böyle bir şahesere "film" diyebilmek hareket niteliğinde olacaktır. sean penn abimizin elinden, eddie vedder'in müzikleriyle, emile hirsch'in christopher mccandless'ı birebir yansıtmasıyla ortaya çıkmış insanüstü bir şaheser. bu şaheseri bu henüz izlemiş olan şahsıma edilecek tüm hakaretler karşılıksız kalacaktır.*
--spoiler--
chris'in 24 bin dolar'ı sadece kağıt parçası niyetine yakması herşeyin özeti. chris'in yaşadığı sadece iki yıl çoğu insanın yaşadığı ömürlerine eşdeğerdedir. ne bir telefon ne bir eletronik alet ne de bir haritasız seyahat yapacak kadar hayatı yaşamayı seven bir maceracı. ki burda biraz da acemiliğine vermek istiyorum. ah be chris insan hiç olmazsa yanına bir harita alır. o nehirin etrafını dolaşıp daha elverişli olan bir yerleşim alanını bulup tüm bu hengamenin kitabını yazabilseydin. hele o filmin sonunda "happiness only real when shared" sahnesinden sonra çıkan christopher mccandless'ın gerçek resmi olaya tuz biber niyetine olup ağzıma yüzüme sıçmayı başardı. o "sizin yaşadığınız da hayat mı?" gülüşü, o umursamazlık, böyle bir sonu haketmemişti. söylesene dostum, böyle mi olacatı sonumuz? --spoiler--
son noktayı eddie abimizden bir alıntıyla koyalım. sen çok yaşa eddie.
Son zamanlarda izlediğim en iyi film diyebilirim. Hatta izlediğim bütün filmler arasında en iyi yerde olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. ilk defa 4 gün önce izledim 1 gün sonra bir daha izledim sıkılmadan tekrar tekrar izleyebilirim. Üzerimde bıraktığı etkiyi ise bir türlü açıklayamıyorum, uygun kelimeleri, cümleleri bulamıyorum. Neden bu kadar çok sevdim ki ben bu filmi? Tamam ben de zaman zaman bi sırt çantasını sırtlayıp çok uzaklara gitmek istemişimdir ama gelip geçici olmuştur bu duygu bende. Ayrıca Eddie Wedder harikalar yaratmış. Emile Hirsch konusuna hiç girmek istemiyorum zaten çok başka sevdim ben bu çocuğu *
Kısacası izleyin, izleyin, izleyin.
Bazılarının bir filmi beğenmek için ille o filmin konusunu reel hayatta yaşamış olması gerektiği yönünde tuhaf beyanatlar verdiği film.*
Bu çerçevede Jaws'ı izlemek için köpekbalıklarıyla dolu bir denizde yüzmek, Alien'ı izlemek için, uzay mekiğiyle uzaya çıkmak, Halloween'ı izlemek için seri katillerle koşuşmak, Brooklyn'e Son Çıkış'ı izlemek (ve tabi beğenmek) için limanlarda grevlere katılmak gerekiyor galiba.
Özgürlüğün filmidir. Her şeye sahip olana kadar özgür olamazsın, olduğunda da onlar sana sahip olur. Bu içinden çıkması cesaret isteyen bir döngüdür. Bu döngünün duvarlarını 15 inçlik ekranlar, son model plazmalar, banknotlar ve statü ihtiyacı oluşturur. Ve bu duvarı aşmaya cesareti olan tek kişi vardı- filmin protagonisti. Bizler filmin sonunda ölen kişiyi kıskandığımız için ağlarız çünkü bizler tasmaları paradan oluşan ve teknolojisiz yaşayamayan koyunlarız.
eddie vedder'ın müthiş şarkılarıyla emile hirsch'in ise muhteşem oyunculuğuyla damgasını vurduğu modern hayattan bir kaçış filmi.
görüyorum ki filmi ilk izlediğimde bundan 2 ya da 3 sene önce film bittiğinde o her şeyi bırakıp kaçma isteğininin ya da chris'in paraları yakarkenki duyduğum hazzın yerini anlam verememe veya ben olsam yapmazdım hissiyatı almış.
into the wild filmi yorumlamalarınızın değişimiyle kendi değişiminizi anlayabileceğiniz bir filmdir.
chris'in yaptıkları size manasız veya yolculuğu sırasında karşılaştığı olaylar fazla iyimser gelirse sanırım büyüdünüz ve düşünürken belli bir alana sıkışıp kaldınız. ve o anda bilin ki siz chris'in bağırdığı "society" olmuşsunuz.
benim için izlenicek ve saygı duyulucak bir hikaye uygulanacak değil.
Filme sistem eleştirisi gozuyle bakmak gercek karaktere saygisizlik olacaktir. Dunyanin ne kadar pislik oldugunu mesaj kaygisini falan birakin. Sadece hikayeye odaklanin. Hic bir acikli film acitmadi beni bu kadar. Hic bu kadar icten hem kizip hem takdir etmedim bir film karakterini. Ve sonu tokat gibi carpti. Yasadim lan ben bu filmi. Izlemeyenlerin kafasini bulandirmamak adina daha fazla yazmayacagim. Ama bu filmi izlemeden once akliniz bos bulunsun.
--spoiler--
yönetmen filmde supertramp'ı kahraman ve her şeyden arınmış bir keşiş gibi göstermeye çalışsa da güzel. biraz farklı bir yol filmi. fakat hippi abla dışında yan karakterlerin hayatına pek girmiyor, normalde yol filmlerinde yan karakterlerin hepsi ayrı bir hikaye olur, bunda pek yok. sonuçta supertramp sevginin nasıl anlamlı olacağını fark ediyor fakat iş işten geçmiş oluyor. acı. filmi izlerken haberim olmadığı için de sonundaki o fotoğraf beni etkiledi o an.
güzel film, hoş film. fakat belli bir yaş grubu izleyicileri gereğinden fazla etkileme potansiyeli var. hayatın anlamını bir filmde aramak yanlış, ondan bir şeyler kapın yeter arkadaşlar.
--spoiler--
Bugun ikinci kez izledim bitireli bi 5 dakka oldu ikinci kez izlememe ragmen 2 bucuk saat boyunca hic sıkılmadan izledim. Ayrica emile hirsch"in o asmis performansina ragmen osacara aday bile yapmayan tum akadami uyelerinin amina koyayim.
Filmim sonunda içten bir of diyesi geliyor insanın, çoçukluğu gözümün önüne geliyo insanın. Rize de yazın büyümüş biri olarak yazıyorum, duvarlar yıkıp dicemde ne gerek var şimdi duvarları yıkmaya toz toprak olcak heryer(sanki olmasa yıkcamda :). kapıları açtım bide bilet aldım sam mı acaba? Başlarım kurtlar vadinize, bu yaz geliyorum yabana doğru. http://www.youtube.com/watch?v=pRUGvArWXLk
bende ciddi anlamda etkiler bırakan bir film. insanı kaçışlara itiyor... çünkü doğamızda o hayat var aslında, hiç farkında değilsek de hayalimiz doğayla iç içe olmak... doğaya karşı savaşmaktan yorgun düşmüş bir neslin, doğaya ait olma isteğini öyle güzel anlatıyor ki...