papa gelmese, önemli bir cenaze olmasa, kar yağmasa, suikastler olmasa, sürücüleri biraz daha saygılı olsa, gaspçı-kapkaççılar olmasa yaşanabilecek en güzel şehir. *
hayatının bir dönemini burada geçiren kişinin bir daha başka bir yerde yapamadığı şehirdir. öyle bir büyüsü vardır. içinde yaşarken ne kadar şikayet etsen, küfür de etsen ayrıldın mı 3 gün sonra özleyip geri dönmek için fırsat kolladığın maşuk şehirdir.
hayatımda izlediğim en iyi görsel sanat aktivitesi istanbul devlet opera ve balesine böle mükemmel bir şey hazırladıkları için teşekkür ediyoru imkanı olan gitsin zaten sadece müzikleri bile tek başına yeterli olacak kadar güzel ki akmnin o bütün incelikleriyle çok daha etkili olmuş
binlerce yıldır milyonlarca kişinin tecavüzüne uğramış ve hala herkesin beraber olmak isteyebileceği kadar güzel, içinden deniz geçen tek kadındır istanbul..
barındırdığı insanların hemen hemen tümünün küfür ederek yaşadığı ama bir türlü terk edemediği şehir. ne yapıyor ne ediyor bağlıyor kendine bir sekilde insanı.
halki, dunyanin en guzel sehrinde yasadigi yalaniyla uyutulan, her gecen gun daha da bataga saplanan, dunyanin en kalabalik gettolarindan biridir.
saniyorum dogal guzelliklerine hickimse laf soyleyemez. bir bakarsaniz, kitalari ayiran bogazin, gollerin, akarsularin, dunyanin en guzel denizi marmaranin, altin boynuzun bir arada toplandigi canli bir mucizedir istanbul. diger taraftan da insanin dogayi ne kadar berbat edebileceginin yasayan fotografidir. istanbul'un istanbulluktan ciktigini anlamak icin tepebasi'ndan halic'e soyle bir bakmak, beyoglu'ndaki yuksek bir binanin terasindan bogazi izlemek yeterlidir, ya da cekmece'de gol kenarinda bir yuruyuse cikmak...
istanbul'un dunyanin en guzel sehri oldugu onermesi bundan en az 100 yil onceye aittir. bugunku yapilasmasi, trafigi ve en onemlisi insan profili az gelismis sehir modeline bire bir ornektir. bir sehre dunyanin en guzel sehri yakistirmasini yapabilmek icin, o sehirde ulasim, cevre gibi altyapi problemleri olmamalidir. insanlar ulasmak istedikleri yere gereken zamanda ulasabilmeli, evlerine geri donduklerinde kesik suyla elektrikle karsilasmamalidir. bir insan dunyanin en guzel sehrinde yasiyorsa, yaya gecidinden karsidan karsiya gecebilmeyi, kaldirimda yuruyebilmeyi, saat ne kadar gec olursa olsun yuruyuse cikabilmeyi, ya da metroya binerken itilip kakilmamayi da haketmelidir.
'istanbul'a neden ''istanbul'' deniyor merak edenlere etimolojik bir yolculuk:
şehrin adı iÖ 660'tan iS 330'a kadar Byzantion'muş;
330'da Roma imparatoru I. Constantinus,
kenti başkent ilan etmiş ve adını Konstantinopolis olarak değiştirmiş.
395'te Roma imparatorluğu'nun ikiye bölünmesiyle Konstantinopolis
Doğu Roma imparatorluğu diye de bilinen Bizans imparatorluğu'nun başkenti olmuş.
Kent, 1453'te II. Mehmed (Fatih Sultan Mehmed) tarafından
Osmanlı topraklarına katıldıktan ve Osmanlı başkentinin Edirne'den
buraya taşınmasından sonra da uzun süre Konstantinopolis adıyla anılmış.
Bir dönem, Konstantinopolis'ten Arapçalaştırılarak Konstantiniyye de denmiş.
'eis ten polin' ya da 'is tin polin'
(Yunancada 'kente doğru' ya da 'kentte') biçimindeki cümlecik,
Osmanlı döneminde Stimbol, Estanbul, istambol gibi
değişimler geçirdikten sonra istanbul'a dönüşmüş.
Kent, istanbul adı tam olarak benimseninceye kadar
Dersaadet ve Âsitane adlarıyla da anılmış. Kimileyin
resmi belgelerde 'Şehr-i Kostantin' diye de geçmiş.*
dünyanın en dengesiz kadını. ne zaman ne yapacağı belli olmaz. her an bir başka sürprizle karşınıza çıkabilir. 26 * yıldır burada yaşayan birisi olarak bildiğim tek şey beni asla bırakmayacak iki kadından birisidir istanbul. diğeri için (bkz: annem) *
yılın büyük bölümünde hasret kaldığım sevgilim, dünya'ya gözümü açtığım ve gözümü kapatmak istediğim şehir. ama sitanbul vefasız bir kadın gibidir. önce sizi kendine aşık eder sonra da sizle ilgilenmez ve hatta sizi kovar da bazen. ama yine de o aşkı bitiremezsiniz.
dünyanın kendi eliyke beslediği, kirlettiği, dedikodusunun dibine vurduğu, sexin doruklarında uçtuğu, bazen kabuslu bazen tos pembe rüyalı, en gaddarının, katilinin, canisinin, en aklı başındasının, bilgesinin, meleğinin içinde barınmak zorunda olduğu bir şehir.
bir torba karanfil kutusu o, damarlarımızda gezinen aşk hormonu, bir başka şehrin kaprislerini çekemeyen bir yer, şakası bazen insanı öldüren bezen yeniden başlatan bir yer. asla bir masal olmayıp binlerce masala konu olan bir efsane o, kirinden arınamamış temiz insanlarıyla dolu bir şehir. aşıkların aşık olabilme sebebi, bebeklerin ağlama tebessümü, balıkların sofraya girme endişesi.
benim için hayatı sorgulayıp yeniden yazma, yeniden birleştirme, yeniden sevişebilme sebebim. ilk heyecanım, ilk kadınım, ilk hayatım olan bir şehir.
vedat türkali'ye ait,istanbul şiir işittiğim zaman içleri cız ettiren geleceğe umut bağları iliştiren şiir.
"salkım salkım tan yelleri estiğinde
mavi patiskaları yırtan gemilerinle
uzaktan seni düşünürüm istanbul
bin bir direkli halicinde akşam
adalarında bahar
süleymaniyende güneş
hey sen güzelsin kavgamızın şehri
ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
bakışlarımda akşam karanlığın
kulaklarımda sesin istanbul
ve uzaklardan
ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
sen şimdi haramilerin elindesin istanbul
plajlarında karaborsacılar
yağlı gövdelerini kuma sermiştir
kürtajlı genç kızlar cilve yapar karşılarında
balıkpazarında depoya kaçırılan fasulyanın
meyvesini birlikte devşirirler
sen şimdi haramilerin elindesin istanbul
et tereyağı şeker
padişahın üç oğludur kenar mahallelerinde
yumurta masalıyla büyütülür çocukların
hürriyet yok
ekmek yok
hak yok
kolların ardından bağlandı
kesildi yolbaşların
haramilerin gayrısına yaşamak yok
almış dizginleri eline
bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası
onların kemik yalayan dostları
onların sazı cazı villası doktoru dişçisi
ve sen esnaf sen söyle sen memur sen entellektüel
ve sen
ve sen haktan bahseden ortaköyün cibalinin işçisi
seni öldürürler
seni sürerler
buhranlar senin sırtından geçiştirilir
ipek şiltelerin istakozların
ve ahmak selâmeti için
hakkında idam hükümleri verilir
haktan bahseden namuslu insanları
yağmurlu bir mart akşamı topladılar
karanlık mahzenlerinde şehrin
cellatlara gün doğdu
kardeşlerin acısıyla yanan bir çift gözün vardır
bir kalem yazın vardır
dudaklarını yakan bir çift sözün vardır
söylenmez
haramiler kesmiş sokak başlarını
polisin kırbacı celladın ipi spikerin çenesi baskı makinesi
haramilerin elinde
ve mahzenlerinde insanlar bekler
gönüllerinde kavga gönüllerinde zafer
bebeklerin hasreti içlerinde gömülü
can yoldaşlar saklıdır mahzenlerinde
boşuna çekilmedi bunca acılar istanbul
bulutların ardında damla damla sesler
gülen çehreleri ve cesaretleriyle
arkadaşlar çıktı karşıma
dindi şakaklarımın ağrısı
bir kadın yoldaş tanırdım
bir kardeş karısı
hasta ciğerlerini taşıdığı çelimsiz kemikli omuzları
ve hüzünlü çehresiyle bebelerini seyrederdi
cellatlara emir verildiği gün haramilerin sarayında
gebeliğin dokuzuncu ayında
aç kurtların varoşlara saldırdığı
tipili bir gece yarısı
sırtında çok uzak bir köyden indirdi
otuzbeş kiloluk sırrımızı
zafer kanlı zafer kıpkırmızı
boşuna çekilmedi bunca acılar istanbul
bekle bizi
büyük ve sakin süleymaniyenle bekle
parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla
mavi denizlerine yaslanmış
beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
ve bir kuruşa yenihayat satan
tophanenin karanlık sokaklarında
koyunkoyuna yatan
kirli çocuklarınla bekle bizi
bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
bekle dinamiti tarihin
bekle yumruklarımız
haramilerin saltanıtını yıksın
bekle o günler gelsin istanbul bekle
sen bize lâyıksın."