irtikap çiçeği

entry3 galeri0
    1.
  1. I.

    Lena’ yla atışıp yürümeye başlayalı 2 gün oldu. Bir hırs ile çıkıp kendime, yola ya da başka bir şeye zarar vermek için bitiş noktasını arayacaktım. içimden başını uzatan kötücül ormanı taçlandıracaktım. Fazla kaptırmışım. Nasıl oldu bilemiyorum ama 2 gündür uyuduğumu anımsamıyorum. Sadece durmadan yürüdüm ve şu anda nerede olduğuma dair en ufak bir fikrim yok. Kanalizasyonda yuvarlanan harikulade bir bok parçası gibi.

    II.

    Alacakaranlıkta görüşüm çok net değil ama birkaç cılız ışık gözüme çarpıyor. Belki yarım saatlik bir yürüyüşle günler sonra insan yapısı bir şeyler görebilirim. insanları değil ama onları hapseden kafesi özledim sanırım. Bilge olsaydım özlemezdim elbet. Ama değilim. Daha çok onların varlığı ve aptal fikirlerini görüp kendimi daha iyi hisseden bir psikopat olabilirim. Lord ile şu eski Lucifer hikayesi gibi…

    Sonunda bir benzin istasyonu gördüm. Adımlarımı sıklaştırıp oraya yürüdüm ve marketten içeri girdim. içeride duran adam gözleri çökmüş, önündeki bir dergiyi karıştırır haldeydi. Arkamı dönüp buzdolabından su ve birkaç tane soğuk sandviç aldım. Aldıklarımla birlikte kasaya gittim.

    -Ne kadar?

    -Siktir git!

    -Ne? Borcum ne kadar demek istemiştim.

    -Sana siktir git dedim göt suratlı!

    -Peki.

    Aldıklarımı ceplerime koyup dışarı çıktım. Çıldırmış bir orospu çocuğuna denk gelmiştim. Böylesini ilk kez görüyordum. Zehirli bir yağmur ormanı kurbağası yeşilinin içinde küçük elips hareler olduğunu düşünün. işte gözleri öyleydi. Bir ısırık aldım.

    III.

    Nihayet normal toplum. Kavga gürültü içerisinde ilk gece sakin bir parkta uyudum. Banklarda uyumaktan belim yine şişmişti. Sabahın biraz ilerisinde güneş işkencesine başlayınca kalktım. Kalan sandviçi ağzıma tıkıp etrafıma bir göz gezdirdim. Fazla kimse yoktu. 2 çocuk koşturmaca oynuyor, her yanları çamura bulanmış şekilde koşuyor, bağırışları kulak deliyordu. Saçları plastik gibi ve dümdüz bakışlı bir genç sabit bir noktaya kilitlenmiş bakıyordu. Yanına gidip oturdum.

    -Ne var ne yok?

    Hiçbir tepki vermedi. Mermerden oyulmuş gibi duruyordu. Tek bir yüz kası oynamadı ve yüzünden müthiş bir öfke okunuyordu.

    -Hey, beni duymuyor musun? Sadece konuşmaya çalışıyorum. Günlerdir kimseyle konuşmadım.

    Yine tepki yok. Manyak bir orospu mahsülü daha. Ne kadar çoktular aslında. insan hiç mi merak etmez karşısındakinin ne söyleyeceğini? Kalkıp yürümeye başladım. Sanırım gün ortası olmuştu. Sokaklar fazla dolu değildi ve kimsenin sesi çıkmıyordu. Bir süre yokuş aşağı yürüdükten sonra yol ayrımından sola döndüm. Bir arabanın tekerleğine tekme atıp bir sigara yaktım ve devam ettim. Solda bir tabelada domine&moses yazıyordu. Bulduğum bir pasaja girdim ve karanlık sarmal merdivenlerinden aşağı düştüm.

    IV.

    Ne olduğunu tam anımsayamıyorum. Başımın sol arka tarafında katlanılmaz bir acı vardı. Ayrıca elmacık kemiğim ve kolum da ezilmiş gibiydi. Loş ışıkta koyu kan kırmızı bir koltuktaydım. Hafifçe doğruldum. 4 kişi beni izliyordu. 3 erkek ve 1 genç kız. Erkeklerden 2 si afro-amerikandı ve hafif kıvırcık kısa saçları ile ağızlarında sürekli bir şey çeviriyorlar gibiydi. Diğer erkek 50 li yaşlarda ve saçları yandan açılmış en azından 115 kiloluk iğrenç gerdanlı bir sıçana benziyordu. Bunlarla tezat olacak şekilde kız 14 buçuk yaşında, saçlarının yarısı mor, ince bir çene ve yanaklarında çilleriyle küçük, sevimli bir Azrail gibiydi. Arkalarında karanlık bir ikona asılıydı. Altlarında kahverengi bir birikinti oluşmuştu ve hepsinin gözlerine yine aynı zehirli yağmur ormanı sinmişti.

    Birbirlerine sarılmış yağlı yılanlar gibi hareket ediyorlardı. Dans ediyor gibi de olmayan ilginç bir görünümleri vardı. Yağlı fıçıya benzeyen orta yaşlı elinde metal bir yıldız tutuyor ve arada göğsüne götürüp tekrar havaya kaldırıyordu. Siyahlar küçük ölümü aralarına almış baldırlarını sıkarak mırıldanıyor, kız ise iki elindeki zift gibi tozu bir elinden diğerine döküp duruyordu. Sanki tamamen şaşırtmak için yapılmış saçma grotesk bir görüntü gibiydi.

    -Ne yapıyorsunuz? Bu nasıl bir saçmalık?

    Cevap yok.

    -Beni duymuyor musunuz lan! Cevap versenize ne dönüyor burada, ne sikim iş bu!

    Hiçbir tepki yoktu. Beni duyduklarına dair en ufak bir işaret yoktu. Cesaretim kırılmaya ve sinirlenmeye başlamıştım. Özellikle mi yapıyorlardı bunu? Bu saçma hareketler de neydi? Aptal bir sürreel korku filminin içindeydik sanki. insanlardan nefret eden bir adamla konuşmamak, tüm sorularını cevapsız bırakmak ne aptal bir ceza şekliydi? Ayağa kalktım.

    -Yeter artık sizi namussuz orospu çocukları! Beni böyle şaşırtabileceğinizi sanıyorsunuz değil mi? Benden daha zeki sanıyorsunuz kendinizi. Böyle küçük bir kumpası yer miyim sanıyorsunuz? Boktan şovunuzu götünüze sokun. Ben gidiyorum!

    Gidiyorum dememe karşın onlara doğru bir adım atmıştım. Tüm çirkinlik ve saçmalıklarının yanında bir çekicilikleri, bir gizemleri vardı. Anlamıyordum. Tek sorunum da belki buydu. insan çözemediği şeyde hayranlık ve nefreti bir arada buluyor olabilir miydi? Hafifçe sallandım ve elimi bu ucube 4 lüye doğru uzattığımda fahişenin elinden dökülen zift gibi toz havaya yayılıp gözlerimden içeri girdi.

    V.

    Bacaklarımda kilometrelerce koşmuşum gibi müthiş bir ağrı var. Doğrulup bu haziran sabahını biraz kıracak şekilde dolaptan süt alıyorum. Bozuk süt ağzımda önce aşağı sonra da basınçla yukarı çıkıyor ve boğazımdan fışkırıyor. Bir küfür savurup duşa giriyorum. ılık su. Sakinim. Anlayamadığım şeyler yok.

    Kötü bir kentten geçtim sadece. Tanrının kusurunu bulduğum için bu sanırım. Tek söylediğim en büyük kötülük olan şeytanı yok etmemesinin, ona belli bir süre kötülük yapma zamanı vermesinin kendi içindeki kötülüğü dengelemek için yapılmış ucuz bir kurgu olduğuydu. Bu kadar büyüteceğini tahmin edemezdim. Cehenneme itti beni. Büyük meleklerin gözü üzerime değdi. Ninova çatırdıyordu. Dışlanmış düşsel bir gerilimdeydim. Sonra geçti. Bilmiyorum nasıl, ama geçti.

    Telefonum çalıyordu. Arayan Lena' ydı. Cevapladım. Kısa konuştuk ve akşam bana geleceğini söyledi. Tamam dedim. Kapattığımda hafifçe gülümsüyordum. Ne denli birbirimizi delirtsek de ayrılamıyorduk Lena' yla.

    Üzerime kirli bir t-shirt geçirip merdivenlerden çatıya çıktım. Derin bir nefes alıp etrafıma bakmaya başladım. Yerdeki bulanık su birikintilerinden bulutlar gümüş gibi yansıyordu. ‘’Mümkün olabilir mi?’’ dedim kendi kendime. Sonra da yine ‘’Ne mümkün olabilir mi?’’ diye cevaplayıp kendime güldüm. Sol tarafımda Tanrı intihar etmeye çalışırken devamlı yere kapaklanıyordu. Umursamıyordum.
    5 ...
  2. 2.
  3. Oluş;

    Sıradanlıktan sıkılma anlarını yaşardı herkes gibi. Malum amaçsızlık ve hapsolmuş boktan isyanıyla herkes kadar masum ve herkes kadar yavşaktı. Kazanamayacağı bir zaferden söz eder, cesareti olmayan bir savaşı düşler, asla kalkışamayacağı bir kara ütopyayı anlatırdı. Kendi saflığını hala koruduğu inancı ve uzun süreli aptallık uykusunun mahmurluğu ile çırpınırdı; kristal bir kadehin çamurda salınması misali.

    Müstehzi bakışların ona verdiği güvenin farklı olmanın kıvancı olduğunu tahayyül ederdi. Kalabalığa sürtünürken kibiri kabarır, ona değen et parçalarından iğrenmenin zeminlerini hazırlar, zifiride berrak bakışa, zemheride ılınmış temasa sahip olurdu. Zamanı çoktu daha. Henüz yer altındaydı.

    Sürünüş;

    ilk defa karar verdi o subay ile çarpışmaya. Kaçmayacaktı bu sefer. Ki yoktu onun bir kolu, eli. Alnı ise dik olacaktı. Yıkamazdı onu hiçbir şey. Kötücül temaşası ile ağılayacağı bir av bulmuş, kendini zamansız ölümün kollarından çıkaracak panzehirin mantarını çıkarmıştı.

    Düşlerinde akan koyu kızıllık gerçeğe bürünüyor, giderek büyüyor, mitosu logostan arındırarak varoluşunu tamamlıyordu. Ve çiçek giderek açıyor, giderek çirkinleşiyor, çirkinleştikçe dünyayı aldatmanın sevinci ile koşuyor, kozmosla ters düştükçe bilerek kanıyordu.

    içindeki amok koşucusunun aklına tecavüzünden habersiz olabildiğine yang’ e tapınmakla meşgul iken, dünya sallanıyor, sallandıkça o yapay karlar üzerine düşüyor ve o sahteliği bulmuş filozofun gururuyla haykırıyordu: ben, benim!

    Çöküş;

    Kanadım. Fazlası ile. Tecrit edilmiş bir koyda, zihni iğdiş edilmiş, en büyük korkusu ile yıkanmış, duldasız pusatsız eylenmiş ve tümüyle metazori fikirler telakki edilmiş bir kulak orospusu edildim.

    -Dışlanmış düşsel gerilim sağaltıyor mutluluğu. Üstelik hiç gereği yokken!

    Öyle bir çarptılar ki çirkinliklerine, öyle makus kabul ettiler ki cemiyetlerine kötücüllüğüm törpülendi. Yıkıldı. En habis ur ile yakıldı, hem de insanlık mizanseninin son perdesinde.

    -Kurgulanmış olanı yaşamak ne kadar şaheser addedilse de nihayetinde tiyatroya erer. Ve bu mel’un koşuşturmaca ne denli gerçek görünse de oyundur. Baki kalan ise başka, muhakkak…

    Kötücül çiçek, irtikap çiçeği açmıştı göğsünde. Gerçekten olmaya, gerçekte ölmeye götürecek çiçek. Ve öldürmüştü onu. Hakkaniyet sorununun ötesinde bakamamıştı o ihtişamlı çirkinliğine ve sahip çıkamamıştı dingin huzursuzluğuna. Onun derdi buydu işte. Sahneye çıkma aptallığını göstermişti. Üstelik o malum hece zihninde dönerdi o boş öğle üzerilerinde; ”don’t try”

    Epilogue;

    Terbiye oldum. Ehlileşip çirkin güvenliğe erdim. Artık benim de üzerine konuşabileceğim korkularım vardı. Ufak sapkınlıklarım ve elbette geceleri fısıldayabileceğim tek kanatlı gururum!

    Oysa o sarhoş geminin içerisinde aç bir sırtlan kadar kutsaldım. Şimdi ise en iyi ihtimalle başım delinmiş!

    Ve dudağı istihza ile yukarı kıvrıldı…
    3 ...
  4. 3.
  5. evet karşınızda derinlikli çok ama çok özel bir eser var. onun için bu eseri önce kendinizi serbest bırakarak rahatça okuyun. ağzınızda kalan o kekre tadı; yıllanmış bir şarap güzelliğine getirmek, kekremsi özü diğer felsefik ve sembolik aromalarla daha da özelleştirmek için bir de degüstatörümüz, kaliteli şarap experimiz, edebiyatseverimiz ischam'ın bu öyküye özel şu (#14998195)yorumunu okuyup; tüm duyularınız ve ruhunuzla bu eseri hissederek çok özel bir deneyim yaşayabilirsiniz.

    yazarımız bandini, (yazdığı girilerden sinemaseverler bilir) derin bir sinema bilgisine sahiptir, ve onun için öyküsünde de sembolik, feslsefik derinlikli, sinematografik bir yapıyla bizi, zihnimizi kadraj yapıp, her bölümü ruhumuzda sekans sekans yaşatıyor.

    tabi her sekans arasında kopukluk denilen şey aslında, tam da olması gereken; yönetmenin, sinematografik anlatımla bize öyküsünün, karakterinin filmini yaşatan yazarın, bir nevi çarpıcı kurgusu. çok beğendim ve anlamayanların yorumlamalarına istihza yüklü bir bakış fırlattım.

    yazar ve incelikli yorumcudan özel istek: ischam'ın yorumuna; david lynch filminin, felsefik derinlikli irdelemesi olarak bayıldım. hem bandini hem ischam; ikiniz de harikasınız! ve tabi ki benimle aynı görüşteki, eserin özellikli güzelliğini teslim eden (#15036189) liberalisticcommunist ve (#15040627) ruya avcisi sizler; hem yazın hem yorumlayın ki yaratıcılığın güzelliğini ve özelliğini perdeleyen sıradanlık sisi duyan, hisseden,anlayan ve anlatan zihin ve ruhlarla aralansın.

    benim en sevdiğim bölümleri de paylaşmadan geçemeyeceğim ve ben sonunu ruhumda bambaşka yazdım. çünkü ben de en az yaratıcı yazarımız bandini kadar yaratıcı bir okuyucuyum. yazarın öyküsündeki kahramanı çalıp, hayalimde başka bir sonla hatta kirlenerek ölmek yerine; ölerek yeniden doğan irtikap çiçeğinin meyvesi yapacak kadar da simurgum. bir de göğüste açan çiçek demişken; boris vian'ın günlerin köpüğündeki chloe'nin göğsünde açan nilüfer çiçeğine de sevgilerimi gönderirim; yaşasın yaratıcılığın doruklarında zirveler arası trans yapan sanat!*

    --spoiler--
    insanları değil ama onları hapseden kafesi özledim sanırım. Bilge olsaydım özlemezdim elbet. Ama değilim. Daha çok onların varlığı ve aptal fikirlerini görüp kendimi daha iyi hisseden bir psikopat olabilirim. Lord ile şu eski Lucifer hikayesi gibi...

    --spoiler--

    --spoiler--
    Böylesini ilk kez görüyordum. Zehirli bir yağmur ormanı kurbağası yeşilinin içinde küçük elips hareler olduğunu düşünün. işte gözleri öyleydi. Bir ısırık aldım.
    --spoiler--

    --spoiler--
    Sıradanlıktan sıkılma anlarını yaşardı herkes gibi. Malum amaçsızlık ve hapsolmuş boktan isyanıyla herkes kadar masum ve herkes kadar yavşaktı. Kazanamayacağı bir zaferden söz eder, cesareti olmayan bir savaşı düşler, asla kalkışamayacağı bir kara ütopyayı anlatırdı. Kendi saflığını hala koruduğu inancı ve uzun süreli aptallık uykusunun mahmurluğu ile çırpınırdı; kristal bir kadehin çamurda salınması misali.

    Müstehzi bakışların ona verdiği güvenin farklı olmanın kıvancı olduğunu tahayyül ederdi. Kalabalığa sürtünürken kibiri kabarır, ona değen et parçalarından iğrenmenin zeminlerini hazırlar, zifiride berrak bakışa, zemheride ılınmış temasa sahip olurdu. Zamanı çoktu daha. Henüz yer altındaydı.

    --spoiler--

    --spoiler--
    Yıkamazdı onu hiçbir şey. Kötücül temaşası ile ağılayacağı bir av bulmuş, kendini zamansız ölümün kollarından çıkaracak panzehirin mantarını çıkarmıştı.

    Düşlerinde akan koyu kızıllık gerçeğe bürünüyor, giderek büyüyor, mitosu logostan arındırarak varoluşunu tamamlıyordu. Ve çiçek giderek açıyor, giderek çirkinleşiyor, çirkinleştikçe dünyayı aldatmanın sevinci ile koşuyor, kozmosla ters düştükçe bilerek kanıyordu.

    içindeki amok koşucusunun aklına tecavüzünden habersiz olabildiğine yang' e tapınmakla meşgul iken, dünya sallanıyor, sallandıkça o yapay karlar üzerine düşüyor ve o sahteliği bulmuş filozofun gururuyla haykırıyordu: ben, benim!

    --spoiler--

    --spoiler--
    Kötücül çiçek, irtikap çiçeği açmıştı göğsünde. Gerçekten olmaya, gerçekte ölmeye götürecek çiçek...*
    --spoiler--
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük