islamiyeti benimsemiş insanların kabul etmekte güçlük çektiği gerçektir.
islamiyet şükürcü bi zihniyete dayandığı için, bu inancı benimsemiş insanların hemen hemen hepsi araştırma taraftarı değillerdir. bir yaratıcı vardır, kutsal kitap vardır, bu kitaptaki emir ve yasaklara uyma endeksli bir hayat yaşanacaktır.
bazen bu cehalet o kadar üzücü sınırlara varır ki; Hıristiyanlar allahsız, kiliseye girip mum yakan müslümanlarsa dinden çıkmış sayılacaktır. yani adam demez ki 'Hıristiyanlık da benim inandığım yaratıcının dinidir, onların da bir kutsal kitabı vardır.' aslında bilirler de işlerine gelmez. çünkü Hıristiyanlık islamiyete göre mevcut çağın çok ilerisinde bir dindir. Hıristiyan bi adamın karısı için 'çok seksi' deseniz adam bundan keyif duyar, çünkü hayat arkadaşına iltifat etmişsinizdir. ama tutucu bi aile annesi için 'mükerrem hanım da çok seksi he' derseniz adam cinayet işler ve bunun adına da namus cinayeti derler.
islamiyetin aşılamamış sınırlarda olduğunu bence inananlar da kabul etmeli. ben ateist değilim, allaha inanıyorum. hatta o kadar ki mantık çerçeveme sığdırdığım ibadetlerimi bile yerine getiriyorum. ama bunları yapıyor olmam, islamiyete körü körüne bağlanan insanın cehaletini fark edemeyeceğim anlamına gelmiyor.
islamiyet kadını ibadet sırasında bile 3 adım geride tutan, sokakta dondurma yemesini günah olarak bildiren, bırakın elini tutmayı sesini duymayı bile haram kılan bir din. bu dine inanan insanların hamile kadın görünce tahrik olması durumunu ben artık yadırgamıyorum. bi kadının sesinden bile tahrik olabilme ihtimaline karşı tedbir alıp bunu haram kılan dinin mensupları, hamile kadın görünce burada nefislerine yenik düşebilirler, ben bunu da garip karşılamıyorum. ama insanlar islamiyetin pek çok konuda inananları karanlıkta bırakma ve bilmemenin mutluluk verdiğini aşılama odaklı bir din olduğunu da kabul etsinler istiyorum.
sonuç olarak bunun için en detaylı bilgiyi alo fetva hattından öğrenebiliriz. şaka lan şaka, az kafanızı çalıştırsanız şirinleri siz de görebilirsiniz aslında.
insanla ilgili hiçbir şey, hiçbir zaman tek bir sebebe indirgenemez. Bu bakımdan Müslümanların geri kalmalarının pek çok sebebi vardır. Bize göre, bu sebeplerin en önemlilerinden birisi çarpık din anlayışıdır. Ölülerin egemenliğine ve maziye mahkum olmanın da, geleneği dinleştirmenin de, sağlıklı bir demokrasi kültürü üretememenin de bir şekilde çarpık din anlayışı ile bağlantılı olduğunu düşünüyoruz. Daha açık bir ifade ile, Müslümanların kafasındaki genel islam algısının hem Kuranın temel kurucu ilkeleri ile, hem de Hz. Peygamberin örnekliğinde ortaya çıkan arı, duru, fıtrata uygun anlayış biçimi ile örtüştüğü pek söylenemez. Ne demek istediğimizi, Kuranı anlayarak okumaya çalışan herkes kolayca anlayabilir
Din, bir tür paradigma, algı düzeneği işlevi gördüğü için, din alanında ortaya çıkan küçük bir çarpıklık, hayatın bütünü göz önüne alındığında çok büyük bir çarpıklığa dönüşebilir. Din, kültürün şekillenmesinde en etkili faktörlerden birisi olduğu için, din anlayışı sağlıksız olan bir toplumda, din karşıtlarının bile sağlıklı olması pek mümkün olmaz. Dinin çift yönlü kesen bir kılıç gibi olması, olumlu olanın da, olumsuz olanın da, din sayesinde toplumda kalıcı iz bırakabileceğini göstermektedir. Din, eğer dinamik boyutu insanlara kazandırılırsa, toplumu bütünleştirir, yaratıcılığı üst düzeyde teşvik eder; ahlakın ve adaletin içselleştirilmesini kolaylaştırır. Bunun tersi de doğrudur; sağlıksız bir din anlayışı ayrıştırır, uyuşturur; gerçeklerin görülmesini engeller; insanları çelişkilerle kucak kucağa yaşamaya mahkum eder.
Konunun doğru anlaşılabilmesi için, bu tespitlerin somutlaştırılmasında fayda vardır. Gelişmişliğin temel kriterlerinden birisi, hiç kuşkusuz toplumların içinde bulundukları refah seviyesidir. Müslümanların yaşadıkları bölgelerden petrol fışkırmaktadır. Müslümanların arasında açlık ve ölüm kol gezmektedir. Temel hak ve özgürlükler, insanca yaşayabilmenin olmazsa olmaz ölçütleridir. Hangi Müslüman ülkenin bu konuda ciddi sorunu yoktur? Türkiyenin bile, temel hak ve özgürlükler konusunda yeterli düzeyi yakaladığı söylenebilir mi? Bilim, gelişmenin, ilerlemenin omurgasını oluşturur. Müslümanların, mevcut bilim ve teknolojide nerede durdukları ortadadır. Hepimiz, Batının tüketici köleleri gibi değil miyiz? Bu soruları çoğaltmak mümkündür. Ancak, sorunun kaynağına inmediğimiz müddetçe, çıkış yolunu bulamayız. O zaman, temel soruyu şöyle ortaya koyabiliriz: Müslümanlar, Müslüman kalarak gelişmek, insanlığın kaderinde etkin olmak, özne olmak istiyorlar mı, istemiyorlar mı? Eğer istiyorlarsa, çıkış yolunun ilk adımı aklı etkin kullanmak ve bilginin gücüne sahip olarak evrensel ölçekte değer üretmektir. Öyleyse, gelin hep birlikte bilginin, bilimin, üretimin neresinde olduğumuzu samimiyetle sorgulayalım. Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Kuranın ilk emri oku!. Okumak, bir metni okumak anlamına geldiği gibi, daha ileride, düşünmek, anlamak anlamına gelir. Okumak, bilgiye dayalı bir süreçler topluğunun adıdır. Müslümanlar okuyorlar mı? Müslümanlar, Allah katından geldiğine inandıkları Kuranı ne kadar okuyorlar?
Gerçekten de, özeleştiri sürecini okumaktan başlatmanın bir tür zorunluluk olduğunu düşünüyoruz. Hiç kuşkusuz dünyada en çok okunan kitap, Kuran-ı Kerimdir. Ancak, Müslümanlar, Kuranı anlamaksızın okumayı ibadet telakki ettikleri için, Kuranı anlamak konusunda özel çaba sarfetmekten uzak durmaktadırlar. Bu durumu, Müslümanlar Kuran okumaktan korkuyorlar şeklinde özetlemek mümkündür. Evet, işin içinde korku vardır. Bunun, bilinçaltı bir korku olduğunu söyleyebiliriz. Kuran, insanı kendi gerçekliği ile yüzleşmeye çağırır. Kuran, bilmediğin şeyin ardına düşme der. Kuran, bilenlerle bilmeyenlerin bir olmayacağını söyler. Kuran, canlıların en kötüsünün, düşünemeyen akletmeyen kimseler olduğunu söyler. Kuran, aklını kullanmayanların pislik içinde kalacağını hatırlatır. Kuran, insanın başına gelen bütün olumsuzlukların insanın kendi tercihlerinin sonucu olduğunu belirtir. Sadece bu gerçeklerle yüzleşen Müslüman, işin gerçeği utancından yerin dibine girer.
islam, oku! diye başlar. Hz. Peygamber, bilim talep etmenin kadın-erkek her Müslümana farz olduğunu belirtir. Hz. Muhammed, Mekkeden Medineye hicretten sonra, Medinede Mescid-i Nebevinin içinde, bilinçli bir eğitim süreci başlatmıştır. Bu doğrultudaki en çarpıcı örneklerden birisini Bedir savaşı sonrası yakalamaktayız. Esirlerden okuma yazma bilenler, Müslümanlara okuma- yazma öğretmeleri karşılığında özgürlüklerine kavuşmuşlardır. Bu olayın, insanlık tarihinde ilk okuma-yazma seferberliği olduğunu söyleyebiliriz.
Kuranın teşvikleri, Hz. Peygamberin örnekliği, kısa sürede Müslümanlarda bilimsel zihniyetin oluşmasını sağlamıştır. Müslümanlar, bilgiye, öğrenmeye açık hale gelmişlerdir. Hz. Peygamberin vefatını müteakip ilk üç asırda, omurgasını bilimin oluşturduğu muhteşem bir medeniyetin temelleri atılmıştır. Abbasi halifesi Memun zamanında kurulan Beytul-Hikme, Müslümanların bütün insanlığın birikimine talip olduğunun bir kanıtı olmuştur. Burada, bilim adına ne bulundu ise, Arapçaya tercüme edilmiş; hem kaybolması önlenmiş, hem de insanlığın istifadesine sunulmuştur. Bunun en çarpıcı örneği Yunan klasikleridir. Bu süreç, Farabinin Aristodan sonra ikinci muallim (Muallim-i Sani) ünvanını almasını beraberinde getirmiştir. ibn Sinanın eserleri, 18. asra kadar Batıda Tıp fakültelerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. Bu sebepten, diyoruz ki, Rönesans ve Reform hareketlerinin arkaplanında Müslümanların bilimsel birikimi yatar. Bunları, geçmişe öykünmek için söylemiyoruz. Eğer onurumuzla var olmak gibi bir derdimiz varsa, özne olmak istiyorsak, bunun yolu bilimin gücüne sahip olmaktan geçtiğini de bilmek durumundayız. Müslümanlar, önce aklın varlığını yeniden keşfetmek, sonra da enerjilerini bilim alanına yöneltmek zorundadırlar.
Din adına akıl düşmanlığının, bilim düşmanlığının yapıldığı, özgürlüğün ve adaletin olmadığı bir yerde, ne din olur, ne medeniyet olur, ne de insanlık Paranın ve bilimin daima güvenli ortamları tercih ettiğini hatırlamakta fayda vardır. Yaratıcılık da, yüksek güven kültürünün kök saldığı ortamlarda gelişir. Eğer ilerlemek, gelişmek, özne olmak gibi bir niyetimiz varsa, aklı yeniden keşfederek işe başlayabiliriz. Hz. Muhammed boşa dememiş, aklı olmayanın dini de olmaz, diye
bilinçsizce yazılmış iddiadır.. bahismevzuu olarak ileri sürülen tüm geri kalmışlıklar, çağdışılıklar "islam" dininin değil, geleneklerin, örf ve adetlerin, mezhep ve hadis kitaplarının -kuran ın değil- kuralları, kaideleridir.. islam dininde, yani allah ın kuran ile bildirdiği dinde bahsi geçen şeklin tam tersi "okuyup araştırmamız, düşünmemiz, sorgulamamız" bizzat allah tarafından söylenmektedir.. hıristiyanlık, ileride olmayı geçtim, çağdışı kalmış bir dindir.. dinde çağdaşlık, kadına "seksi" sıfatını söyleme özgürlüğü değildir.. söylenebilir o ayrı ama buna indirgenemez.. namus cinayeti "islam dini"nde mevcut bulunan bir olgu değil, tamamıyla baskıcı toplum zihniyetinin bir ürünüdür ve çağdışıdır.. ne kadınların geriden gelme gibi bi zorunluğu vardır, ne de seslerinin haramlığı sözkonusudur.. bunu iddia eden geri kalmış örümcek beyinlilerin hiçbiri islam dinini yaşayan müslümanlar değillerdir.. lakin, allah ın bizden beklediği şekilde araştırmadan, sorgulamadan körü körüne bakıp bu zırvalıkları "islam" dini diye sunmaya çalışan ve buna bakarak dini "geri kalmış, çağdışı" ilan etmeye kalkanların da bu beyni alınmış zavallı güruhtan hiçbir farkı yoktur.. okuyun, araştırın, düşünün.. sonra anlarsınız zaten neyin ne olduğunu..
altını çizerek her kelimemi kafanıza yerleştirerek okunması gereken bir entry yazıyorum.
islam insana cehalet getirmez.
kimi bilimler farzdır müslümana. fıkıh, ilmihal gibi.
kimi bilimler sünnettir insana matematik, fizik, hadis, tefsir gibi.
her türlüsü sevaptır.
fakat arsızlıkla yoğurulmuş bir toplumda matematikte, uzayda, kimyada hatta ve hatta tefsir ve kelamda uğraşmak
işte bunu kabullenemiyoruz.
buyrun ahlaksızlığı ortadan kaldıralım ama yanlız allah için kaldıralım ve daha sonra istediğiniz ne bilim varsa anasını ağlatalım.
bir toplumda full bilim adamı varmış ama adamlar organ kaçakçılığı yapıyor o toplum kaç kuruş eder.
bir şehirde binlerce fabirka var ama adamlar çevreye kimyasal zehir saçıyor ne yaparsın o şehri.
bir kadın profesörmüş, kucaktan inmiyor başlatmayın öyle kadına.
efendimizin dediği gibi: ahlaksız adamın bilim öğrenmesi domuzun boynuna altın kolye takmaya benzer.
ilk önce insan bulalım piyasada sonra altın kolye bol bu zengin dünyada fakat adam yok.
şu bir gerçektir ki şu an müslüman olan coğrafya hristiyan da olsa putperest de olsa ateist de olsa cahil kalacaktır. çünkü onları geri bırakan örf adetleri ve töreleridir.
islamı yaşanmaz hale getiren insanlar yüzünden olan durumdur .
gerçek islamı asimile edip arapların yobazlığını hadis haline getirip islam diye getirirsen olacağı budur .
bizim alimlerimiz; zarurî fıkhı, kelamı ve tıbbı farz-ı ayn sayar. yani namaz kılmakla aynı derecede farz. coğrafyayı, astronomiyi, edebiyatı, tarihi de farz-ı kifaye sayar. farz-ı kifaye, farz-ı ayn'dan zayıf olsa da sünnetten güçlüdür. bu farz-ı kifaye ilimlerin içine girmeyen tek ilim dalı: büyü, sihir, tılsım gibi şeyler ve astrolojinin hurafe kısımlarıdır. yani, ''venüs şuraya geldi bu ay kıyamet kopacak'' tarzı gaybî işaretler alabildiğini iddia etmeyi sağlayan hurafeleri öğrenmek haramdır.
islam'ın ilim konusunda ince bir anlayışı var. ''ketm-i ilm'' vardır mesela. bilginin gizlenmesi. kelamın ileri safhalarını öğrenmek; alimlere farz, sokaktaki bakkal necmettin efendiye mekruhtur. çünkü bakkal necmettin efendi kelamın ileri safhalarındaki bilgileri ''hazmedemez''. islam'da bilgiyi öğrenmek kadar, hazmetmek de önemlidir.
''bilim için bilim'' yoktur islam'da, ''hayat ve uhrevî alem için ilim'' vardır. bilim ile ilim farklı şeylerdir. rosenthal, islamiyet'te ''ilim'' diye bir şey olduğunu bulduğunda şaşırmış ve bunun ingilizce karşılığını tam olarak bulamadığını söylemiştir. en yakın sözcüğü şöyle tespit etmiş: knowledge...
Geride kalmanın hiç bir dinle alakalı olduğunu düşünmüyorum.''ilim Çin'de bile olsa gidip alınız '' hadisini söyleyen bir peygambere yakışmayan ümmettir.
Tamam eksileyin.Ama bir sorun ;Bu yazıyı yazdım ama niye yazdım?
Sorun edilmeye deger olan şeyleri sorsam size bana neler söylersiniz?
Onlar, Akılda yer eden şeyler ve onların yarattığı iç sıkıntıları mı?
Yani yasadigimiz ve bir tekrarı daha olmayan hayatımızda çok istediğimiz belki de ulaşamadığımız hedef ve arzular mı?
iman nedir peki diye soracak olsak kendimize..
O Ahmaklıgın ve Acgözlülüğün salgıladığı dayanılmaz zehrin bir tür panzehiri olamaz mı?
Tam da burada şu söylenebilir, işte bu yüzdendir cennet arzusu.
Cennet insanın en başta isteğidir, inançlar istek, zaafiyet ve korkulardan doğar.
Tanrı insanı tam da insanca ve insanın dilediği gibi bir dünya vaadiyle selamlar.
iplerinden tutulup dilenildiği biçimde oynatılan tanrının önünde secde edenler
Aslında kendi Dileklerinin, Fikirlerinin önünde eğilip rahatlamaktadırlar.
Ve bu putçuluğun tanrı ortakçılığının en ustaca ve en şeytanca çarpıtılmış halidir.
Zevk, sefa, haz ve sürekli mutluluk arzusu ve bununla beraber büyük bir tatminsizlik, aynı zamanda da kurtulamadığımız korku bağımlılığının refakatinde icad edilen
Akıl almaz günahlar hayatlarımızı değersizlestirmektedir.
Sonuçta insanın ulaşılmamış isteklerini Başka bir dünyaya havale etmesinden başka bir şey değildir cennet.
Onu kazanmak ya da kaybetmemek için tuhaf kaçınmalar ve yasaklar öngören, emirler yağdıran korkunç ve acımasız, aynı zamanda tam zıttı olabilmeyi de başarabilen yüzü iki uç noktada bulunan akıl (tanrı) kendine sıkı sıkıya bağlar hayatlarımızı.
Bir çözüme bağlayacak olursak sorunumuzu, insanın kendi kendini engellediği, aklına sınır koyduğu bu psikoloji iyi tanıması, ona özgürlüğünün kapılarını aralayacaktır.