"istanbul böyledir. burada yaşanmaz der çeker gidersin, üç gün geçmeden özlersin"
"istanbula ya bir şeylerden kaçılarak varılır ya da gün gelir ondan kaçılır. ve sonra dayanamaz insan istanbulsuzluğa"
aklıma istanbulla ilgili satırlar, mısralar, şarkı sözleri doluşuverir bu duyguyu her hissettiğimde. hele de sevilenler istanbulun koynunda uyuyorsa istanbulu özlemek daha da dayanılmaz olur. istanbuldan her ayrılış gün geçtikçe daha çok burksa da insanı vuslat yakındır deyip kendini avutmaktan, mütevekkil olmaktan başka çare yok.
dunyanin en guzel sehrinden ayri kalindiginda vuku bulan durum. Oyle ki kimisi bir demli cay ve simidine agzini burnunu eger ama bazisi da karpersiz de olsa neler verir bir sabah bogaza nazir, balikcilari kovalayan martilarin esliginde bir demli cay ve simidi mideye yuvarlamak icin. Simit de olmasin, cay da olmasin, Istanbulum bana yeter. Onun buyuleyici melankolisi maalesef gezdigimiz onca sehirde bulunamiyacaktir.*
istanbul'dan 2-3 gün ayrı kalınca istemsizce yapılan şey. çok farklı bir şey bu. ortaköy, kadıköy, beyoğlu, karaköy, çamlıca, beykoz... her köşesi ayrı güzel bu şehrin.
asla tam anlamıyla senin olmayacak, kahpe ruhlu bir kadını sevmek gibi. tadı, görüntüsü silinmiyor akıldan! onunla olanlara da bir haset, bir kıskançlık...
tarihte dahi destan olmayı başarmış,neredeyse her yönüyle güzel olan bir şehir.trafigiyle,yolsuzluklarıyla,hırsızlıklarıyla her şehirden daha öncelikli olmasına ragmen,yine de büyük özlem çekiyor insan istanbul'a...sanki orda herşey gerçek yaşanıyor,özellikle istanbullu olanlar için.aşkın yaşandıgı o kaçamak yerler bile zamanla eskisede ,mazide dahi kalsa insan gülümseyerek anımsıyor en berduş hallerini.bir başka yaşam sanki, birbaşka...simitçisi bir başka ,taksimi bir başka..saysam dillere destan olur saymasam içime dert olur şeklinde ömrünü kitaplara sıgdıramayagımız bir şehir...
bir keresinde tarih hocamız bize: "...' yı seviyor musunuz?" diye sormuştu.
biz de "tabiki evet" demiştik.
- "peki hiç istanbul a gittiniz mi? " demişti ardından.
biz de: "hayır" demiştik.
- "o yüzden ...' yı seviyorsunuz, çünkü istanbul u görseydiniz ... sevemediniz bir daha! " diyerek susmuştu.
işte o zaman hocamızın istanbul u ne kadar ve nasıl özlediğini anlamıştım.
şimdi ise ona hak veriyorum.
eğer doğduğunuz, büydüğünüz, en yakın arkadaşlarınızı içinde barındıran, ilk aşkınızı yaşadığınız ve sonra huzur bulmak için kucağına koşup, denizine gözlerinizin dalıp gittiği şehirse istanbul, uzakta olduğunuzda gidip görmek için çırpındığınız yer olucaktır. özlem böyle zamanlarda insanın içini gerçekten acıtır.
Hayata gözlerini istanbul'da açan bu bünye için, ne menem bir duygudur. O, üzerinize üzerinize gelen öbek öbek insan yığınlarından kaçıp kafa dinlemeye gidersiniz de, yine özlersiniz. Gittiğiniz şehir sizi sıkar, boğar. Ne adam gibi bir trafik, ne geceleri esir alan tinerci, ayyaş tayfası yoktur ortalarda. Bu ne menem bir şehir, nasıl bir hayat diye şaşakalırsınız. Ne bir martı, ne bir vapur sesi yoktur. Ali Sami Yen, Şükrü Saracoğlu, inönü Stadı çook arkanızda kalmıştır. Ne Sultanahmet havası, ne Beyazıt, ne Çemberlitaş, ne bir ortaköy manzarası, ne bir taksim meydanı...Nerde lan bu dolmuş kuyrukları, simitçiler, korsan taksiciler? Sinan'ın Süleymaniyesi nerde? Boğaziçi köprüsü, Beyazıt Kulesi? Derken, dönüş hazırlıkları kendiliğinden organize olur. Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfince kurul e mi aziz istanbul.
çok sevdiğin birini özlemek gibi bir şeydir, hele bir de uzun zamandır görülmeyen ve deli gibi özlenen sevgili de o şehirde yaşıyorsa ikisinin özlemi ağır gelir can yakar biraz. biraz dediysem lafın gelişi..
öyle boktan bir durumdur ki içinde yaşarken anlamazsınız istanbul'u. aslında özlediğimiz istanbul mudur yoksa aile ve alıştığımız çevre midir belli değil. zira şu sıralar ve önümüzdeki bir kaç sene yeni evim lefkoşa olduğundan büyük şehirden küçüğüne gelmenin zorluklarını yaşatır akabinde ah istanbul denir.