islam aleminin bilimde geri kalması

entry20 galeri0
    1.
  1. islam aleminde yaşayan hemen hemen herkesin kafasını kurcalayan sorudur. uzun iki entry olacağı için pek okunmayacağını bilmeme rağmen, yine de vardığım sonuçları ifade etmek istediğim bir mevzudur. okuyanların ilginç bulacaklarını sanıyorum. başlayalım...

    konuyla ilgili en yaygın kanaat "dindir" ithamıdır. bana göre özde doğru bir ithamdır ama akla "din batıda yok muydu?", "kilisenin yaptıklarına ne diyeceksin?", "islam aleminde bilim yükselirken din yok muydu?" gibi haklı soruları getirir. tabi bir de islam aleminde bilimin yükselişini dine bağlayıp (sebep?), sonraki çöküşünü "bilim ihmal edildi"(sebep?) gibi abuk bir cümleyle ifade edenler de var. şahsen din - bilim uyuşmazlığının özünü bir tarafa bırakıp, meseleyi tarihi gerçekler ışığında ele alacağım. bu soruna bir cümlelik bir yanıt bekleyenler, yazdıklarımı okumayıp, bildiklerini sandıkları yanıtla mutlu edebilirler kendilerini.

    yanıtlanması gereken ilk soru "islam aleminde bilimin yükselişinin sebebi nedir?" sorusudur. cevap basit: sebebi siyasettir!.. evet, bu kadar basit... Ama izahı o kadar basit değil.

    izah edeyim: islam'da ruhban sınıfı yoktur. dolayısıyla, özellikle islam'ın ilk yüzyılları için konuşursak, iktidardakilerin al takke ver külah şeklinde anlaşıp, diğer müslümanları susturma imkanı yoktu. her müslüman kendisinde iktidardakilere "emr'il bi'l maruf neyh'il anıl münker - iyiliği emredip, kötülüğü yasaklamak" hakkı olduğunu düşünüyordu. zaten böyle yapmak, sonraki dönemlerde sadece halk tabakasındaki insanların yaptıklarının eleştirilmesine indirgenen, iktidardakilerin büyük ölçüde bağışık tutulduğu bir farzdır. velhasıl islam'ın ilk yüzyıllarına baktığımızda halifeleri "allah'ın emrine ve peygamberin sünnetine" davet eden, uygulamazlarsa isyan eden kıyamet kadar grup görüyoruz. konuyla ilgili geniş bilgi için:

    http://www.kitapyurdu.com...l-fit-10-cilt/121328.html

    ayrıca o zamanlar "ehl'i sünnet ve'l cemaat" akidesi henüz oluşmaktaydı. kristalize olup, toplum içinde yaygınlık kazanması zaman aldı. o dönemde ortada fink atan mezhepler inanılmaz sayıdaydı.

    http://www.kitapyurdu.com...lam-mezhepleri/74540.html

    kitabın yazarı da bir mezhep imamıdır! imam el eş'ari.. okuyun ve görün ki bugün tartışma konusu bile olmayan, ne oldukları konusunda çok az kişinin fikri olan mevzular bile mezhep ayrışması sebebiydi o zamanlar.

    emevi halifeleri, aynen daha sonra gelecek olan abbasi halifeleri gibi, yaptıklarına kızan ve yeterli cesareti olan herkesin kendilerini "allah'ın emrine ve peygamberin sünnetine" davet etmesinden, habire isyan çıkarmasından rahatsızdılar. kendisine "allah'ın emrinin ve peygamberin sünnetinin" hatırlatılmasını alenen yasaklamaya ilk cesaret eden emevi halifesi abdülmelik oldu. tabi sıkıntılar bitmedi...

    çözümü halife memun buldu. başlıca hocaları arasında hıristiyanların, yahudilerin ve hatta sabilerin bile bulunduğu "dar'ül hikmet"i kurarak yunan biliminin eserlerini tercüme ettirmeye başladı. hatta hint alimlerini bile büyük paralar ödeyerek davet etti. hint rakamları, hintlilerin kullandıkları ondalık sistem ve "0" sayısı böylece tanındı. hintlilerin bir katkısı da kendi inanışlarını tanıtmaları oldu ki inanışları çoğu kimsenin sandığı gibi "ineğe tapma" basitliğinde değildir. hint inanışları tasavvufun kökenini oluşturdu. fakat yanlış anlaşılmasın, "dar'ül hikmet" bir tek kafirlerin doluştuğu bir yer değildi. orada müslümanlar da görev yapıyordu.

    o dönemde bilim dinden bağımsız değildi. bilimle ilgilenen herkesin din hakkında da bazı görüşleri oluyordu. söz konusu kişilerin okudukları eserler, kendilerini, o güne kadar bir tek kuran ve hadisle anlaşılmaya çalışılan dinin, daha geniş bir perspektifte de ele alınıp, alınamayacağı düşüncesine sevk etti. ortaya yunan felsefesi ile islam'ı birleştirmeye çalışan bilim insanları çıktı.

    şu husus dikkatten kaçmamalıdır: o günün bilim insanlarını bugünkülerle karıştırmayın. din, felsefe ve bilimin iç içe geçtiği dönemlerden bahsediyorum. karşıtları, bazı özel durumlar hariç, kimseyi "vay tıp alanında çalıştın" (batıda durum farklıydı) diye hacamat etmeye kalkmıyorlardı, dini görüşleri sebebiyle yükleniyorlardı. yani sadece bilimle uğraşan, dini ve felsefeyi sallamayan kimseler son derece azdı.

    halife memun'un başlattığı çalışmalar o güne kadar bilinenden, muteber kabul edilenden farklı bir irfan alanı oluşturdu. sadece kuran ve hadisle uğraşanlara "ham softalar" gözüyle bakılmaya başlandı. o dönemlerde ister din adamı olsun, ister din, felsefe ve bilim alanlarının hepsinde çalışanlar için olsun patronaj, yani yönetimin geçimleri için yardım etmesi çok önemliydi. halifeler üç alanda birden çalışanlara ihsanlar yağdırırken, diğerlerini ihmal ettiler. hatta kendilerine bağlı şahısların ortaya çıkardığı mutezile mezhebini zorla dayatmaya da kalktılar. imam ebu hanife ve ahmed ibn'i hanbel gibi mezhep imamlarıyla geçinemediler, onlara yapmadıklarını bırakmadılar. daha önce dediğim gibi, söz konusu imamların önderlik ettiği "ehl'i sünnet" mezhepleri henüz yeteri kadar yayılmamıştı.

    en mühimi, gelirleri yine halifelerin bağışları ve kurdukları vakıflardan olan büyük eğitim kurumlarının ve kütüphanelerin felsefecilerin eline geçmesiydi.

    halifelerin pek taktir ettiği, din, felsefe ve bilim alanlarının hepsinde eser veren alimlerin, klasik din alimlerinden en önemli farklarından biri, halkla diğerleri kadar işleri olmadığı gibi, en önemlisi, yönetimi eleştirmek gibi bir dertlerinin olmamasıydı. yönetim, işlerine gelen bir tutum takındıkları ve bilgileri sebebiyle onlara saygı gösterir, halk ise bunca itibar ve de tıp ve mekanik gibi alanlarda çalışmalarının faydasını gördükleri alimler oldukları için saygı gösterirdi. üç alanda eser verenler yönetim tarafından kollandıkları için sadece dinle ilgilenen alimlerin saldırıları onları etkilemiyordu. tam tersi, ifade ettiğim gibi, asıl baskı altında olanlar karşı gruptu.

    halife memun'un "dar'ül hikmet"i kurarken olayların bu noktaya geleceğini önceden hesaplayıp, hesaplamadığını bilmiyoruz. muhtemelen hesaplamamıştır. fakat ilk sonuçları almaya başladığında, gelişmelerin siyasi önemini de kavrayıp, desteğini iyice arttırdığını söyleyebiliriz.

    işte islam aleminde bilim böyle bir ortamda yükselmeye başladı.... ne sebeple çöktüğü sonraki entrymin konusudur.
    2 ...
  2. 2.
  3. Derin düşünüldüğü zaman aslında çok kötüdür ; 1. Sıraya insan hayatını koymak gerekir ; insanı yaşatmak hayata bağlamak gerekir. Ondan sonra inanç gelmelidir yoksa ölünün arkasından mücadele etmeye gerek yok. Fatiha ve Yasin suresi yeterlidir.
    0 ...
  4. 3.
  5. Eskiden bilim konusunda islam aleminin bir çok bilim adamı vardı. Zamanla dinin değişmesinden dolayı şu an islam ülkelerinde bilim haram, allaha karşı gelmek olarak insanlara inandırıldığı için islam aleminde bilim bitmiştir.
    0 ...
  6. 4.
  7. bilim ileriye gitmişse bu bilimin sorunudur, hem uzaya çıkıyoruz da ne oluyor, fatma yan odada vurduruyor.

    bu daha önemli bence.
    0 ...
  8. 5.
  9. Herşey devrıyle kıyaslanır. Son iki yüz yıldır islam devletinin olmadığını unutmamak gerekir.

    Lakin laik sistemin Halide meydandadır. Daha akp öncesi ne kadar bir piyade tüfeğini bile üretmekten aciz bir laik rejim vardı. Laik rejimin hastanlerımde doğru dürüst organ nakli bile yapılamıyordu. Laik sistemin alt yapısı 100 yıl Avrupa dan gerıydı.

    E yani bunlarıda yazdırmayın buraya. Islama insana dürüstlük, düşmana karşı mücadele verir. Gayri Müslim bir toplumun elindeki bir icat müslüman toplumda yoksa ve o icat islam toplumunu tehtit ediyorsa onu yapmak herkese farzdır. Meğerimki o toplumda o icadı yapabilecek insanlar olsun. Böylece toplumun üzerinden farz kalkar.

    Diğer taraftan islamda torpılcılık,yandaşcılık yasaktır. işi ehline vermek vardır. Bugün unıversıtlerde sen dındarsın, sen sagcısın, solcusn diye akademik başarısına sekte vurulan binlerce akademisyen vardır. Bunlar rejimin ve sistemin bekası için yapılmıştır. Türkiyedekı mevcut eğitim sisteminin ideolojik yapısını, kurucusunun ve sısyemının sorgulanamaz olduğunu göz ardı ederek islama çamur atmaktan başka birşey değildir mesele.
    Önce kendi sıstemınle Avrupa yi kıyasla, sonra tarihte islam la gayri islamı kıyasla. Yahu okullarda öğretilen tarihi bile ters düz ettiniz.
    1 ...
  10. 6.
  11. "mili piyade tüfeğinin geçmişi ve özellikleri konusunda ne biliyorsun?" diye sorsanız iki dakika konuşması mümkün olmayan cahillerin boş lafları ile kirlettikleri mevzudur. kendilerini dikkate almıyor ve devam ediyoruz.

    önceki yazımda islam aleminde bilimin yükselişinin sebebinin din filan olmayıp, siyaset olduğunu anlatmaya çalışmıştım. şimdi bilimin neden çöküşe geçtiğini görelim.

    el-mütevekkil'in dönemine gelindiğinde mutezile'nin ehl'i sünnet'e yaptığı baskılar tersine döndü, bu sefer mutezile baskı görmeye başladı ve yavaş yavaş silindi. ne mutlu ki mutezile felsefecilerin son dayanağı değildi. keza mütevekkil'den sonra halifeler uzunca bir süre ehl'i sünnet baskısı yapmaktan uzak kaldılar. zira uğraşmaları gereken önemli bir dert vardı ki o da türk askerlerin bitmek bilmeyen isyanlarıydı. askerler halifeleri kafalarına göre tahta çıkarıyor ve indiriyorlardı. dini meseleleri pek umursadıkları da yoktu. gerçek iktidarı elinde tutan askerler, yaptıklarına karışmayan felsefecilerle iyi geçiniyorlardı. ehl'i sünnet alimlerini işlerine karıştırmaya niyetleri yoktu.olaylar bu minval üzere sürdü gitti...

    ta ki haçlı seferleri ve moğol istilası dönemine kadar... söz konusu dönem islam alemi için büyük bir şoktu. tek mesele haçlılar ve moğollar değildi. dini ortodoksinin bir türlü kurulamadığı o ortamda ismailiye gibi "anarşist" mezhepler de halk içinde geniş taban bulabiliyordu. ismaililer sanıldığı gibi sadece alamut kalesinde üslenen bir avuç çılgın değildi. mısır'dan tutun da, suriye'ye, ırak' ve iran'a kadar geniş taban edinmişlerdi. haklarından gelinmesi çok zaman aldı. keza haçlı seferleri öncesi ortaya çıkan ve arap yarımadasında yaygınlık kazanan diğer bir "anarşist" akım olan karmatilik de çok baş ağrıtmıştı.

    haçlı, moğol ve ismaili tehditleri karşısında çaresiz kalan yöneticilerle, ehl'i sünnet alimleri arasında yavaş yavaş bir ittifak oluşmaya başladı. söz konusu ittifak, olayların kademe kademe doğurduğu bir sonuçtu; yani genel bir konsil toplanıp karar alınmış filan değildi. ittifakın özü şuydu: yöneticiler felsefecilere verdikleri desteği geri çekecek, ehl'i sünnet tayfasını desteklemeye başlayacak, onlar da islam adına adalet arama, yöneticilerin işlerine karışma huylarından vazgeçeceklerdi. ek olarak, halkın işleri ve inançları üzerinde, yöneticilerin desteğiyle baskı kurma hakları da tanınmış oldu. böylece halkın karışık kafası derlenip, toplandı, baş ağrıtan anarşik mezheplerin ortaya çıkışı önlenmiş oldu.

    aslında felsefecilerin söz konusu mezheplerin ortaya çıkışında doğrudan bir suçları yoktu ama patronaj hakkının peşinde koşan ehl'i sünnet'in hışmına uğramaktan kurtulamadılar. dönemin sembol olaylarından biri, büyük alim şehabeddin sühreverdi'nin idam edilmesidir.

    https://tr.wikipedia.org/...ddin_S%C3%BChreverd%C3%AE

    velhasıl görüleceği üzere, islam eleminde bilimin yükselişinin sebebi din olmadığı gibi, çöküşünün sebebi de din olmamıştır. bilimin yükselişinin de, çöküşünün de ana sebebi siyasettir. tabi böyle derken çöküşünde dinin oynadığı rolü gözardı etmek olmaz. fakat bana göre din, siyasetin kullandığı bir malzeme görevi görmüştür daha çok...

    bir de ehl'i sünnet'in yükselişinde ve felsefe ve bilimlerin çöküşünde, genellikle ifrat ve tefrit arasında yorumlanan imam gazali'nin rolü meselesi var. o da sonraki entrymin konusu...
    2 ...
  12. 7.
  13. bilimi geliştirenlerin islam aleminden olması fakat bu gelişmeleri ilerletmemesi sonucu geri kalması durumudur. açık ve net.
    0 ...
  14. 8.
  15. 9.
  16. açıklamaya çalışırken, lafı daha da uzatmamak için, endülüs emevi devleti'nin durumunu özellikle ele almadığım meseledir. istenirse tafsilatlı açıklama yapabilirim ama öz olarak ortadoğu coğrafyasındaki gelişmelerden farksız olduğunu söylemem de yeterli olabilir.
    0 ...
  17. 10.
  18. imam gazali'nin de etkisi olan geri kalmadır.

    fakat onca saydığım diğer faktörler göz ardı edilerek, tüm sorumluluğun imam gazali'ye yüklenmesi yanlıştır. mesela imam gazali "optik alanında çalışmayın" filan dememiştir, aslında istisnai olayları saymazsak, diğer yobazlar da dememiştir. dindar olsun, ateist olsun fark etmez, anakronizme saplanmak hatasından kurtulmadıkça insanların o günlerin ruhunu anlamaları mümkün değildir. bilimin mutlak galibiyetini ilan ettiği dönemlerde yaşıyoruz. yorumlamaya çalıştığımız dönemlerde, bırakın yobazları, fen bilimleriyle uğraşanlar bile bilimin nelere kadir olabileceğini yeteri kadar anlamış değillerdi. Bilime taş koyan din alimlerinin dertleri bilimle uğraşanlara verilen desteklerin kendilerine verilmesi, din alimlerine arka çıkan yöneticilerin dertleri ise, kendi işlerine karışamamaları kaydıyla, din alimlerinin dini birliği olabildiği kadar sağlamalarına ve halkı hizada tutmalarına yardımcı olmalarıydı.

    peki malum gelişmelerde imam gazali'nin önemi nereden gelir? başta "filozofların tutarsızlığı" olmak üzere bir çok eserini okumuş bir kişi olarak, imam gazali'nin çok zeki bir kişi olduğunu ifade etmek isterim öncelikle. diğer ehl'i sünnet alimlerinden kahir ekseriyetinden farkı, eleştirmeye giriştiği yunan felsefesinin ve ondan türetilen ve islam'a uydurulmaya çalışılan felsefenin ne olduğunu öğrenmeye zahmet etmiş olmasıdır. böylece sadece bilindik dini tezleri papağan gibi tekrarlamakla yetinmeyip, eleştirisini eleştirmeye soyunduğu felsefenin tezleri üzerine oturtarak sağlam bir gol attı.

    diğer taraftan, eleştirilerinin hepsinde haklı olmadığı gibi, eleştirdiği felsefenin tezlerini ortaya koyarken yeteri kadar dürüst davranmadığını da söylemeliyim. eleştirilerinde felsefi yönden haklı olduğu yönler olduğu gibi, haksız olduğu yönler de vardır. tabi bu noktada haklılığın tespiti bir yorum meselesidir. çalışmasının en üzücü yanlarından biri, felsefecilerin bazı tezlerini saptırması, söylemediklerini söylemiş gibi ortaya koyup, sonra kıyasıya eleştirmesidir. bu metot günümüz yobazlarının da sıkça başvurduğu bir taktiktir.

    velhasıl günümüz yobazlarının sahip çıktığı ibn'i sina, farabi gibi alimleri tekfir etmekten çekinmedi. günümüz yobazları söz konusu tekfiri "ilmi tekfir" gibi yeni icat kavramlarla hafifletmeye çalışırlar.

    geriye şu soru kalıyor: yobazların dertleri, misal optik gibi alanlardaki çalışmaların önünü kesmek değildi ise neden bu alanlardaki çalışmalar ilerlemeye devam etmedi?

    aslında cevabını ilk entrylerimde verdiğim bir sorudur. anlamayanlar için sonraki entrymde bir toparlama yaparım.
    2 ...
  19. 11.
  20. "bazı istisnai hadiseler sayılmazsa, yobazların asıl dertleri fen bilimleri alanlardaki çalışmaların önünü kesmek olmadığına göre, neden bu alanlardaki çalışmalar ilerlemeye devam etmedi?" sorusunun da yanıtlanmasını gerektiren mevzudur. elimden geldiği kadar özetleyeyim:

    - islam'ın özünde ruhban sınıfı olmamasına rağmen, alimlerin fiiliyatta islam adına konuşma tekeline sahip bir sınıf oluşturması ve ondan da kötüsü, sonunda yönetimlerle işbirliği yapmaya yanaşmaları, yani bazı tavizler karşısında yönetimlerin hakimiyeti altına girmeleri, yönetimlerin din dışı ilimlerle ilgilenenlere ve felsefecilere destek olma hevesini azalttı.

    - yukarıda ifade ettiğim siyasi hadiselerin sonucu olarak, eğitim kurumları yobazların eline geçti. o dönemlerde din - felsefe - fen bilimleri iç içe geçmiş olduğu ve de yobazlar felsefe ve fen bilimleri alanında çalışanların dini konularda görüş ileri sürmesinden rahatsızlık duydukları için, zaten pek meraklısı olmadıkları, tehlikeli buldukları ve önemini idrak edemedikleri felsefeyi ve fen bilimlerini eğitim müfredatından çıkardılar zaman içinde.. günümüzde eğitim müfredatımızı dini ilimlere boğanlara alkış tutanlara duyurulur!.. aslında bunu yapmakla gazali'nin bile gerisine düştüler. gazali fen bilimlerinin öğrenilmesinde hiçbir sakınca olmadığını açıkça söylemiştir. fakat insanların bilgilerinin olmadığı alanların önemini idrak etmeleri zordur. hele ki meydanı, o ilimlerle uğraşan ve itibar gördükleri taktirde kendi geçimlerine engel olabilecek kişilere bırakma tehlikesi varsa!..

    - felsefe ve fen bilimleriyle uğraşanlar kendilerini destekleyecek hükümdarlar bulamaz oldular. ortada matbaa olmadığı, dolayısıyla geçimlerini geniş kitlelere sattıkları kitaplarla sağlamaları mümkün olmadığı için hükümdarların ihsanlarına bağımlıydılar.

    - batıdan farklı olarak, ortadoğu toprakları geniş imparatorluklar kurmaya daha müsaittir. dolayısıyla eğer imparatorluk yöneticilerinin felsefe ve fen bilimleri alanında çalışan alimleri desteklemeye niyetleri yoksa, söz konusu alimlerin sığınacakları kapı bulmaları zordur. evet, arap imparatorluğu henüz parçalanmadan önce, emeviler döneminde ve abbasiler döneminin bir kısmında devlet söz konusu kişileri destekliyordu. imparatorluk parçalanmaya başlayınca, ibn'i sina örneğinde ve daha bir çok örnekte görüldüğü gibi, sıkıştırılan alimler bir o emirin, bir bu emirin kapısına sığınarak çalışmalarını sürdürebildiler. fakat söz konusu imkan moğol, haçlı ve ismaili tehditleri döneminde peyderpey azaldı. ve ne zamanki moğol ve haçlı tehditleri savuşturuldu, osmanlı, memlük, safevi gibi büyük imparatorluklar kuruldu, hemen hemen hepten yok oldu. alimlerin kültürü kendilerine tamamen yabancı olan batılılara sığınmaları mümkün değildi. mezhep farkı ve imparatorlukların yöneticilerinin çoğunun kendilerine yüz verip, artık hizaya gelmiş olan, güzelce anlaştıkları yobazları karşılarına almaya hevesli olmaması, zaten zor olan geniş coğrafyalarda seyahat edip, sığınma olasılığını iyice zorlaştırdı. oysa batının sayısız küçük devletçikleri arasındaki rekabet, alimlerin sığınabilecekleri kapı bulmalarını kolaylaştırıyordu.

    - islam'ın ilk dönemlerinden farklı olarak, dinin devlet kontrolü altına girmesi bilimin ilerlemesine engel oldu. bu hususu aşağıdaki 1. soruyu yanıtlarken detaylandıracağım.

    islam aleminin bilimde geri kalmasının klasik dönemler için izahı böyle. geriye iki soru kalıyor:

    1- batıda bilim nasıl yükseldi?

    2- batıdaki bilimin yükselmesi artık savaş alanlarında görülen sonuçlar vermeye başlamasına rağmen, islam alemi neden yeterli tepkiyi veremedi?

    bunların yanıtları da sonraki entrylerimde..
    2 ...
  21. 12.
  22. gerçekten de islam devletlerinde alimler hep bilim ve dini bir arada götürmek isteyen ve bunlara düşman olan din adamları olmak üzere hep ikiye ayrılmış görünüyor.
    son zamanlardaki caner taslaman'ın başını çektiği güruh ile cübbeli tayfasının birbirine açıkça düşman olması hatta ve hatta din düşmanlığı ile suçlaması bu konudaki en güncel ve gözle görülür örnektir diyebiliriz. ve yine yukarda bahsedildiği gibi devlet yönetiminin genellikle bunlardan hangisine destek verdiği aşikar olduğu gibi halkın da büyük oranda hangisini desteklediği ve dinlediği ortada.

    yalnız yukarda ''dinin devlet kontrolü altına girmesi bilimin ilerlemesine engel oldu.'' gibi bir ibare var. eğer asıl güç dinde değilde devletteyse bilim eksikliğindeki gerçek suçlununda asıl güç unsuru olan devlet olması gerekmez midir?
    0 ...
  23. 13.
  24. Bunu diyen ateist Bilim adamı.

    Dünyadaki bilinen tüm bilimleri büyük çoğunluğunu kuran ve geliştirenlerin müslümanlar olduğunu bilmeyen angutlar böyle der durur.

    Hadi hadi gidin celal Şengör dinleyin.
    1 ...
  25. 14.
  26. 15.
  27. tamamen çağ ile alakalıdır. düşüncelerde statik bir yan olursa geriler. islam da ilk çıktığında ileri gitmiştir ama zamanla gerilemiş hatta çökmüştür.

    bundan kurtulmanın yolu ise reformdur ve islam dünyası buna yapamayacak kadar gerici duruyor. reform yaptıklarını sananalar da ateistlere sallıyor zaten,

    la aç bir din tarihini oku, ortaçağ hrisityanlığıyla bugünü bir kıyasla, sanki müslümanların bilimde ilerlememesinin nedeni ateistlermiş gibi reformist olanlar hep bunlara çatıyor.

    oysa protestanlar katolikleri eleştirmiş ve dinin kötüye yorulacak her türlü yorumunu gene dini alanada çözmüştür. ancak bizimkilerin hiçbir bir teolojik tartışması yok, sadece sen vahabisin gerçek islam değilsin, o şia gerçek islam değil gibi birbirine saldırıp öldüryorlar.

    oysa neyi eleştireceksin?

    tabi ki dini bozanları, algıyı bu yöne çekenleri eleştirip bu kişilerin gücünü yıkacaksın ki reformist düşünceler artsın. aksi halde her suçu başkasına atar kendini teselli edersin.

    din artık düzeltilmesi lazım, doğru veya yanlış yorum değil çağa uygun yorumlanması lazım. islamın ne dediğini takabilirsin ama zaten kuran nesnel bir kitap değil, her gelen kendine göre yorum yapacağı kadar subjektif bir kitap.

    bide her şeyi dine yamamaya her şeyi dinle açıklamaya çalışanlar var. ya bırak din tamam ama her yere bunu sokmaya gerek yok. zaten bir sonuç da vermiyor.

    bana göre çözüm, reformistlerin islamı iyi analiz edip gelenekçileri yok etmesiyle olur. sorun sizsiniz ve bunlar sizin suçunuz başkasına bok atıp kendinizi teselli edeceğinize gidin sorunları bulun ve çözün.

    artık çözseniz bile batıyı geçer mi bu durum onu bilemem, batının geriye gitmesine gerek yok. belki hrisityanlık güçlenirse bir umut olur ama adamlar artık siksen ortacağı yaşamazlar.

    ders almışlar çünkü.
    2 ...
  28. 16.
  29. kimisinin "gerçek suçlunun da asıl güç unsuru olan devlet olması gerekmez midir?" diye sormasına vesile olan durumdur.

    "suç" ithamı konusundaki bir çekincemi bir yana bırakırsak, bu sorunun cevabı bana göre "evet"tir. zaten islam aleminde bilimin yükselişinin de, çöküşünün de en özet gerekçesinin "siyaset" olduğunu düşündüğümü ifade etmiştim.

    "suç" ithamı konusundaki çekincem şudur: daha önce de ifade ettiğim gibi, bizler bilimin kesin zaferini ilan ettiği bir çağda yaşıyoruz. bilim alanında geri kalmanın nasıl sonuçlar verdiğini hep beraber gördük. ne var ki zamanında şu veya bu tutumu alan devlet adamlarının neyin sonunun ne olacağını bizim kadar net görmeleri mümkün değildi.

    dediklerim, bırakalım devlet adamları açısından, o günlerin din alimleri açısından bile böyledir. o dönemlerin devlet adamlarının derdi, bilimin yükselişini teşvik ederken de, çöküşüne sebep olacak ittifaklara girerken de topraklarını olabildiği kadar huzurlu bir şekilde yönetmekti. dolayısıyla neyi doğru gördülerse onu yaptılar. dönemlerinde felsefenin ve bilimin somut sonuçları yeteri kadar belirgin olmadığı için olumsuz tutumlarında bile mazur görülebilirler. velhasıl o dönemin insanlarını sonuçlarını görmeleri pek mümkün olmayan tutumları için suçlamak anakronizm hatasına düşmek olur.

    fakat yobazların, yukarıdaki entrymdeki 2. soruya yanıt ararken ortaya koyacağım tutumları için, cehalet mi desem, kasıtlı suç mu desem, ikisinin karışımı mı desem bilemiyorum.

    not: "şunu bilmeyen, bunu bilmeyen" türü ifadeler içeren cahillere özgü entrylere itibar etmiyorum. yok ya? o kadar bilgisiz mi görünüyorum oradan?

    https://tr.wikipedia.org/wiki/Dunning-Kruger_etkisi
    0 ...
  30. 17.
  31. sebepleri araştırılırken, "batıda bilim nasıl yükseldi?" sorusunun da araştırılmasını gerektiren mevzudur. elimden geldiğince özet anlatayım:

    batı biliminin kökeni islam dünyasının alimlerinin yaptığı çalışmalara dayanır. bilgi akışı sürekli bir çatışma bölgesi olan haçlı işgalindeki bölgelerden çok, arada uzun barışların da yaşandığı endülüs bölgesinden olmuştur. peki batıda gittikçe artan din dışı bilimlere ilginin siyasi arka planı neydi?

    tarihin garip bir tecellisidir ki söz konusu ilgiyi doğuran ana sebep, batıda ruhban sınıfının var olması, fakat protestanlık ortaya çıkana kadar, ruhban sınıfının hükümdarların kontrolü altına girmeyi kabul etmemesiydi. bilimin doğu avrupa'da yaygınlaşmasının gecikmesinin ana sebebi ise ortodoks hıristiyanlığın ruhbanlarının daha en başından beri hükümdarların hakimiyetini kabul etmiş olmasıdır. aynen islam aleminin "ruhbanlarının" haçlı seferleri ve moğol istilası sırasında ve sonrasında yaptığı gibi.

    endülüs'teki ruhbanların bazıları daha çok erken tarihlerde islam bilginlerinin çalışmalarına ilgi gösterdiler. zira muzaffer olan bu medeniyetin gücünün kaynağını öğrenmek istiyorlardı. aralarından sonradan papa olanlar bile çıktı. dominiken tarikatına bağlı rahipler daha çok felsefeyle, fransisken tarikatına bağlı rahipler daha çok doğa bilimleriyle ilgilendiler. felsefecilerin dertleri, aynen islam dünyasında geçmişte yaşandığı gibi, yunan felsefesi ile hıristiyanlığı bağdaştırmaktı. çizgi dışına çıkan rahiplerin türemesi de fazla zaman almadı tabi. onları laik bilim adamları takip edecekti...

    hükümdarlar, kiliseyle bitmek bilmeyen çatışmaları bağlamında (ki temelinde kilisenin sahip olduğu siyasi güce olan tepkilerinin dışında, kilisenin devasa mal varlığına el koyma arzuları da vardı), söz konusu çizgi dışı rahiplerin ve laik bilim adamlarının değerini yavaş yavaş anlamaya başladılar. evet, kilisenin baskısı sebebiyle hakkından gelmek zorunda kaldıkları çok alim oldu ama olanak bulduklarında korudukları çok sayıda alim de oldu. batı coğrafyası küçüklü büyüklü yüzlerce devlet ve devletçiğe bölünmüş olduğu için sıkışan rahipler ve bilim adamları sığınacakları kapı bulmakta islam alemindeki meslektaşları kadar zorlanmıyorlardı. hükümdarları alimlere destek vermeye iten sebeplerden biri de kendi aralarındaki büyük rekabetti. islam alemindeki büyük imparatorlukların yöneticileri rekabetten onlar kadar etkilenmiyorlardı. akdeniz üzerinden yapılan ve sonra okyanus rotalarının da güçlendirdiği doğu ticaretinin gelirleriyle palazlanan tacir sınıfı da bilim adamlarının destekçileri arasına girdi. zira ticaretleri için teknolojiye, teknoloji için bilim adamlarına ihtiyaçları vardı. batıdaki tacir sınıfı, doğudaki tacirler kadar devletin kontrolü altında değildi. zira feodal sistem bir ayrıcalıklar, tanınmış haklar sistemiydi ki o ayrıcalıklardan aristokratlardan sonra en çok şehirliler yararlanıyordu. batının küçük devletleri doğudaki imparatorluklar kadar güçlü olmadığı için hükümdarların feodal haklara el atmaları kolay olmuyordu. feodal haklara el attığı için tahtından ve hatta canından olan çok hükümdar oldu.

    batıdaki bilim adamlarının bir avantajı da ellerinin altında matbaa gibi bir nimetin bulunmasıydı. zaman içinde çalışmaları için lazım gelen mali kaynakları yazdıkları eserlerin gelirlerinden de karşılayabilir hale geldiler.

    özetle, batıda coğrafyasının şartlarında ötürü dağınık ve rekabetçi bir yapı olduğu için insanları kontrol altına almanın doğudaki kadar kolay olmadığını söyleyebiliriz. baştaki soruyu yanıtlamak için protestanlık meselesini de ele almak gerekir ki entrynin daha da uzamaması için mevzuyu ayrı bir entryde değerlendireceğim.
    3 ...
  32. 18.
  33. basit olarak kelamın baz alındığı dönemde uçuşa geçip, ruhbanlık ve şeyh dönemi dibe vurmasına bakılarak üzerinde rahatça yorum yapılabilir.

    tabii ki spirualist dönemde yapılan başarılı felsefi çalışmalar (kelam kozmolojik argüman gibi) inkar edilemez. ama detaylı bir araştırma yaparsanız bazı dönemlerde islam dünyasındaki fikir adamlarının evrim konusunda bile çığır açacak fikirleri olduğunu görürsünüz.
    0 ...
  34. 19.
  35. şimdiye kadar yazılanlardan da anlaşılabileceği üzere sebepleri çok boyutlu olan geri kalmadır.

    bu açıdan kimi sözlükdaşın vurguladığı "kelam" meselesi de önemlidir. kelam tartışmaları, en başta anlattığım ehl'i sünnet - mutezile, ibn'i sina - gazali çekişmelerinin ana düzlemi olduğu gibi, hıristiyanlar arasındaki tepişmelerin de ana düzlemleri arasındadır. keza başta refere ettiğim, imam el eşari'nin yazdığı "ilk dönem islam mezhepleri" kitabında değerlendirilen yüzlerce mezhebin ana tartışma konusu da siyasi arka planları göz ardı edilirse, kelam meseleleriydi.

    aslında hıristiyanlıkta kelam tartışmalarının geçmişi hıristiyanlığın ilk yüzyıllarına dayanır. fakat islam dünyasındaki tartışmalardan farklı olarak, bilim açısından olumlu gelişmelere uzun bir süre vesile olmamışlardır. sebep? zira o tartışmalar roma imparatorluğunun güçlü olduğu, ruhbanları kontrol ettiği dönemlerde yapıldı ve imparatorluğun kontrolü altındaki ruhbanlar tarafından, imparatorluğun arzuladığı sonuçlara bağlanıp, kitlelere dayatılmasıyla sonuçlandı. tekrar canlanmaları ve bilim açısından avantaj sağlayacak seviyeye ulaşmaları ancak islam alemiyle temasa geçtikleri 11. yy'dan sonra oldu ve giderek yükselen bir ivmeyle sürdü.

    bu noktada islam aleminde zamanında çok popüler olan kelam tartışmalarının gazali'den sonra neden bıçak gibi kesildiği meselesi konusunda yazdıklarıma tekrar bakılabilir. bugün "kuran mahluk mudur?" diye bir başlık açsam, kendisini ehl'i sünnet ve'l cemaat itikadına bağlı sanan ama google'dan kopya çekmeyi akıl edemeyen çok kişinin ehl'i sünnet itikadına göre yanlış yanıt vereceğine eminim. onlardan kat be kat fazlası ise "bu sorunun ne önemi var?" deyip, geçerler.

    "islam aleminin bilimde hiç bir zaman ileri olmadığındandır." tezi ise tarihi gerçeklere terstir. en başta söylediğim ama konuyu dağıtmamak için detaylandırmadığım gibi, din ve bilim arasında özde bir çelişki vardır ama söz konusu çelişki bilimin ilerlemesini durdurmak veya yavaşlatmak için tek başına yeterli değildir. siyasi faktörler, din-bilim çelişkisine göre çok daha büyük bir önem arz eder. söz konusu çelişkiyi bu başlık altında tartışmak istemem. birisi açarsa veya sırası geldiğinde ben açarsam tartışabiliriz.
    0 ...
  36. 20.
  37. Olum mağarada mısınız amk? Ne geri kalması, geri kalma birbirleriyle iletişimi kopuk kabile ve topluluklarda görülen bir şey. Şu iletişim ve Bilişim çağında hangi embesil geri kalabilir ki zaten kalanı sistem silip atıyor.

    islam alemi geri kalmaktan ziyade, bilime yön veremiyor. Berbat bir emekçi ancak muazzam bir tüketici konumunda. Katar, arabistan, azerbaycan ve Türkiye yani dev bir pazar.

    Günümüz şartlarında kök hücre araştırmalarındaki en ufak bir gelişme bile dünyanın her yanında aynı anda biliniyor ve sempozyumlar patlatılabiliyorsa;

    islam alemi geri kalmış değil sadece tembel ve kendisine saygısını yitirmiş.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük