islam dininin kafirleri tanımlaması; görevlerini, sorumluluklarını, allah'ın kendilerini neden yarattığını anlatması, kaderleri ve ilahi düzendeki konumlarının tartışıldığı ilmi idraklar...
kabul edilir mi, edilmez mi bilemem, ama burada diyanet'in kuran'ından alıntılar yapılacak, beğenmeyenin koy götüne gitsin, bana ne?
"Fakat âyetlerimizi inkar etmiş ve kafir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üstünedir."
(Bakara, 161) ve "...Sizden kim dininden döner de kafir olarak ölürse öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır". (Bakara, 217)
kafir olmanın koşulu belli: "ayetleri inkar etmiş" olmak. bu kısmı kolay, ayetler zaten kendilerini "bunlar insan işi" diye haykırıyor. ama bu yeterli değil. şimdi de diğerleriyle, yani "ayetlere inanmış" cennetliklerle yüz göz olmak durumundasınız. yoksa başınıza gelecekler sadece "öldükten sonra" başınıza gelecek ve vaadedilen sonsuz azaptan ibaret değil; gerçek hayatta bu masalların tamamını gerçek sanan bir güruh var: imanlılar. "tamam ben senin allah'ına inanmıyorum, cehennemde sürekli kalacak olmaktan bir şikayetim yok, iyi günler" dediğiniz zaman dinlerine "küfredildiğini" algılayabilen tehlikeli bir zihniyet. neden? sırf "inanmıyor" olmak zaten tanım itibariyle (hatırlatalım: "ayetlerimizi inkar etmiş", "dininden dönmüş") kişiyi kafir yapmaya yeter, bu varlığın sadece varolması, ağzını açmadan durması bile allah'ın varlığını sorgulamaktır, yani sadece varolması bile küfürdür. "kafir" soyut bir kavram olan "küfr"ün vücuda ve varoluş düzeyine geçmesidir. kendisine inanmayanlara bu kadar fena takmış başka bir din yoktur herhalde...
"Ey iman edenler! Size açıklandığı takdirde sizi üzecek olan şeylere dair soru sormayın. Eğer Kur'an indirilirken bunlara dair soru sorarsanız size açıklanır. (Halbuki) Allah onları bağışlamıştır. Allah çok bağışlayandır, halimdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)"(Maide, 101).
ve Maide, 102: "Sizden önceki bir millet o tür şeyleri sordu da sonra o yüzden kafir oldu."
sadece "bazı sorular"ı sormak bile kişiyi kafir yapabilir...
peki ama kim çıkardı bu kafiri ortaya? elbette islama göre herşeyin hikmetli yaratılmasından tek başına sorumlu olan allah. peki ama niye? sebepleri var elbette:
"Allah bunlarla ancak, dünyada kendilerine azap etmeyi ve canlarının kafir olarak çıkmasını istiyor." (Tevbe, 85) mesela "kasıt" var.
"O kafirler, nefislerine zulmederlerken melekler onların canlarını alır da onlar teslim olup, "Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk" derler. (Melekler de şöyle diyecekler:) "Hayır! Allah sizin yapmakta olduklarınızı hakkıyla bilmektedir".(Nahl, 28) "önceden bilme" var.
"Kafirlerin başına, onları durmadan (günaha ve azgınlığa) tahrik eden şeytanları gönderdiğimizi görmedin mi?" (meryem, 83) "teşvik" var.
gerisi tehdit ve tavsiyeler: kafirleri dost edinmeyin, kınayın, dinlemeyin, cihad edin, sert davranın, yakına gelince affetmeyin tarzı düşmanlıklar, cehennem ve ateş vaadleri... ve zaten belirtilmiş, "Kıyametin kopacağı gün, işte o gün mü'minler ve kâfirler birbirinden ayrılacaklardır." (Rum, 14), hadise karmaşık değil.
"Kafirler, kendilerine içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve şöyle dediler: "Bu yalancı bir sihirbazdır." (Sad, 4).
"Şerefli Kur'ân'a andolsun ki kâfirler, aralarından bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve şöyle dediler: "Bu tuhaf bir şeydir!" (Kaf, 1)
"(Allah şöyle der:) "Atın cehenneme, (hakka karşı) inatçı, hayrı hep engelleyen, haddi aşan şüpheci her kâfiri!" (kaf, 24)
özetle, kafirler bunların dinleriyle dalga geçilsin diye özel olarak dizayn edilmiş şüphecilerdir. bu durumdan memnun olmayan müminler sorunu allah'larına yöneltmelidir, kafir'den saygı dilenmek pek bir işe yaramayacaktır. kuran iblis'in insana secde etmeyerek "kafirlerden" olduğunu söyler, yani kafirler hikayenin en başından beri vardır. kafirin varlığını reddetmek kuran'da yazılanları reddetmektir. kuran'da mü'min kelimesi 158 defa geçer, kafir kelimesi 139 defa. diğer mukayeseler de (inanan/inanmayan; müslüman/müşrik) gösterir ki, islam sadece iman sahiplerini değil, imansızları da konu edinir.
anlaşıldığı üzere müslümanlar, tıpkı islamda "müslüman"ların ne olup olmadığı konusunda izlendiği -ve elbette ibret alındığı- gibi, benzer bir biçimde üzerinde mutabık kalabilecekleri bir kafir tasvirine de sahip değildir. kimileri için kafir dine aykırı oluşun vücuda gelmiş hali, biçimi veya temsili bir kavram olarak algılanıyor iken, bazıları için sanki üzerinde öyle fazla durmaya değmez, islam söyleminde bir çeşit "olsa da olur olmasa da" tarzı yan bir karakterdir.
mesela itiraz noktalarını alt alta sıralarsak:
--spoiler--
1. kafirlere ölüm cezası yoktur
2. allah kulların tercihine yönlendirme yapmaz.
3. önceden bilme ve seçim hakkının olmaması iddiası hatalıdır.
4. şeytan ile teşvikin olduğu iddiası temelsizdir.
5. kafirlere saygı duyulmaz ifadesi hatalıdır.
--spoiler--
ortaya konan "modern" tabloya göre islam'da kafir denen kavram adeta bir renk, özgürlükçü islam anlayışında bir yan figür, alternatif bir görüş gibi ortaya çıkar. hatta daha öteye gidip abartmaya kalksak diyebiliriz ki kafirlik neredeyse ehl'i sünnet bir islam motifidir. peki bu güzel noktaya nasıl ulaşıldı?
ben bu beş noktanın ikisine temas edeceğim. ama nedenlerim var. mesela, 2. ve 3. husus zaten "irade" meselesiyle ilgilidir, yani aynı mevzuya tekabül eder. burada ayetler konuşur ben tekrar ederim. bu ayetlerin nasıl yorumlanması gerektiğini de müslümanların kendilerinin kullandığı "parça parça ayetlere bakmak yanlış, kuran'ın bütününe bakmak lazım" tekniğinden aldım. bu tekniğin nasıl uygulandığı da "kafirlere ölüm cezası" meselesiyle ortaya kondu, bakalım:
1. "kuran'da kafirlere ölüm cezası yoktur"; "lanet aslında dışlanmak demektir" tarzı liberal yaklaşımlar için islam dinine mensup kişiler ne der, bunları bilemem. yani tahmin ederim de, benim ilgi alanım değil. evet, islam'da kafirlere ölüm cezası yoktur, çünkü islam'a göre kafir "ölüm cezası" diye bir hukuğa tabi bile değildir, kafir bir haşere, yılan, bela gibi görüldüğü ve insandan sayılmadığı için zaten öldürülmesi, yok edilmesi elzemdir. bunu iddia ederken kuran savunucularının kriteri ele alınmıştır: "kuran bir tek ayet çekip çıkarılarak anlaşılmaz, bütünlük içerisinde ele almak lazım..." yoksa tek bir ayete bakarsak (yine diyanetin çevirisi kullanılacaktır) şöyle der:
"Onları nerede yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden (Mekke'den) siz de onları çıkarın. Zulüm ve baskı adam öldürmekten daha ağırdır. Yalnız, Mescid-i Haram yanında, onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa (siz de onlarla savaşın) onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir." (bakara, 191)
nasıl olur, biraz önce kafirler için ölüm cezası yoktur, çünkü kafirler islam'a göre ceza hukuğuna bile tabi tutulmayacak kadar insanlık dışıdır demiştik, oysa ki bakara'nın alıntıladığımız ayetinde "kafirlerin cezası böyledir" denmiş, yani islam'ın kutsal kitabı kafirlerin de bir cezaya, yani hukuğa tabi olduklarını belirtmiş. şimdi ben kendimle çelişmiş olmuyor muyum? eğer islamı savunan bu ayeti ele alıp kafirlere ölüm cezası yoktur, başka ayetlere bakarak bu ayeti yorumlamak lazım diyebiliyorsa, ben de bu islam savunucusunun kriterine uyarak kuran'ın başka ayetlerine bakarak kafirin aslında insan bile olmadığı, dolayısıyla ceza dahil hiçbir hukuğu hak etmediğini, böcek gibi ezilmelerinin zaten inancın bir gereği olduğunu iddia edebilirim. bana kim hangi kriterle karşı çıkacak? kuran'sa kuran, kuran'ın bir bütün olarak değerlendirilmesiyse o da tamam. bir tek itiraz şu noktada gelebilir: "sen kafirsin, inkarcısın, zalimsin, fesatsın, yani islam'ın kitabını doğru yorumlayacak kalp gözün yok, dolayısıyla senin yorumun sayılmaz, velevki bizim koyduğumuz kuran yorumlama kriterlerini takip ediyor dahi olsan..." tamam işte, ben de tam olarak bunu diyorum: kafirin böyle bir psikoloji içinde olduğu/olabileceği bilgisini nereden alıyoruz? kuran'dan değil mi, öyle...
2. islam'a göre allah herkesi ve herşeyi yaratır, herkesin nerede nasıl hangi şartlarda doğacağına karar verir, kimin kafir olacağı allah'ın bilgisi dahilindedir. misal: ben bir köpeği bilinçli olarak parçalayıcı bir mekanizma haline gelene kadar ayıklama yöntemiyle üreteyim, ona her türlü saldırma eğitimini vereyim, aç bırakıp alanlarını benim belirlediğim bir mekanda bir kuzu ile başbaşa bırakayım. ondan sonra diyeyim ki "ben bu köpeğin iradesine karışmam". oysa mahkemeye çıksak ve hakim benim bu köpeği nasıl ayarladığımı duysa, bu dediğim savunmayı yemez. neden yemez? çünkü yerçekimi olan bir gezegende yukarıdan bırakılacak bir bardağın sert bir zemine düşerse kırılacağı gerçeği yerine uçup havalanması gerektiğini savunuyorum da ondan, bu da ancak masallarda olur. allah kafirin bile iradesini serbest bırakmış diye iddia edebilmek için aşağıdaki ayetleri toptan yok saymak, ya da yeni tabiriyle "yanlış ve eksik yorumlanmış" dememiz gerekir. bakalım bu ayetlere:
"Yoksa, (makbul) tövbe, kötülükleri (günahları) yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, "işte ben şimdi tövbe ettim" diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerinki değildir. Bunlar için ahirette elem dolu bir azap hazırlamışızdır." (nisa, 18)
"Şüphesiz yeryüzünde olanların hepsi ve yanında bir o kadarı daha kendilerinin (kafirlerin) olsa da onu kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye verecek olsalar onlardan yine kabul edilmez. Onlara elem dolu bir azap vardır." (maide, 36)
"Kalplerinde hastalık olanların ise, pisliklerine pislik katmış (küfürlerini artırmış), böylece kâfir olarak ölüp gitmişlerdir." (tevbe, 125)
"Bu, onların dünya hayatını sevip ahirete tercih etmelerinden ve Allah'ın kâfirler topluluğunu asla doğru yola iletmeyeceğindendir. işte onlar, Allah'ın; kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. işte onlar gafillerin ta kendileridir. " (nahl, 106-107)
"Kafirlerin başına, onları durmadan (günaha ve azgınlığa) tahrik eden şeytanları gönderdiğimizi görmedin mi?" (meryem, 83)
ve hala ikna olmayanlar, allah'ın iradeye müdahale etmediğini savunanlar için gelsin:
"Biz, cehennemin görevlilerini ancak meleklerden kıldık. Onların sayısını inkar edenler için bir imtihan vesilesi yaptık ki kendilerine kitap verilenler kesin olarak bilsinler, iman edenlerin imanı artsın, kendilerine kitap verilenler ve mü'minler şüpheye düşmesin, kalplerinde bir hastalık bulunanlar ile kâfirler, "Allah örnek olarak bununla neyi anlatmak istedi" desinler. işte böyle. Allah dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu, insanlar için ancak bir uyarıdır." (müddessir, 31)
demek ki neymiş: "Allah dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir"miş. cüz'i irade kulli iradenin yaninda havaymış. zaten modern olanlar hariç sıradan müslüman'a göre yüzyıllardır bilinen tam da budur: allah'ın dediği olur...
--spoiler--
"kafirlere saygı duyulmaz ifadesi hatalıdır"
--spoiler--
ama neye göre? kuran'a ve islam'a göre olmadığı kesin. üstelik hiçbir yerde "aman da müslümanlar kafirlere neden saygı duymuyor" diye bir şikayet yapılmadı. aklı başında, islam'ı bilen hiç bir kafir bir müslümandan böyle bir talepte bulunmaz. çünkü allah'ın kuran'da çok net bir biçimde belirttiği üzere kafir zaten islam'a ve bu dinin öğretilerine saygı duymaz, dolayısıyla bu dine bağlı olanların da kendisine (kafire) saygı duymalarını falan beklemez. komik olur bir tarafa, kafir böyle bir ihtimale inanmaz bile zaten. eğer bir müslüman bir kafire "sana saygı duyuyorum" diyorsa iki ihtimal mevcuttur: ya bu müslüman kuran'daki kafiri, allah'ının bu kafiri ne sebeple yarattığını bilmiyor, ya da bir plan peşinde. işte bu yüzyıllardır müslümanın müslüman olmayan kişiler için geliştirdiği yapısal şüphecilik böyle birşeydir. haklıdırlar, çünkü dinlerine göre kafirden bir hayır gelmesi mümkün değildir. ama yanlış anlaşılmasın; aynı itimatsızlık bir kafirin bir müslümanın yaklaşımlarını değerlendirirken de kendisini gösterir. kafir müslümanın samimiyetinden daima şüphe eder, islam öğretilerinden biraz haberdar olan her kafirin ister istemez yapacağı tam da budur, aksi beklenmesin. birbirimizi insan olarak değil ama "kafir/müslüman" olarak görürsek olacağı nedir?
ve kafire bile kuran'ı savunmak zorunda bıraktıran müslümanlardan sana sığınırım ey masal kahramanı...
iki temel sebepten ötürü müddessir suresinin 31. ayetinin biraz daha vurgulanmayı hak ettiği bir vakıadır: önce birincisine, yani şu malum "allah dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir" çevirisi üzerindeki iddiaya bakalım:
--spoiler--
...allah dilediğini saptırır denen müdessir suresi 31. ayette "yudıllullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ" ifadesi vardır. burada meal hatası olmuştur. çünkü "dilemek" fiili arapça'da "erade" fiili ile ifade edilir. burada ise "şae" fiili vardır ki bu "yapmak, oluşturmak" anlamına gelir. arapça'da bir fiilin faili(özne) ona yakın olandır, uzak olana nispet edilecekse bir karine lazım gelir. yani "yudillullahu men yeşa" ifadesinde "yeşa" fiilinin öznesi "men(o kişi)" olmak zorundadır. yani "şay eden" özne allah değil, kişidir. kısacası ayetin doğru manası şudur:
"şey eden(gayret eden) kişiyi allah saptırır, şey eden(gayret eden) kişiye allah hidayet eder."
--spoiler--
bu ilk kez gündeme getirilmiş bir sorun değil. kuranmeali.org sitesinde çeşitli çeviriler arapça orjinali ile birlikte verilmiştir (bkz: http://www.kuranmeali.org...urani_kerim_mealleri.aspx). görülen odur ki, içlerinde yaşar nuri öztürk'ün de olduğu az, ancak azımsanamayacak sayıda çevirmen söz konusu cümlenin öznesinin allah değil, insan olduğunu savunur. biz burada bazı örnekleri hızlıca sıralayalım, meraklısı ilgili sitede daha detaylı inceleme yapabilir:
- "işte Allah, münafıkların, müşriklerin kötü duruma düşmelerine özgürlük tanıdığı gibi, sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu varlıkların hak yoldan uzaklaşıp dalâleti tercihine de özgürlük tanır. Sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu varlıkları doğru yola sevketme lütfunda da bulunur." (Ahmet Tekin - tefsir ile meali karıştırarak vermiş, sırf bu konunun hatırına anlamı doğru verme çabası olarak yorumluyorum)
- "Böylece ALLAH dilediğini/dileyeni saptırır ve dilediğini/dileyeni de doğruya iletir." (Edip yüksel)
- "Böylece Allah, (yoldan çıkmak) isteyeni saptırır, (doğruya ulaşmak) isteyeni ise doğru yola ulaştırır." (Muhammed Esed)
- "işte böyle. Allah, dilediğini/dileyeni saptırır, dilediğini/dileyeni de doğruya ve güzele kılavuzlar." (yaşar nuri öztürk)
bu dört yorum, diyanet dahil geriye kalan diğer 25 yorumcunun "allah dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir" çevirisine yapısal olarak ters düşer. burada rakamlar arası kıyaslama yaparak "25 kişi 4 kişiyi döver" demek sağlıklı değil. velev ki bir tek iddia dahi olmuş olsa yine de dikkate alınması gerekir. çünkü bir tanesinde irade tamamen allah'ta iken, diğer yorum iradenin paylaşıldığından bahsediyor. sadeleştirirsek; birisi "allah dilediğini kafasına göre yapar" anlamına gelirken, diğeri "allah insanın dileğine karşılık verir" gibi bir anlamdan bahsediyor. evet bu insanların hepsi de arapça biliyor, ancak aynı metinden bu kadar zıt bir anlam çıkartabiliyorlar. üstelik öyle böyle birşey değil, tamamen cümlenin öznesinin kim olduğu ile ilgili bir karmaşa.
başka bir sağlama yapılabilir. mesela acaba ingilizce'ye nasıl çevrilmiş? yani aynı ayet ingilizce'ye çevrildiği vakit de böyle bir muamma oluşuyor mu? bir örnek olarak dört farklı çevirinin aynı anda verildiği bir kaynaktan yararlanalım; sitenin ismi "universalunity.net", ve bizim meselemiz olan sure ve ayet şu sayfada dört farklı çevirmen tarafından ingiliz diline aktarılmış: (bkz: http://www.universalunity.net/quran4/074.qmt.html) bu misallerde şüpheye yol açmayacak biçimde eylemi yapan, yani dileyen, veren vs. irade allah'ındır, başkasının, mesela kulların, insanın vs. değil. burada çevirilerin ortak noktası, bizim meselemiz olan cümlede eylemi yapan büyük harfle başlayan "he", yani türkçesi büyük harf "o", yani dini konteksi içerisinde allah. bunu gözlemleyebilmek için ileri bir ingilizce'ye de ihtiyaç yok, büyük harf "he" herşeyi tarif ediyor.
başka benzer arapça/ingilizce kaynaklarda da aynı cümlenin çevirisinde eylemi yapan, yani dileyen her zaman allah olarak belirtilmiş. en azından benim bulabildiklerimin hepsi böyle. aksini bulan her zaman ispatlayabilir. ve bu çevirileri yapan umumiyetle anadili arapça olan insanlar. bu anlamda anadili türkçe olan insanlardan farklı bakıyorlar o dile. bu onlara fazladan bir meşruluk kazandırmıyor belki, ama şu bir gerçek ki arapların dışında da ingilizce bilen diğer müslümanlar kuran'ı harıl harıl ingilizceye çevirmekle meşgul. yani kesinlikle iddia edebilirim ki, kuran'ın ingilizce meallerinin "çeşitliliği" (kasten "sayısı" demiyorum, rakamların eziciliğine sığınmayacağız dedik), yani farklı bilgi, nesil, coğrafya, dil bilgisi ve kültür kaynakları türkçe meallerinden çok daha zengin.
kime inanacağız şimdi? arapça mı öğrenelim "apaçık" olduğu iddia edilen kuran'ın ne demek istediğini anlamak için? peki ama bunu yaptığı, yani arapça öğrenmiş olduğu halde hala bir cümlenin öznesinin ne olduğu hususunda anlaşamayan "alimler"e ne diyeceğiz? hani islam kolay bir din idi? hani allah hepimizi, beynimizi, aklımızı, yeteneklerimizi, vs. yaratmıştı? basit olduğunu iddia ettiği bir kelamını, mesajını, cümlesini çevirip anlama işi niye bu kadar meşakkatli? ya da dinlerini ingilizce'ye çeviren tüm diğer ülke müslümanları -ki içlerinde anadili arapça olanlar var- yanlış, ama bizim bir avuç anadili türkçe olan alim doğru, öyle mi? bunlara inanmak isteyen elbet buna "da" inanır. peki hadi hepsini geçtik ve bir an için dedik ki "tamam hepsi yanlış, bir tek bu bir avuç insan haklı; yani aslında bu ayette bahsedilen iradenin allah'ta değil nsanda olduğudur"; iyi de kim yarattı bu iradeyi diye sormazlar mı? sorarlar elbet. en azından ben kafirim, ben sorarım...
bakın "şüphe" bizi nerelere kadar getirdi...
müddessir suresinin 31. ayetinin ikinci temel meselesi işte tam da budur: şüphe...
ve ne tesadüftür ki, şüphe kelimesi bu ayetin içinde de geçer.
hatırlayalım ve hatırlatalım; neydi iddia:
--spoiler--
kuran'ın muhatabı aklını kullanan insanlardır ve düşünmeyi sürekli öğütler...
--spoiler--
temel fark şudur: kafir der ki, "şüphe" düşünmenin, yani aklını kullanmanın olmazsa olmaz koşuludur. allah, islam, kuran, peygamber, müslümanlar ne der peki? "şüphe" etmeyeceksin. ne allah'ın varlığından, ne muhammed'in o'nun elçisi olduğundan, ne kuran'ın hatasız olduğundan, ne dinin hak dini olduğundan, bunların hiç birinden şüphe etmeyeceksin. eğer "şüphe" hissine kapılırsan bunun şeytan'dan, şeytanlar'dan olduğunu bileceksin, bilginin henüz yeterli olmadığını düşüneceksin; kendinden anandan babandan eşinden arkadaşından ve herkesten şüphe edeceksin ama asla dininin sana söylediklerinden şüphe etmeyeceksin. "şüphe" din için, özellikle de islam dini için en büyük ve en hasar verici düşmandır. ve aynı şekilde dinin düşman olarak tanıttıklarının her söylediğinden derhal şüphe edeceksin.
kafir der ki, "şüphe" insan aklının mazotudur, sigortasıdır, kamçısıdır, enerjisidir. islam'da anlatılan kafir daima şüphe içerisindedir ve islam'ın allah'ı da bu şüpheden muaf değildir, olamaz.
kelimeler elbette insanlara has düşünce araçlarıdır. ancak nasıl kullandığın bir alet medeniyetinin şeklini şemalini belirliyorsa kullanılan kelimeler ve bu kelimelere yüklenen anlamlar da düşüncenin şeklini şemalini belirler, biçimlendirir. bir iddia şu:
--spoiler--
"islam'da kafir" dediğimizde kavramsal olarak "barışın ve bunu sağlayan unsurların karşısında olan, egemenliğini inkar eden, yok sayan, görmezden gelerek yokmuş gibi, ona göre yaşayan, barışı reddedip kendi haklılığını savunarak sürekli savaş halinde olan" şeklinde bir tanımla karşılaşılacaktır.
--spoiler--
nasıl, yani hangi kelime/anlam araçları ile yukarıdaki kavramsal sonuca varıldı?
--spoiler--
...islam sözcüğü arapça "se-le-me" kökünden türemiştir ve anlamı "barış"tır. bununla birlikte kökün aktif ortaç formu '''esleme'''dir ve "teslimiyet" anlamına gelir.
kafir... inkar, reddetmek, yok saymak, görmezlikten gelmek eylemlerinin öznesi.
--spoiler--
şimdi ben bir ideoloji ve akım ortaya atıp adına barış ve mutluluk gibi pembe isimler uydurursam, pek tabidir ki buna karşı çıkan da -yine benim mantığıma göre- barışa ve mutluluğa karşı/ters olacaktır. "ben barışı savunuyorum, ama benim karşıtım da barışı savunuyor" diye bir cümleyi kimse kurmaz. çünkü adama derler ki, "ikiniz de aynı şeyi savunuyorsanız nasıl birbirinizin karşıtı oluyorsunuz?" ama islam kendisine "barış, selam" diye bir isim aldı diye içeriğinin de böyle olduğunu kim iddia eder? elbette o dine inananlar, yani bu "barış" kavramı o ismi ilk ortaya atanlar ve takipçilerini bağlar.
konumuz "islam'da kafir" olduğuna göre kafire yüklenen negatif tanımlamalarda şaşacak bir şey yok; zaten en baştan beri iddia edilen de tam budur: islam kendisinin peşinden gelmeyeni, kendisine inanmayanı lanetler; bu, yani kafirlerin lanetlenmesi, kuran'da ayetlerle sabittir. ve bu konu ilk ortaya atıldığında amaç kafir ile müslümanın yapısal uyuşmazlığını deşifre etmekti. bu bile tek başına gereksiz bir "Malumun ilanı" gibi görülebilir. ancak o kadar da basit değil, bunun bir bedeli var: allah tarafından dizayn edilmiş bu köklü tersliğin müslümana hatırlattığı bir yükümlülük vardır. "müslüman kafiri arkadaş edinmeyecek, kafirden dinine saygı beklemeyecek, yoksa kendi dinini inkar etmiş olur" dedik. yani tekrarlamakta fayda var; "islam'da kafir" demek "islam'da müzik" veya "islam'da bahçecilik" tarzı keyfi ve hafif bir konu değil, tam aksine islam'ın temel kuramlarından biridir. bir diğer deyişle, kafiri nasıl formüle edersen din'de odur, yani tarif ettiğin kafirin tersi senin bir müslüman olarak kendini gördüğün yerdir.
--spoiler--
genellikle, belki de hep ayet cımbızlaması yapılarak saptırılmış bir kavram. kuran'da geçen her kavram için unutulmamalı ki kuran bir bütündür, tek bir ayete dayanarak bir kafir tanımı yapmak gaflettir, ayrıca anlatılanların belli bir zamanı kapsamadığını da hesaba katmak gerekir.
--spoiler--
"kimse ayet cımbızlaması yapmıyor" demek mümkün değil elbette, yapanlar var ve olacaktır. ancak en azından burada bunun yapılmamaya çalışıldığından bahsettik. kafir'in kuran'da her görüldüğü, tarif edildiği ve kullanıldığı yer bu tartışmanın bir parçasıdır. burada bütün bu kafir tanımlamaları bir araya getirilerek ortaya konan tabloya nasıl bakılıyor, hangi teknik ve yöntemlerle bu gibi ayetler anlaşılmaya çalışılıyor derdindeyiz. üstelik iman sahipleri dikkat etmelidir: karşıtları bir ya da birkaç ayeti sıraladığında, özellikle de ayetleri ortadan bölmüyorlarsa bir zahmet şu "cımbız" muhabbetini terketsinler. zira biliyoruz ki kendileri de işlerine gelince şu ya da bu ayeti örnek olarak verebilmektedir. yarın bir gün bu "cımbızlama" suçlaması kendilerine getirilebilir. aslında getirilmişi de var: (bkz: her olumlu ayete on tane olumsuz ayet bulabilmek). yani itham ederken aynı malzemenin kendi söylemlerine karşı da kullanılacağını hesaplamak lazım.
--spoiler--
"bu ön kabuller yapılmadan kuran'daki herhangi bir kavramdan bahsetmeye çalışmak gülünç olur...
...tartışma bir tarafın sürekli "bilemeyiz, ama neden bilemeyiz, neden, nereden biliyoruz?" dediği bir boyuta taşınacak ve tartışmayı sürdürmek dahi nereye varacağı bilineceği için anlamsızlaşacaktır. ancak yine de başlangıç aşamasında şüpheyi bir tavır olarak değil de yöntem olarak kullanmayı kısıtlayan hiçbir engel yok."
--spoiler--
bu kısım bayağı bir gazoz. ne önkoşuluymuş bu böyle? en basitinden senin önkoşulun bir allah olduğu, kafirin önkoşulu da bunun bir masal olduğu yönünde. buyrun burdan başlayalım o vakit. nereye varılır peki? hiçbiryere. kafir zaten kuran'ı ve kavramlarını (kafir, melek, şeytan, cennet, vs.) birer önkoşul olarak kabul ediyor. gelgelelim müslümana dönüp "hadi şimdi bu kavramları bize bir anlat" diye talepte bulunduğunda müslüman köpürüyor ve başlıyor kafirin insan olmadığından dem vurmaya: sen de bir zahmet ön koşul olarak kafirin de düşünen bir insan olduğunu farket.
iman sahibi "şüphe"yi hiçbir aşamada kabul edemez; ne "başlangıç aşamasında bir yöntem olarak", ne de yemeğe tuz olarak. böyle birşey yok. ama her "şüphe" duyan da bilinemezciliğe, boşluğa savrulacak, paranoyak olacak diye bir kaidede yok. bir yerde herşeyin fazlası zarar, ama herkesin "fazla" anlayışı da aynı değil ki? seni sarhoş eden başkasını çakırkeyf bile etmeyebilir. denemesi bedava: müslüman kendisine bir liste yapsın bakalım "allah'ın varlığından şüphelenme sebepleri ve yolları" diye. ya da aynı müslüman "kuran'ın insan eseri olduğuna dair şüpheye yol açan ayetler" desin bir bakalım. komik olurdu değil mi?
şeytan bile allah'ın bir olduğunu, eşinin benzerinin olmadığını, kıyamet gününün sahibi olduğunu, izzet sahibi olduğunu kabul ediyor. (hepsi ayetlerde yer almaktadır).
Ancak neden kafir olmuştur? tek bir nedenle; "allah'ın hükmüyle hüküm vermemiş ve hatta ona akıl vermeye kalkmıştır".
allah'ın 1 olduğuna iman eden şeytan insanlara artık varın neler yaptırabilir siz karar verin.
kafir olmak demek sadece allah'ı reddetmek demek değildir. yoksa şeytan bile o'nun varlığını reddetmiyor.
kafirin varlığını kabul eden biri olarak birkaç düzeltme yapmak istiyorum.malesef ayetleri kafamıza göre kesip biçme yetkimiz yok. sadece ayet de değil,her hangi birinin yazdığı bir kitaptan bile referans verirken uzun bir paragraftan sadece işimize yarayan kısmını keserek referans yapamıyoruz. anlam bütünlüğünü bozan bütün referanslar geçersiz hükmündedir.
bu arada benim yazdığım ayet mealleride diyanet vakfın'dan alıntıdır.
bakara 217 orjinali
Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır. (insanları) Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Haram'ın ziyaretine mâni olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır. Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar.
Yazarımızın bakara 217si
Sizden kim dininden döner de kafir olarak ölürse öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır
Maide 101den bahsedilmiş. Bu ayetin geliş sebebi yazılmazsa yanlış yorumlanmaya sebep olur.
Yazarımızında benimde referans verdiği diyanet meali ayetin geliş sebebini şöyle açıklıyor :
Resûl-i Ekrem (s.a.) «Allah size haccı farz kıldı, hac vazifenizi yapınız» dediği zaman birisi kalkarak «Her sene mi yâ Resûlallah?» demiş ve sorusunu üç kere tekrarlamıştı. Peygamberimiz bir müddet sükût ettikten sonra «Eğer evet deseydim her sene farz olurdu; eğer her sene farz olsaydı buna da gücünüz yetmezdi» buyurdu. Bu âyetin geliş sebebi budur. Allah unuttuğu için değil, affettiği, kolaylık dilediği için bazı şeyleri açıklamaz; sorular sorarak işi güçleştirmek, teşrî hikmetine aykırıdır.
Tevbe 85 orjinali
Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah, bunlarla ancak dünyada onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kâfir olarak canlarının güçlükle çıkmasını istiyor.
Yazarımızın tevbe 85i
"Allah bunlarla ancak, dünyada kendilerine azap etmeyi ve canlarının kafir olarak çıkmasını istiyor." (Tevbe, 85) mesela "kasıt" var.
Tevbe 85te bahsi geçen kişileri Allah bize aynı surenın 80-84 ayetleri arasında anlatıyor.
80. (Ey Muhammed!) Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek. Bu, onların Allah ve Resûlünü inkâr etmelerinden ötürüdür. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.
81. Allah'ın Resûlüne muhalefet etmek için geri kalanlar (sefere çıkmayıp) oturmaları ile sevindiler; mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi çirkin gördüler; «bu sıcakta sefere çıkmayın» dediler. De ki: «Cehennem ateşi daha sıcaktır!» Keşke anlasalardı!
82. Artık kazanmakta olduklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar!
işledikleri günahların ahiretteki cezası şiddetlidir. Onun için onların gülmeleri değil ağlamaları gerekir.
83. Eğer Allah seni onlardan bir gurubun yanına döndürür de (Tebük seferinden Medine'ye döner de başka bir savaşa seninle beraber) çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: Benimle beraber asla çıkmayacaksınız ve düşmana karşı benimle beraber asla savaşmayacaksınız! Çünkü siz birinci defa (Tebük seferinde) yerinizde kalmaya razı oldunuz. Şimdi de geri kalanlarla (kadın ve çocuklarla) beraber oturun!
84. Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma; onun kabri başında da durma! Çünkü onlar, Allah ve Resûlünü inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler.
Nahl 28 için önceden bilme var yorumu yapılmış. Ayeti kerimede Hayır! Allah sizin yapmakta olduklarınızı hakkıyla bilmektedir yani kimin ne yaptığını en ince ayrıntısına kadar Allah görüyor,haberdar manasında.
peşin edit: bu entry sadece birinci entry'e cevaptır. gecenin bu saatinde bu kadar uzun entry okuyup, aynı uzunlukta cevap yazmak takdir edersinizki yorucu.
kısaca müslüman olmayanların diğerlerini aşağılamak için kullandığı söz. sadece onlara has değildir, nedense her din diğer dini hatta mezhepler arası bile, kendi gibi düşünmediği için kafir diye suçlamıştır. islamda da durum budur.