intihar sınıfı

entry1 galeri0
    1.
  1. intihar sınıfı, 12.02.2008, 23.34

    "kendi hür irademizle gelmedik bu dünyaya. bize doğup doğmak istemediğimiz sorulmadı, yaşayacaklarımızdan haberdar edilmedik. tanrı, bu hakkı bize tanımadı... ne zaman, nerede, ne şekilde öleceğimize kendimiz karar verirsek, daha doğarken elimizden alınan bu özgürlüğümüzün öcünü almış olmaz mıyız sizce de? hayat tablomuza ilk fırça darbesini tanrı indirdi belki, fakat geri kalanını istediğimiz şekilde boyamak bizim elimizde."

    uzun boylu adam, ciddiyet akan yüzünde adeta tek bir kas oynamadan kürsüden inip, sandalyelerine sinip pürdikkat kendisini dinlemekte olan öğrencilerinin arasında dolaşmaya başladı. ellerindeki kâğıtlara hızlı hızlı bir şeyler karalayan ya da eli şakağında kendisine bakanların, düşündüklerini, daha doğrusu düşündürmek istediklerini anlamaları için onlara biraz süre verdi. buradaki hiç kimse kendisi kadar zeki değildi, olamazdı.

    "aranızda bencil olduğunu düşünen var mı?" diye sordu aniden. ağır adımlarla tekrar kürsüye çıktı, sınıfı şöyle bir süzdü. birkaç el havaya kalkınca konuşmasını sürdürdü.

    "bundan sonra olmamanızı istiyorum. en azından tanrıdan intikam almak hususunda. yalnızca kendi öcünüzü almanız bencillikten başka bir şey olmaz. daha gözü açılmamış, yaşamını bir ot gibi sürdüren zavallılara yardım etmek kadar asil bir davranış olamaz."

    "ne yani, başkalarını da mı öldüreceğiz?"

    "zaten ölmeyecek misiniz, neden ürktüğünüzü anlayamıyorum, bayan roser. birkaç insana yardım etmenizin neyi kötü ki?"

    "ama, ama birini öldürmek... yani bunun cezası yok mu öbür tarafta?"

    "kendinizi öldürerek en büyük günahı işleyeceğinizin farkında mısınız bilmiyorum." dedi adam kömür karası gözlerini kadının yüzünden ayırmayarak. bir kez öksürdü ve sitemkâr bir şekilde sınıfa seslendi: "eğer aramızda ölümden ve tanrıdan korkan varsa, burayı terk etmekte serbest. kimseyi zorla tutmuyoruz biz. kendi düşüncelerini ve korkak ruhunu da alarak siktirip gidebilir."

    odada uzun bir sessizlik yaşandı, genç kadın mahcubiyetle başını önüne eğmiş, not defterinin yapraklarıyla oynuyordu.

    ***

    martha (otuz bir), 13.02.2008, 00.26

    ağır adımlarla evine doğru yürürken,
    düşüncelere daldı martha. kendisi de birkaç ay öncesine kadar, evan'ın bahsettiği zavallılardan biriydi. önceleri de pek dindar biri olmasa bile, tanrıyı sever, onun sonsuz merhamet sahibi olduğuna inanırdı. gözünü açan, tanrı ve din ile ilgili tüm düşüncelerini değiştirip kendisini aydınlatan bilgeyi bulmasını sağladığı için tanrıya şükretti ve saliseler sonra kendi kendine sordu: "kime, niçin teşekkür ediyorum ki?"

    ***

    adam (kırk sekiz), 13.02.2008, 00.48

    "hiçbir zaman özgür olamazsınız; ancak kendi ölümünüzü tanrının keyfine bırakmayıp siz gerçekleştirirseniz, özgür bir biçimde ölebilirsiniz."

    kâğıtta yazılı olan cümleyi birkaç kez daha okudu. tüm yönleriyle mantıklı görünüyordu. bunu karısına da göstermeli miydi? onun düşünceleri ne olurdu acaba? hayır, bunu yapmamalıydı. karısı fanatik bir katolikti ve eşinin anlatacaklarından hiç de hoşnut kalmazdı. muhtemelen içine bir şeytanın girdiğini ve tüm bunları söyletenin o olduğunu düşünürdü.

    "yemek hazır hayatım, istersen gel artık."

    adam, karısına işle ilgili olduğunu söylediği kâğıdı aceleyle cebine tıkıştırıp mutfağa doğru ilerledi. her zamanki yerine oturup bir kez gerindi ve hızla çorbasını içmeye koyuldu.

    "bu aralar çok yoğunsun galiba. sürekli geç gelmeye başladın."

    "toplantılar uzuyor işte, başka bir şey yok. hepsinin canı cehenneme."

    "ne toplantısı tanrı aşkına, bu sabah sekreterinle konuştum, son bir haftadır işe gelmediğinden, ara sıra aramak dışında holdingle hiçbir şekilde ilgilenmediğinden söz etti. yitirdiğiniz bir ihale bayağı canını sıkmışa benziy..."

    "sen beni takip mi ediyorsun?" diye hiddetle ayağa fırladı adam. elindeki kaşığı bir tarafa fırlatırken karısına bir tokat attı. yirmi bir yıllık evliliklerinde ona ilk kez vuruyordu. şakaklarındaki damarların atmasına mani olamadan konuşmayı sürdürdü: "elli yaşıma geldim ve hala bir çocukmuşum gibi ne yaptığımı mı araştırıyorsun? bak kadın, seni uyarıyorum, eğer bir daha..."

    "boğazımı sıkmayı kes!" diyen kadın, kocasını zorlukla itip ayağa kalktı. "takip ediyorsam seni merak ettiğimden. eğer beni bir fahişeyle aldatıyorsan umrumda bile değil, şu dakika çeker giderim buevden. ve sana ilk ve son defa söylüyorum, eğer bir daha bana vuracak olursan..."

    "n'olurmuş? söylesene, n'aparsın?"

    kadın bir şey söylemedi, ellerini bulutlanan gözlerine götürüp bir süre öylece bekledi, söyleyecek bir şey bulmakta güçlük çekiyordu. fakat eşinin "orospunun tekisin, tıpkı annen gibi." sözü bardağı taşıran son damla oldu. ani bir hareketle masadan kaptığı sürahiyi kocasının başına geçirdi kadın. elleri titriyordu.

    ***

    ahu (yirmi iki), 13.02.2008, 01.09

    "nerede kaldın kızım, öldük meraktan."

    "arkadaşlar bırakmadı anne ya, onu anlat bundan konuş derken saat oldu gecenin bi yarısı işte."

    "neyse, yarın sabah babandan iyi bir papara yiyeceksin, benden demesi. ben yatıyorum, allah rahatlık versin."

    "sana da anne."

    canı sıkılıyordu, içinde kötü bir his vardı, sebebini bilmiyordu. ne televizyon seyretmek ne de net'te arkadaşlarıyla chat yapmak istiyordu. bilgenin sözleri kafasında yankılanıyor, onu bir türlü rahat bırakmıyordu.

    başkalarını öldürerek onların da intikamlarını alabilir, huzura ermelerini sağlayabilirdi. bu harika olurdu işte. hayatı boyunca hep başarısız bir insan olmuştu. on sekizine kadar tembel bir öğrenci, bu yaştan sonra da hiçbir işte dikiş tutturamayan, ailesine göre hayatı bilgisayar ve tuhaf arkadaşlarından ibaret olan bir kız olmuştu. hiçbir şekilde takdir edilmemiş, kimseden aferin alamamıştı. belki bilgenin söylediklerini yaparak hayatında ilk defa doğru bir şeyin altına imza atardı, kötü mü olurdu? her ne kadar öldüreceği kişi, kendisinin yaptığı bu iyiliği ve fedakarlığı fark edemese de, tanrı görürdü elbet. "tanrı, her şeyi gören tanrı..." diye geçirdi içinden, bu ironiye gülümsemekle yetindi.

    ***

    adam (kırk sekiz), 13.02.2008, 01.05

    "bırak beni, lütfen. özür, özür dilerim..."

    "sen ölmelisin, öleceksin. seni ben, kendi ellerimle öldüreceğim ve ikimizin yerine, hatta belki tüm insanlığın yerine tanrıdan intikam almış olacağım."

    "ne olur bırak, ne dediğinin farkında değilsin."

    daha fazla zorlaştırma bu işi. cennette görüşmek dileğiyle..."

    adam, mutfağın önüne yatırıp üzerine oturduğu kadının boğazını daha güçlü bir şekilde sıkmaya başladı. karısının bir artıp bir azalan sesi, yavaş yavaş zayıf bir hırıltı halini alınca, eğilip dudağına bir öpücük kondurdu.

    "böyle çok daha güzel olduğunu biliyor muydun?" dedi fısıltıyla.

    fakat ruhu bedenini çoktan terk etmiş olan kadın bunu bilmiyordu. tıpkı yirmi bir yıllık eşinin vahşi ve sapık bir nekrofili olduğunu bilmediği gibi...

    ***

    ahu (yirmi iki), 13.02.2008, 09.13

    "günaydın," dedi rahmi bey mutfağa girdiğinde. sandalyelerine kurulmuş, şen şakrak kahvaltılarını yapan karısı ve kızına gülümseyerek, "oo bizsiz de başlıyorsunuz artık..." dedi alaycı bir sitemkârlıkla.

    "bismillah daha iki lokma atmadık ağzımıza."

    "takılıyorum hatun, hani gençler ne diyor, espriso mu ne ondan işte..."

    "espri baba." diye düzeltti ahu sevimli bir kahkaha atarken.

    "ekmek de taze, hanginiz gitti söyleyin bakalım."

    "ben gittim, hem de saat daha sekiz mi neydi."

    babası kızına kocaman gülümseyip ekmekten bir parça kopardı ve ağzına attı. aheste aheste lokmasını çiğnerken bir yandan da camdan dışarıyı seyrediyordu.

    "e ahu, madem sabah ekmeği almaya sen gittin, hadi ilacımı da getir içerden. aç şu pergelleri." dedi birkaç dakika sonra.

    "ohoo, her yere ahu'yu koşturun zaten."

    "söylenme babaya."

    kız, salon kapısının koluna asılmış ilaç torbasını ve bir şişe suyu kapıp mutfağa koştu.

    "bi şeyler daha yeseydin bey, sonra içerdin."

    "yok yok, midem ekşiyor fazla yiyince. ver kızım."

    rahmi bey hapını ağzına atıp şişeyi yarılayana kadar içti.

    "su kalmadı evde de, birazdan ara da getiriversinler eve." dedi kapağını kapattığı şişeyi masaya koyarken.

    ***

    martha (otuz bir), 13.02.2008, 02.33

    o kimseyi öldüremezdi, bunu yapamazdı. bilge söylemiş olsa bile, hiçbir canlının ölümüne sebep olamazdı. peki ya kendisininkine? onun canının diğerlerininkinden ne farkı vardı?

    her şey bir anda oldu. masa lambasının ışığında okuduğu "bilgeden notlar" başlıklı yazının yer aldığı kâğıdı buruşturup odanın bir köşesine fırlattı. sonra bütün defteri yırtabildiği kadar yırttı ve hızla hole koştu. kucağındaki kâğıt yığınını sobaya atarken, "karamsarlığa son!" diye bağırdı.

    ***

    ahu (yirmi iki), 13.02.2008, 09.43

    "rahmi, rahmi ne oldu? bey, aç gözlerini. ahuu, buraya gel!.."

    hayriye hanım kocasının başını ellerinin arasına alıp bir süre yüzüne baktı. bu sırada yanına gelen ahu'yu fark etmemişti bile.

    "bey, beey, kendine gel..."

    bir anda dengesini kaybedip yere düştü. yeniden ayağa kalkmaya çalışıyordu fakat yapamıyordu. vücudu kurşun gibi ağırdı şimdi. kızına, doktor çağırmasını söylemeye çabalıyordu boğuk hıçkırıkları arasından.

    "o öldü anne, üzülmenin manası yok bu saatten sonra. şaşıracaksın belki ama, hiç üzülmedim biliyor musun? sen de ağlama daha fazla, son anlarının keyfini çıkar."

    ***

    adam (kırk sekiz), 13.02.2008, 02.01

    adam, pencerenin pervazına oturmuş, ayaklarının altında uzanan caddeyi seyrediyordu. kendini hafifçe boşluğa bıraksa, saniyeler sonra ölü bir beden olarak zeminde yatardı herhalde. canı yanar mıydı acaba? en fazla bir süre debelenir, sonra ölür giderdi. sakatlanır ya da felç kalırsa ne olurdu peki? her ne kadar atlayacağı yer altıncı kat olsa da bu ihtimali de göz önünde bulundurması gerekiyordu. apartmanın en üst katına çıkıp atlaması ise olanaksızdı. eğer burdan inerse, bir daha ölmeye bu denli yaklaşmaya cesaret edebileceğini sanmıyordu.

    "hayır, ölmeyeceğim, ölmemeliyim ben. daha pek çok şey yapabilirim bu hayatta. belki başka bir zaman, başka bir yerde... ama asla şimdi ve bu şekilde değil..."

    kendini can havliyle içeri attı ve oracıkta bayılıp kaldı.

    ***

    ahu (yirmi iki), 13.02.2008, 09.51

    "ne diyorsun ahu, ne son anları? babanı, babanı sen mi?..."

    "ağlama dedim sana, bana kötü bir şey yaptığım hissini vermekten başka bir işe yaramıyor bu yaptığın."

    ahu, tezgahın üzerindeki bulaşıklıktan bir ekmek bıçağı alıp annesinin üzerine eğildi. kadıncağız hala doğrulmaya çalışıyordu, ancak ayaklarındaki kelepçeler buna imkân vermiyordu.

    "elveda anne, seni özlememden korkuyorsan boşuna endişelenme. seni özleyecek kadar kalacak değilim ben de. gelirim en kısa zamanda."

    evde yankılanan bir çığlık,yavaş yavaş kızıla boyanan mutfak halısı, ölü iki beden... her şeyiyle ölüm mutfağı, bir dönmedolap gibi dönüyordu ahu'nun önünde.

    "şimdi, sıra bende." diyerek bıçağı kendi kalbine çevirdi. son yarım saatte dakikada iki kişinin ölümüne sebep olmuştu, son olarak kendisini öldürecek ve bu oyunu sonlandıracaktı.

    fakat yapamadı. bıçak, titreyen elinden yere, kan gölünün ortasına düştü. kendini öldürürse ne olacaktı? tanrıdan intikam almak uğruna canına kıyması mantıklı olur muydu? hem ölüm çok soğuk gözüküyordu. bunu önündeki iki cesetten anlamak oldukça basitti. bu dünyada yıllarca yaşayabilecekken, neden ölsündü ki?

    sokak kapısını açıp dışarı fırladı... gözyaşlarına engel olamadan bir süre koştu, yorulunca bir kaldırımın kenarına oturdu ve eli şakağında beklemeye başladı, neyi beklediğini bilmeden...

    ***

    evan (otuz dokuz), 13.02.20.14

    "sen harika bir şeysin. tanımlayamıyorum." dedi kadının göğüslerini okşarken.

    "sana da bu yakışır, mükemmelin karşılığı mükemmeldir." dedi kadın minik bir kahkaha kopararak.

    hayatının seksini yaptığını düşünmekte olan evan, ki her seferinde aynısını düşünürdü, inanılmaz mutluydu. aklı ne intihar sınıfında, ne de son toplantılarından bu yana kaç kişinin öldüğü veya öldürüldüğündeydi. şu anki tek amacı, o sırada bacaklarını okşadığı kusursuz bedenden olabildiğine yararlanmaktı.

    ***

    görüldüğü gibi başkalarını öldürmek kolay geldi millete, fakat sözkonusu kendileri olunca, korktular, yapamadılar. canları tatlıydı çünkü; anne babalarının, eşlerinin canından çok daha tatlı...

    evan'ın amacıysa hala çözülebilmiş değil. ülkeyi karıştırmak mı, medyayı meşgul edip bu arada daha sinsi planları uygulamaya geçirmek mi, ya da bunun gibi boktan şeyler... kimse tam olarak çözemedi neyi hedeflediğini. bilinen ve kesin olan tek şeyse, evan kaçtı ve dört buçuk yıla yakın süredir izine rastlayan olmadı. kimbilir, belki intihar etmiştir...
    5 ...
© 2025 uludağ sözlük