istanbul'a adımlarını attıkları andan itibaren paris hilton'u kıskandıracak cinsten bir hayat süren araplardır. bizim çılgın gece hayatıyla tanıdığımız o teoman falan bok yemiş bunların yanında. seks partilerinin, alkolün, uyuşturucunun dibine vururlar adeta.
istanbul'a geldiğnde hal hareketi değişen araplardır. aşağıdaki fıkra herkesin durumu daha net görmesini sağlayacağına inandığımdan burada paylaşma gereği duydum.
petrol şeyhinin biri, üniversitede okuması için oğlunu istanbul'a gönderir. çocuk ilk devreyi başarıyla bitirdikten sonra notlar değişmeye ve çocuk hafiften serserileşmeye başlar. işin kötüsü, memleketten çocuğa gönderilen avuç dolusu paralar da artık yetmemektedir! seyhimiz oğlunu kontrol etmek için adamlarından birini istanbul'a gönderir.
adam istanbul'a gelince bir de ne görsün? şeyhin okusun diye gönderdiği oğul okulu bırakmış, kendini karıya kıza vurmuştur. uzun aramalardan sonra çocuk boğaz kenarında salaş bir meyhanede bulunur.
-"ya seydi, bu ne kepazeliktir! baban seni merak eder! kalk gidiyoruz arabistan'a!"
çocuk:
-"ayva seydi" der, "ama önce bir otur da şu manzaraya bir bak..."
şeyhin adamı "bunda ne kötülük olabilir ki" diye düşünür ve masaya oturur. sandalcılar çaparilerini sallamakta, arkadaki tepelerin ardında batan kıpkırmızı güneş, boğazı kırmızının tonlarına boyamaktadır. manzarayı seyrederken, garsonun getirdiği kavundan bir tane ağzına atar. ardından peynirin de tadına bakılır. eh eşek değiliz ya, şu aslan sütü denen meretin de bir tadına bakalım derken orada ipler kopar. şeyhin oğlu ve boğaz tarafından ayartılan adam, yorgun ve akşamdan kalma oldugu anlasilan bir sesle, 15 gün sonra, efendisini arar: