öğle yemeğinden sonra yakılan efkar sigarası. sabahlara meydan okuyan suratımı kesen haylaz bir öğlen güneşi, akreple yelkovanın rastlaşmasıyla ziller çalan karnımın gurultusu ve o düzlemde devam eden olaylar silsilesinden sonra nemlenen yanaklarım kızarmaya başlar. mevsim yaz, alnımdan sonbahar yağmurları süzülür sağanak sağanak. gecenin sırılsıklam yorgunluğuyla es geçtiğim masanın üzerinde yarısına kadar içilmiş sigara paketi. kapı önünde birikmiş çöplerin lodosun kollarında dans ederek uzaklaşmasına dalmak üzereyken radyodan yükselen şarkıya çarpılmak biraz tesadüf...
bu zaman diliminde insan kendi hikayesine öylesine dalar ki gömlek düğmeleri kendiliğinden kopar, pantolonun paçaları içeri doğru kıvrılır, ayakkabının bağları kendiliğinden çözülür. adeta insanın kılık kıyafetinden, paçasından duygusallık akar.
öğle sıcağıyla birleşen o duygusal hava, insanın kafasında ne özneler dolaştırır, ne masum kılar suratları, hani o sırada avrupa yakasındaki gülenay abi den bile acınası görünürsünüz. hatta mükremin abi nin kahveden dışladığı tirbüşon kadar ezik hissedersiniz kendinizi.
en önemlisi tek kişilik yaşar ve yaşanırsınız; baktın olmuyor, bir çay seslenip çay içersiniz.
çok nadir yaşanan durum hali.
sevip de sevildiğini bilen mutlu insanın; gün ortası rehaveti ile birlikte fütursuzca kendini teslim ettiği en keyifli kuşatma.
aldığı yeni ayakkabıyı girdiği herhangi bir mağazada unutuveren bir kızın hüznüne, pişmanlığına eşdeğer değildir elbet.
Küçük bir kalbin kalbinize değdiği an başlayabilir bu hava.
insan sorar kendine, bu bebek bir de senin kanından, sevdiğin adamın canından olduğu zaman nasıl dayanılır bu huzura, nasıl bir şey annelik..
Bazen deli sanabilirsiniz kendinizi.
Nasıl yüzünü bile görmediğim, teninin rengini dahi bilmediğim bir adama dalabiliyor düşlerim?
Ama dalıyor işte.
Gün ortası daha.
ama dalıyor.
Orada bir köy var uzakta, gitmesem de, görmesem de, o köy benim köyüm gibi birşey bu.
komik biraz.
biraz delilik.
ama güzel şey.