2014 Kasım'ı. Gelirini Kobanê'li ailelere götüreceğimiz kermes açmıştık, Yüksel caddesinde. ismail ağbi'de bizimleydi. içtiği bir bardak çay için bile bağış kutusuna para atar, 'çayı biz demliyor, biz satıyor olabiliriz. Ama bu çay aslında bizim değil, ücretini vermemiz lazım' derdi.
inşaat iş sendikasını kurmuştuk, üye olmamız için inşaat alanında faaliyet gösteren bir şirkette çalışmamız, sigortamızın oradan yatması gerekiyordu. Bir tanıdığım HSYK binasının tadilat işlerinin ihalesi almış, işe başlamıştı. Onlar işçi arıyordu zaten, biz de sendikaya üye olabilmek için sigorta yapacak bir şirket. Bulmuştuk...
Beraber gider, taş taşır, duvar yıkar, pislik çıkarır, harç karardık.
Beli ağrırdı ismail ağbi'nin. Ömrü boyunca yediği coplardan belki de. Ben ona kıyamaz, "ya bi dur ihtiyar. zaten belin de ağrıyor" deyip ağır olan işleri yapmaya çalışırdım, o da beni kardeşi görür, küçük bilir, kıyamazdı. Bir şekilde el atardı ağır olan işe...
Ömrümde hilti mi kullandım ben, ne bileyim. Yorulduğunu görünce aldım elinden. Ömrüm boyunca kullanmadım ama artistliğimden de taviz vermeden yaparım dedim. Daracık bir yer, zemin beton. beton zemini kırıp aynı seviyeye getirmeye çalışıyoruz.
Bana hiltiyi verdikten sonra da uyardı, "döndürme aparatı var, onu çevirme" dedi. "Dönerken daha kolay kırar ama sert bir yere gelirse, takılır ucu dönmediği için makine döner ve elini kırabilir". "Ya ağbi sen beni çocuk mu sanıyorsun, geç otur bir yere" dedim.
Neyse başladım ben çalışmaya. Yollarda falan görmüşsünüzdür, ucunda sivri bir demir olan alet. Yukarıdan bastırıyorsunuz, çelik uç yukarı aşağı hareket ediyor ve zemini kırıyor. Kırıyor ama çok yavaş. Tez canlıyım ben, daha hızlı olsun istedim. ismail ağbinin çevirme dediği aparatı çevirdim. Böylece makine hem yukarı aşağı çalışıyor, hem de dönüyor. Sahiden de daha hızlı kırıyordu. 5-10 dakika çalıştım, iyi gidiyordu her şey. Sonra ne olduğunu anlamadım bile, uç dönmedi makine döndü. Elim kaldı arada, nasıl bir acı. Ahhhh diyebildim sadece.
Yetişti ismail ağbi, O pislik dolu, daracık yerden çıkardı beni. Bir yandan söyleniyor ama hala kızmaya kıyamıyor. Ben sana demedim mi çevirme diye vs. Buz kesti elim, morarmaya başladı Nasıl telaş oldu. Toz ağzına girmesin diye yüzünü kapattığı bir bez vardı, onunla sardı elimi, hastaneye gittik. Unutamam o yardım etmeye çalışan, ve kendini sorumlu tutan halini...
Suruç'a gittik, kalabalıktık. Hepimizi kontrol etmeye çalışan, sürekli ne yapıp ne yapmamamız gerektiğini söyleyen, o sahiplenen hali gözümün önünde.
Sonra...
Sonrasını boş verin... Oldu hiç olmaması gereken, ama bir şekilde engelleyemediğim bir şeyler.
O beni affetti aslında ama ben kendimi affedemedim hiç. 10 aydır hiç görüşmedik,
Sonra bir haber işte, "ismail Kızılçay Ölümsüzdür."
Olmasaydı sonumuz böyle..
Unutamayacağım iki cümlesi vardır ismail ağbinin, birincisi 'çayı biz demliyor, biz satıyor olabiliriz. Ama bu çay aslında bizim değil, ücretini vermemiz lazım" dır.
ikincisi ise, sendikamıza maaşlarını alamadıkları için başvuran işçilere söylediği;
"inanıyorum, size inanıyorum" sözüdür.
ismail ağbi hep işçiye, emekçiye inanırdı. inanmayı senle öğrendik biz.
inanıyorum ismail ağbi, ölümsüzlüğüne inanıyorum. Affettiğini de biliyorum ama, sen yine affet... Üzerine yıldızlar yağsın...