son saniyeler...
evet evet son saniyelerdeyim...
içimde ki çocuğu öldürdünüz en sonunda... gidiyorum ben...
güneş doğmayacak artık... karanlık bir yola gidiyorum. tek istediğim arkamdan kötü konuşulmasın, zaten kendimce kötü birisi de değildim hani.
bitiyor bütün anlamlar... gidiyorum ben, arkamda belki de sadece gözü yaşlı bir anne, baba ve kardeş bırakarak.
çok sevdiklerimde oldu, uğruna canımı verebileceğim. ama sevmiş numarası yapıp kalbini kırıdklarımda olmuştur. n'olur hakkınızı helal edin. hakkınızı helal edin bana...
hiç kimseye... kendimi hiçbir yere, hiçbir vatana ve hiçbir bayrağa ait hissetmiyorum artık. bir yere varmak değil, sadece gitmek duygusu çekiyor beni. ana avrat dümdüz çekip gitmek bu öldürgen hayattan...
buz üstüne yazılar yazdım. camların buğusuna, denizin kumsalına, alnımı yalayan rüzgara. buz eriyecek, cam silinecek, kumsal yıkanacak ve rüzgar duracak da olsa; buzun ömrü, buğunun direnci, kumsalın büyüsü ve rüzgarın hızı kadar yaşayabilmek içindi. bu yüzden her söze esirgeyen ve bağışlayan aşkın adıyla başladım. belki de bu yüzden hiçbir kadın bağışlamadı beni. hiçbir çocuk babalığımı, hiçbir baba çocukluğumu kabul etmedi.
kendi kendimin kadını, erkeği, çocuğu ve babası olmayı; kendi kendimi doğurup her sabah, ruhumu en yüksek uçurumlardan atmayı öğrendim. kendi ateşimle ısıtmayı kalbimi ve cinayetler gibi susmayı...
kimliksiz dolaşmanın bedelini her şekilde ödedim. hiçbir kimlik kontrolünden geçemedim. oysa benim bedenimden dokuz kalibrelik mermiler geçti. benim ruhumdan yangınlar geçti. aklımdan sorular, sesimden sesler, sözümden sözler geçti. yüzünü yüzümde unuttu hüzün.
rüyalarımda, elleri sopalı bir yığın adam, neresi olduğunu bilmediğim bir şehir meydanında, serçeleri döverdi hep ve acırdı ağzım her ölü kuşa bir isim koymaktan.
belki de bu yüzden ben bütün uykularımdan hep nihavent makamında uyanırdım.
selvi ağaçları gibi yaşlanmaktan bıktım. bir mezarlıktan bir başka mezarlığa taşıdım hayatı ve toprak, yaşamak istediği için linç edilenlerin sesini çürütüyordu.
bütün denizlerde boğuldum. bütün ateşlerde yandım. bütün akıl hastanelerinde yattım. dur durak bilmeyen bir kaşif gibi, uzun yollar boyunca yorgun ve terli, suskun ve bilge, aykırı ve sıradan, ölümcül ve doğurgan; aşkla tutkuyu, sadakatle ihaneti, hayatla ölümü, alçaklıkla erdemi, namusla namussuzluğu, yalanla doğruyu hep bir arada gördüm. işte bu yüzden, ne zaman sevişmek gelse aklıma, içime kan parçaları tükürdüm ve sonunda kendimi çaldım tanrıdan.
çakmak taşları gibi sözcükleri çarpa çarpa, belki yakacağım bu mektubu da...
hangi aynaya baksam, en usta aynacıların döktüğü bütün sırları deliyor suretim ve artık hiçbir şiire inanmıyorum. hiçbir yerden geliyorum ben ve hiçbir yere gidiyorum..."
kirlileri banyoya koydum. beyazları 90 derecede yıka. ön yıkama yapma, deterjanımız az kalmış. acıkırsan dolapta makarna var. terekte de makarna var, masada da, salon sehpasında da, oturma odasında, üçlü koltukta, yatakta, avluda, paslı teneke kutularda, küf kokan dolaplarda, çerçevelerde, tenhalarda, ağaç diplerinde, sonra vapurlarda, trenlerde... her yerde makarna var amına koyayım. sikerim böyle yaşamasını nevzat. kusura bakma gardaş, gidiyom ben. kendine iyi bak. bari git bi ketçap metçap bi şey al amk.. selametle...
Yitik bir kişiliğin yitecek kelimeleri. Elde dursa ne yakılsa ne uzaklaştırılsa ne? Acı dolu gecelerin, günlerin, sitem dolu satırlara yüklenmesine mi hayranız? Acı çekmeye mi hayranız? Acıyı saklamaya mı? Neye hayranız bilemiyorum ancak bildiğim şey kelimelere dahi dökülse özlem hissinin hiç olmadığı kadar kalıcı olduğudur.
Özlemin verdiği acı, görüp de, duyup da ulaşamamak. Dokunamamak. Kaybetmiş bir kişiliğin kaybolacak satırlarını mı korumak? Varsın uzaklaşsınlar benden. Sahibi tarafından değer verilmeyen, önemsenmeyen, yakılmaya mahkûm edilmiş kelimelerin işaret ettiği anılar en azından bir ve son kereliğine kendini göstersin. Duyursun, okutsun ki, bu dünyadan göçmeden önce, en azından o güzide göç etmişlere atfedilsin. Sevdiklerine kavuşamadan göç eden, sevdiklerinin genç ölümlerine tanıklık ettikten sonra göç eden, kitapları basılmadığı için istekli göç eden, içkiden göç eden, acının yansıması içmekten ötürü, hayatı anlamaya çalışıp da kaderin uç noktalara attığı ve hayat dersi verdiği kişilikler hatırına, benzer şekilde son eserini en azından değer veren ya da verdiğini zannettiğim, ya da vereceğini zannettiğim ulaşılamayana ulaştırmak, benzer bir ölümden önceki yapılacak son adım olsa gerek. Sonrası malum. Ya manasız çıkan kelimelerin sahibi ağızdan son sözleri mırıldanarak, beş parasız, hiçbir şeyini götüremeden göç etmek, ya kafaya silah dayayarak göç etmek, ya asarak göç etmek, ya içerek göç etmek, ya da zehirle göç etmek. Sonrası yine malum. Ulaşılamayana ulaşılamamaktan doğan göç hareketinin ikinci döneminin başlangıcı.
Yine bekleyiş. Bu sefer ki sonsuz bekleyiş de olabilir. Katmanlar aşağı katmanlarda. Düşünemeyecek, buradaki gibi hissedemeyecek derecede acı çekerek, katmanlar aşağı katmanlarda. Değişir mi? Zaten kavuşulamamış olmak, dokunamamış olmak, görememiş olmak, hissedememiş olmak, bir kerecik de olsa anısı olmamak, katmanlar aşağı katmanlarda acı çekmenin buradaki versiyonu değil midir? Bundan daha acılı bir aşağıya inilebilinir mi? Değişmez sonum. Değişmez değişmediği gibi şu anım. Değişmez gideceğim yer. Ancak ne ecelimle, ne vaktimle beni bekleyen zahiri ışığa gidişatım var.
içimin ışığı söndükten sonra karanlığımı aydınlatacak başka bir ışık söz konusu olamaz. içimin ışığına kavuşamamak, ışığımın artık umudu alıp götürmesi ve geriye bir et yığını bırakması, ruhu öldürmesi sonucu kavuşacağım tek şey katmanlar aşağı katmanların bedeni ızdırabı olacaktır.
Evet.
Kayıp bir ruh sona yaklaşıyor. Kaybolmuşluğun verdiği yönsüzlük, zamansızlık ve direktifsizlik bile sona vardı nihayetinde.
Elimde kalacak olan yine bir kalemim ve acım olacak. Ancak bir dahaki sefere bu dünyada mı iş görecek ya da artık iş görecek mi, ruhun etten ayrılıp gitmesine kadar bir muamma olarak kalacak.
Evet.
Kayıp bir ruhun kavuşulamayana olan özlemi ile çekip gitmek. Acısını dindirmeye çalışmak ve şu son satırların o eşsiz gözlerle tanışacağını bilmek. Ben göremeyeceğim çünkü umut terk ederken son sözünü söyledi de terk etti. Dedi ki benden bu kadar. Işığımı aldı gitti. Bu gözler ışıksız ne görür, bu kulaklar sessiz ne duyar, bu hafıza anısız ne yaşar ve bu ruh sensiz ne de dayanır. Ben göremeyeceğim ama bir kereliğine şu satırlar değer görsün, senin gözlerini görerek. Onlara iyi bak. Belki bir gün onlar da dile gelip bana uğrayacak ve bakışlarının ne kadar eşsiz ve paha biçilemez olduğunu tasvir edecekler bir yerlerde, kaybolmuş olacak ya da katmanlar aşağı katmanlarda acı çekiyor olacak ruhuma.
Onlara iyi bak. Beni görür müsün onlarda bilemeyeceğim. Ben kelimelerim aracılığıyla seni hep gördüm, yine göreceğim. Son kez, seni seviyorum. Hoşça kal Beatrice'im. Hoşça kal Annabel Lee'im. Hoşça kal Rebuffel'im..
bu işi neden yaptığını, bu psikolojiye neyin sebep olduğunu anlatan, mektup ya da not tur. amaç onun canını yakan her neyse, her kimse, onun da canını yakma isteğidir. yalnız şu bir gerçektir ki; ölen öldüğü ile kalır, geride kalan bir kaç gün üzülür sonra hayat devam eder. olan, ana babaya olur. kısacası değmez...
saçma ve samimiyetsizdir. madem intihar edecek kadar kafayı yedin , o mektubu nasıl yazıyorsun ? dimi ama . maksat etkilemek olsun duygu sömürüsü olsun .
eğer bir gün yazarsam "her şey çok güzeldi, çok eğlendim teşekkür ederim ve şimdi ait olmak istediğim yere mutlu bir şekilde gidiyorum. ben yokken eğlenmeye devam edin. hoşça kalın." şeklinde bitireceğim mektup olacaktır.