Adamın reddettiği hayat için her şeylerinden vazgeçecek bilgisayar başı tiplerin balon olarak nitelendireceği film. Gidin kaptan amerika falan izleyin ak.
Cuma gecemizi bu muhteşem filmi izleyerek noktalamak çok iyi geldi . En çok merak ettiğim Alaska'nın etrafında şekillenen,Eddie Wedder abimizin o ozledigim sesini arkada duyuran ve üzerine özgürlük ve yol temalı çıkışlar ile bizi tamamen kendine bağlayan bir başyapıt. Gerçek bir hayat hikayesi olması ve christopher mccandless 'ın hiç kimsenin biryerlerinin yemeyecegi derecede herseyi silip doğa'ya kendisini bırakması, hayatlarımızı nasıl yasiyor oldugumuzu ve nasıl devam etmek isteyecegimizi sorgulatmiyor degil.
O son otu yemeyecektin Alex.
"zehirli ot yiyip öldü lan adam dalga geçer gibi final amk sakjdjkdjksdjk" şeklinde bir yorum yapılmış film. farkında olmayabilirsin sen tabi ama bu film christopher mccandless'ın gerçek hikayesine dayanıyor. adam gerçekten de zehirli ot yiyip ölüyor. ne yapsalardı beğenirdin paşam, adam dünyanın geri kalanı tarafından bilinmeyen bir medeniyet keşfetse falan mı?
Into the Wild, bir metropolden vahşi hayata, kirlilikten saflığa ve temizliğe dönüş hikayesidir. Önemli bir üniversiteden dereceyle mezun olan Christopher aynı zaman başarılı bir atlettir de. Mezuniyet sonrası verilen bir davette ailesine istediği hayatın bu olmadığını, bir şeylerin eksik ve yanlış olduğunu söyler. Genç adam tüm mal varlığını hayır kurumuna bağışlayıp sahip olduğu her şeyi evinde bırakarak bambaşka bir hayata doğru uzun bir yolculuğa çıkar. Alaska’nın ıssız ormanlarında sona eren bu yolculuk esnasında ve sonrasında Christopher, hayatını kökünden değiştirecek bazı kişilerle tanışarak, hayatın anlamını ve ölümün kaçınılmazlığını en sert haliyle deneyimleyecektir.
Filmin açıklaması bu bence herkesin
izlemesi gereken film gerçek bir hayat hikayesidir kurgu değildir. Hayatın anlamını arayan bir genç bize devamlı diretilen sıradan hayattan sıyrılmak istiyor Doğaya atılıyor en üzücü olanda sonu ancak ölmek üzere iken çok güzel bir mesaj bırakıyor.
mutluluk paylaşılmadığı zaman gerçek değildir temasını etkileyici bir anlatımla işleyen film. gerçek bir hikayeden uyarlanmış olması, etkileyiciliğini daha da fazla artırıyor tabi. film boyunca oğuz atay'ın günlüğüne başlarken yazdığı, "canım insanlar bana bunu da yaptınız" cümlesi dolandı durdu aklımda. gerçi oğuz atay'ın yabanı soyut bir yabandı, ama alexander süperberduş'un dünyaya küskünlüğüyle selim ışık'ın isyanının kesişen noktaları yok değil. elbette louis althusser'in de dialar arasında saydığı aile kurumuna yöneltilen eleştiriler de dikkate şayan. aile tarafından verilen ideolojinin koskoca bir yalan olduğunu anlamak bazıları için ağır olabiliyor. bence kaçışın tüm nedeni mutsuz aile değil, ama önemli bir parçası sayılabilir. özetle bittikten sonraki sabah işyerine yürürken bile müziği ve ruhuyla içimi dolduran bir film.
Parayı ve teknolojiyi arkasında bırakıp doğaya ve huzura kaçan bir genç adamın selam penn’ in yönettiği hikayesi olan kaliteli film. Soundtrackı olan eddie vedder’ in seslendirdiği society ile de tanınmıştır.