ahmet ümit'in 2010 yılında çıkan yeni kitabı.
bir çırpıda okunuveren,istanbulu ve tarihi seven kişiler için ballı lokma tatlısı olacak bir eser.
her bölümünde elinize kağıt kalem alıp,okuduğunuz tarihi yerleri not edip,hemen gezmeliyim buraları hissine kapılıyorsunuz.
baş kahramanımız komiser nevzat'ın duygularındaki gel gitlerle siz de gel git yaşıyor,katilin kim olduğuna mı yoksa istanbulun güzelliklerine mi dikkat kesileyim diye düşünüyorsunuz.
biraz dan brown'dan etkilenilmiş hissine kapılıyorsunuz ama ilerleyen sayfalarda nevzat'ın duyguları,düşünceleri sizi bir oraya bir buraya sürüklediği için şaşıp kalıyor,bu durumu da ahmet ümit'in yeteneğine bağlıyorsunuz.
bazı sayfalarda "öf bunları anlatmanın ne gereği var?!" diye serzenişte bulunuyor,fakat kitap bittiğinde "dur lan,şu sayfaları bi daha okuyayayım" deyip sayfaları karıştırmaya koyuluyorsunuz.
son bölümlerine geldiğinizde "vay bee" nidalarıyla çeviriyorsunuz sayfaları.
kısacası güzel,pek güzel,çok güzel.:)
Aklıma takılan, bazı soruların cevap bulmadığı kitap oldu,
dili gerçekten keyifli, uykumdan keserek okuduğum kitabın sonunda
--spoiler--
Beyaz minibüs sorusu cevap bulmadı, aynısından 2. kurbanın damatında da vardı, Namık'ta da,
hani en fazla kendiniz cevaplayabiliyorsunuz bu soruyu Yekta ve Demir araştırmışlar da 2sinde de beyaz minibüs olduğunu o yüzden mi beyaz minibüs kiralamışlar,
ayrıca 6. kurban avukat da olmasa komiser nevzat'ın, minibüsü araştırtıp, kime kiralandığını bulması gerekmez miydi?
Yani o ajandaya bakmadan arkadaşlarının katil olduğunu öğrenebilirdi, daha sonra giderdi yekta'nın evine.
--spoiler--
Ama genel olarak, okuyun, okutun, dili, akıcılığı, Kalemine sağlık Ahmet Umit.
GEnel anlamda kitap güzel. Kendini okutuyor. Ancak kitapta dikkat çeken esas nokta kitabın her yerinden -gereksiz sayılabilecek düzeyde- istanbul tarihi ile ilgili bilgi çıkıyor oluşu. Tamam, dışarıdan kulağa hoş geliyor, lakin yeterince yedirilememiş kitabın için. Bazı bölümlerde kitabın akışı sırf 'lan olay şöyle cereyan etsin de buraya da bir bilgi ekleyelim' gibi gerçekleşmiş.
Sevdim, lakin bilgileri kitaba yedirirken biraz daha dikkatli olmalıymış Ahmet ümit.
ilk defa bir ahmet ümit kitabı okuyacak olanlar için yazarın tarzı hakkında fikir sahibi olmadıkları için çekici gelebilir. Ne yazık ki geriye ket vuramadım. ***
ahmet ümit'ten beklenilen, istanbul un tarihiyle ilgili ciddi bir bilgiyle yazılmış süper ötesi roman. bende bir ara dan brown etkisi yaratmıştı bu kitap. ahmet ümit dan brown dan fazlasıyla esinlenmiş diye düşünmüştüm. fakat kitabın sayfalarını çevirdikçe öyle olmadığını anladım. her zamanki ahmet ümitti işte. muhteşem tasvirlerle kitabına özgünlük katan, nevzat komserle harikalar yaratan, hayattan, içimizden, özentiden uzak sürükleyici bir kitaptı istanbul hatırası.
--spoiler--
demir ve yektanın katil olması şaşırtmadı beni. neden mi?
-o levrekler yerine barbunlar gelmeyecekti masaya!
--spoiler--
ahmet ümit'in üzerinde epey emek harcadığı belli olan, okuduğum diğer kitaplarına nazaran daha bir şaşaalı olan son kitabı.
istanbul tarihine dair verdiği kapsamlı bilgiler kimilerine göre aşırıya kaçmış olsa da bence oldukça faydalı olmuştur. çoğunlukla yaşadığı ülkenin, şehrin tarihinden bihaber şahsiyetlerin bulunduğu bir ülkede yaşadığımız malum. genellemelerden devam ettiğimizde okuma düşmanı olduğumuz da ortada. okuyan gurühun içinde de tarih kitaplarını okuyacak derecede tarihe meraklı olanların azınlıkta olduğunu düşünmekteyim. bu şekilde edebiyat içerisinde daha popüler ve dolayısıyle daha fazla okunan bir tür olan polisiye roman türünün içine yedirilmiş bir şekilde sunulan bu bilgiler kitlelere ulaşması açısından doğru kullanılmıştır. demek istediğim bir ders kitabı içerisinden bu bilgileri öğrenme ile hikaye akışı içerisinde öğrenmenin daha geniş kitlelere ulaşma açısından farklılık arz ettiğidir. filmi çekilirse eğer daha da geniş kitlelere ulaşacağını söylemiyorum bie.*
gelelim madalyonun öteki yüzüne. yazar anlatımıyla okuru hiçbir zaman sıkıntıya daldırmadan, akıcı bir şekilde okutuyor sayfalarını. gittikçe artan bir merakla katil ya da katillerin kim olduğunu öğrenme çabasıyla doluyorsunuz. baş kahramanımız komiser nevzat'ın manevi ahvalini ise güzel yansıtmış yazar. nevzat'ın yerine telaşlanıyor, heyecanlanıyor, üzülüyorsunuz. kurgulaması mükemmel olmasa bile başarılı diyebilirim. ayrıca maktüllerin bırakılışı ve işaret mekanizması dan brown'ın melekler ve şeytanlar romanını anımsatmıyor değil.
genel olarak baktığımda ve kısaltmak gerekirse dünya ölçeğinde kaliteli bir polisiye-tarihi roman olmuş diyebilirim. abartmış ta olmam.
bu duyguyu ilk ne zaman hissetiğimi daha dün gibi hatırlıyorum. annem doğum günü hediyesi olarak bana edith nesbit'in demiryolu çocukları kitabını almıştı. okudukça kitap hiç ama hiç bitmesin istiyordum. trenleri seven ve amcamın evinden -ki tren yoluna bakardı- trenleri hayran hayran seyreden birisi olarak kendimi Roberta, Phyllist ve Peter'in arkadaşı sanırdım çevirdiğim her sayfada. ve edebiyata olan tutkum da devam etti o hediye sonrası. anladım ki sayfaların arasında beni anlayacak, aynı kafada olduğum insanlar var. biat ettim okumaya. ama bazı kitapları 2 günde bitiriyordum., bazılarını ise 2 hafta olmasına rağmen bitiremiyordum. sıkılıyordum ve başka kitaba geçiyordum. pek çok yazar okudum. pek çok da kitap elbette. ama ahmet ümit'in bu kitabını okumaya başladığım an yine o tanıdık duygu sardı bedenimi. içine çekiyordu beni cümleler. bitirdiğim her sayfa sonrası, bitirdiğim o sayfa için hayıflanıyor, kitap bitmesin istiyordum. hikayenin bir üyesiydim sanki. belki katil, belki de zanlı. kimbilir belki de elinde bir sikke ile tarihi bir eserin önünde ölü bulunacak bir maktüldüm. ya da katil ya da katillerin peşine düşecek polis. gece uykularıma girdi kitap. sayesinde yedi tepeyi atlas bir halı üstünde gezdim. hafızanın ihanetine uğrayarak unuttuklarımı pekiştirdim. bilmediğim pek çok şeyi de öğrendim. anladım ki; beyoğlu rapsodisi, bab-ı esrar derken üstad bu kez hedefi yine tam on ikiden vurmuştu. yakın dönem türk edebiyatının aşk *, ve bab-ı esrar ile birlikte kanımca en başarılı romanıdır bu. çok emek harcandığı, üzerine kafa yorulduğu, yazarken yıprattığı çok belli. ama değmiş. çünkü en son cümlenin noktasına gelene kadar soluksuz bırakan bir eser. ve geçmişten bugüne yansıdığı gibi bugünden geleceğe kalacak eşsiz bir roman. ellerine sağlık üstad ahmet ümit..
Tamam kitabın bilgi verme kısmı ve istanbul'la ilgili inanılmaz güzellikte hikayeler anlattığı bir gerçek, gel gelelim-bence-polisiye olarak çok zayıf kalan bir roman. Neden derseniz:Birkere diyaloglar çok suni,çok (ne bileyim) gerçek dışı, Bizim polisler aralarında böylemi konuşuyor yani, zanlıları yada göz altındakileri böylemi sorguluyor, güldürmeyin beni. Ayrıca kitabın ortalarından sonu tahmin ediliyor, çünkü bir yerden sonra ''bu iki eski arkadaş niye var ki bu hikayede'' diye sorgulamaya başlıyorsunuz. Gerçek bir Türk polisiyesi okumak isteyen Emrah Serbes'in Bir Ankara Polisiyesi serisini okusun.Polisiye nasıl olurmuş görsün. istanbul hakkında bilgi edinmek dışında-polisiye tarzı açısından-bana hiçbirşey katamamıştır.
Tarık şerbetçioğlu'nun yazmış olduğu şehir tiyatrolarında sergilenen oyundur.
konu oldukça basittir; ancak o kadar mükemmel, ağızları açıkta bırakan oyunculuklar sergilenmektedir ki, konu monu hak getire... ağzınız açık izlersiniz. eğlenerek de çıkarsınız bir tatlı huzur almaya geldim kalamış'tan diyerek.
ahmet ümit'in polisiye romanı. 300 sayfayı aştım ama hala sevemedim. tamam istanbul'u karış karış anlatmış ama alışmışız jcg * romanlarındaki komiser lionel kasdan'lara volokine'lere bu romanda ali, nevzat görünce bir garip oluyor.
yine Ahmet Ümit ve yine muhteşem bir kitap istanbul hakkında çok güzel bilgiler verilmektedir. kitabın ortalarında bir süre sonra sıkabiliyor ama sonlarına doğru geldikçe elinizden bırakamayacağınız bir kitap
O antik paraları koymaları, insanların istanbul'un tarihini en azından haberlerde okumaları gibi basit bir nedene bağlanmamalıydı. ayrıca bir insan en yakın arkadaşının eşinin -ki onun da sevdiği bir kadın- ne şekilde öldüğünü bilmez mi? hele bir de polis ise.
ahmet ümit'in son romanıdır. çok fazla araştırma yaptıgı son sayfadaki yayarlanılan kaynaklar bölümünden anlaşılıyor. tamam çok güzel hazırlanılmış ama bazı tarihi bilgiler kurguda tam olarak oturtulmamış. gerekli gereksiz tarihi anektodlar biraz sıkıcı boyuta ulaşıyor. sanki bu kadar araştırma yaptık hepsinide yazmak zorundayım hissine kapılmış gibi. ahmet ümit'i bir sonraki romanında kanımca tarihi olaylar üzerinden kurgulamayı bırakıp, biraz farklı bir yol izlemesi okuyucu kitlesinin daha da farklılaşmasını, genişlemesini saglayacaktır.
okurken istanbul tarihi hakkında mükemmel notlar edinilen, tarihe ilgisi olmayan insanlarda bile merak uyandıracak olan çok güzel bir ahmet ümit romanı. çok sağlam araştırma yapılarak yazıldığı her halinden belli. ancak sonu çok havada kalmış, çok basit bir şekilde bitirilmiş gibi. yine de keyif verici.
ahmet ümit'in bir çırpıda okuduğum muhteşem bir eseri. polisiye, edebiyat ve tarih iç içe ve birbirini tamamlar nitelikte. çok emek harcanmış ve güzel kurgulanmış bir kitap. bazı eksiklikler olması bunu değiştirmiyor. istanbul'un tarihini , padişahlarını ,efsanelerini, kurucularını etkileyici bir dille sıkmadan anlatmaya çalışmış . başkomiserin hayatı ise ayrı bir taraf , can dostları ile sevgilisi ve iş arkadaşları . sonu ise çok çarpıcı ve şaşırtıcıydı . gerçekten her konuya da değinilmiş , mükemmel bir kitaptı.
ahmet ümit'in çok beğendiğim bir kitabıdır. tarih içerikli romanları sevmesem de istanbul hatırasında tarih çok iyi bir şekilde harmanlanmış olaylara. genel tarzı itibariyle kimin katil olduğunu hiçbir zaman anlayamadığım kitaplar yazan ahmet ümit'in bu romanında da katili bulamadım.
--spoiler--
"şehre bakıyorduk denizden. sisler içindeydi istanbul... sisler içinde deniz... sisler içinde teknemiz. Sultanahmet'in minareleriydi görünen, Ayasofya'nın kubbesi, Topkapı Sarayı'nın kuleleri. hiç yağmalanmamış,yıkılmamış,kirletilmemiş gibiydi şehir. bembeyaz bir sisle örtmüştü doğa, ne varsa görüntüyü çirkinleştiren. güneş doğmadan bir anlığına beliren bir hayal gibi... büyülü bir bulut gibi... bir masal imgesi gibi... yeni kurulmuş bir kent gibi... taze bir başlangıç gibi... genç, umutlu, güzel...
istanbul'a bakıyorduk denizden. ölülerimizin yüzlerine bakıyorduk... onların gözlerindeki kendi kendilerimize. çaresizliğimize bakıyorduk, avuçlarımızda büyüyen zavallılığa, filizlenen korkaklığa... elimizden alınan hayata bakıyorduk... güneşli günlerimize, umut dolu sabahlara, eğlenceli bahar akşamlarına... sönen anılarımıza bakıyorduk, ölen hayallerimize, yıkılan düşlerimize... sönen anılarımızı, ölen hayallerimizi, yıkılan düşlerimizi yükleyip yorgun bir şilep gibi bizden uzaklaşan şehrimize... şehrimizle birlikte yitirdiğimiz kendimize bakıyorduk..."
--spoiler--