya başlayınca, istanbullular önce bunu hafife almışlar. Ama işin gerçek olduğunu anlayınca da, o zamanlar uçak seferleri olmadığı için, trenlere binip devletle olan işlerini halletmek için günübirliğine Ankara'ya gitmeye başlamışlar.
işte o eski istanbul'da Boğaziçi, yoksulların semtiydi. Çünkü ne şimdiki gibi otomobil bolluğu vardı, ne de yol vardı doğru dürüst. Şehir hatları vapurları sabah işlerine gidenleri, akşam da evlerine dönenleri
Boğaz'ın iki yakasındaki iskelelerden alır ve boşaltırdı.
O eski istanbul'a henüz Anadolu'dan göç başlamadığı için, "Şeriat tehlikesi" de henüz kentin gündeminde değildi. Buna karşı istanbul'un nüfusunda önemli yer tutan Rum, Ermeni, Yahudi azınlıkların Türkçe yerine kendi anadillerini konuşmalarına öfkelenmeye başlamışlardı eski başkentin insanları.
Vapurda, otobüste, halka açık mekanlarda "Vatandaş Türkçe konuş" yazılı levhalara rastlanırdı.
1955'in 6-7 Eylül gecesindeki pogromla başlayan ve 1964 Kıbrıs gerginliği sonunda hızlanan süreç, sayıları 150 bine yaklaşan istanbul Rumlarının Yunanistan'a göç etmelerine neden oldu. Atina ziyaretlerimden birinde gurbetteki bu istanbul Rumlarından biri "Orada Rumca konuşup sizi sinirlendirirdik, burada da Türkçe konuşup bunları sinirlendiriyoruz" demişti bana.
Sonra göç başladı istanbul'a. Eski istanbulluların, "Halk geldi, vatandaş rahat denize giremiyor" diye dert yandıkları duyuluyordu yer yer. Göçle birlikte sanayi ve ticaret de hızla gelişiyordu.
O zamanlar Nişantaşı'nda, Şişli'de apartmanı olana "zengin" denilirdi. Derken Boğaz yalıları da el değiştirdi ve bunlar da zenginlik simgesi olmaya başladı.
Ancak yeni istanbullularla birlikte kente, Anadolu'nun tüm özellikleri de geliyordu.
Hani Almanya'ya ve Batı Avrupa'ya 1960'larda başlayan "misafir işçi" göçü ertesinde bizimkilerle o toplumların uyum meseleleri çıkınca sosyal bilimci bir profesör "Biz Türkiye'den işçilerin gelmesini bekliyorduk. Oysa tüm sorunlarıyla birlikte insanlar geldi" demişti ya.
istanbullular da, ancak tiyatrolarda gördükleri ve yoksullarını "amele" varlıklılarını ise "hacı ağa" diyerek hafife aldıkları insanların, 20 yıl içinde çoğunluğu da, serveti de ele geçirdiklerini görünce çok sinirlendiler.
Şimdi eskisi ve yenisi ile herkes istanbullu artık... istanbul'un mezarlıkları, Anadolu'nun çeşitli yörelerinde doğup, burada ölenlerle dolu. Anadolu tarihinde ilk kez, istanbul'u Anadolu taşımıyor. istanbul da, Anadolu'nun bir kesiti şimdi.
Özetle Cumhuriyet Mitingleri de eski mitinglerden farklıydı, partilerin seçim mitingleri de eski istanbul mitinglerine benzemiyor. Seçim sonuçları da herhalde böyle olacak.Kısacası istanbul istanbul olalı, hiç görmedi böyle kafa kargaşası.
---------------------------------------------------------------------------------
mehmet barlas
düzgün bir yapı reformu yapılırsa, daha yaşanılası hale getirilirse açık ara avrupa'nın en güzel şehri olacaktır ki bana göre zaten şu anda bilr avrupa'nın en güzeli. *
1453 yılında fatih'in fethi ile Osmanlıya dahil olan ve Bizans imparatorluğunda adı constantinopolis iken,el değiştirmesi ile adı istanbul olan,üniversitede okumak için geldiğim ve yaşamaya başladığım,gelirken "ya ben orayı sevemem korkutuyo beni" dediğim,ama yaşamaya başlayınca aşkın nasıl birşey olduğunu öğrendiğim, tatile sahil kesimine gidildiğinde bile en fazla 10 gün sonra "ya ben istanbul'u özledim" dedirten, bazı bazı trafikte cebelleşirken küfretmenize neden olan;onun için binlerce şarkı ve şiir yazılan,iki kıtayı birbirine bağlayan;dünya'nın hiçbiryerinde karşı kıyıyı bukadar yakından göremiyeceğiniz bir boğaza adını veren;bebek,emirgan,çengelköy,sarıyer,kilyos,etiler,anadalu feneri,rumeli hisarı,kadıköy,beşiktaş,eminönü,sultanahmet ve daha adını sayamayacağım pek çok güzel gezilesi mekanın yer aldığı, "bir gün ben buraları nasıl terkedicem?" sorusunun kafanızı kemirmesine neden olan; yaşamaktan zevk alınan,çıtır çıtır simit ve çay ile sahilde oturup huzur bulmanızı sağlayan, dünya şehridir istanbul.
sokakları kahpedir bu şehrin,
bir o kadarda soğuktur karanlıkları...
yıkar adamı yanlızlık puslu gecelerinde.
matem vardır gökyüzünde.
ay bile hüzünlü vurur denize,
yakamozu bile bir acılı parlar...
her rüzgarı biraz daha hissettirir yanlızlığı
içini üşütür adamın estikçe.
sancı vurur insanın kalbine ağırdan,
istanbul gecelerinin yanlızlığını hissettiçe..