insansız uzay aracı

entry4 galeri0 video1
    ?.
  1. 1.
  2. okunmaması için hiç bir sebep yoktur....
    0 ...
  3. 2.
  4. 0 ...
  5. 3.
  6. --spoiler--

    BÖLÜM 1

    48 yıl… Küsürat bilgisi de mevcut tabi. Şu kadar ay, gün, saat, saniye, salise ve saire…

    “Uzun süredir yalnız başıma yol gidiyorum” diye düşündü. “Keşke konuşacak birileri olsaymış. Yol hakkında konuşabilirdik. Yolun uzunluğu hakkında onların neler düşündüğünü merak ederdim herhalde.”

    Sonra başkalarının yol hakkında ne düşündüğünü sormayı daha önce hiç akıl etmediğini düşündü. Daha önce, ne kadar zamandır yolda olduğunu görmek için göstergelere bakmamıştı. 48 yılın uzun bir süre olduğunu da hiç düşünmemişti. Şu anda aldığı bilgi: “Yola çıktıktan sonra geçen zaman, 48 yıl…”

    Tamam. Ama başka bir bilgi verilmiyor. Bazı yerlerde durdu mu? Eğer durmuşsa bu kaç dakika ya da kaç yıl? Aslında bu zaman birimlerinin de şu anda ona çok şey ifade ettiği söylenemez. “Bu beni heyecanlandırmadı” diye düşündü. “Belki başka göstergeler de vardır. Başka göstergelerin olmaması garip değil mi?”

    Hiçbir gösterge yok. “Peki zaman göstergesi de yoksa 48 yılı nasıl bilebiliyor?” Korktu. Korkuyordu.

    Kısa bir süre için, düşündükleri sorulardı. Şimdiyse soruların cevapları olmadığını anlıyor, korkuyordu. “Korkuyorum” demek istedi. “Korkuyorum” kelimesini söylemek istedi. “Korkuyorum” anlamına gelen bir ses çıkarmayı denedi şimdi. “Korktuğu” için rahatsızdı. Rahatlamak için bir hareket oluşturmayı denedi. Bu denemelerinin hepsi başarısız oldu. Artık daha çok korkuyordu.

    BÖLÜM 2

    Eğer geçen zamanı biliyorsa, bu bilginin bir yerden geleceğini biliyorsa, başkalarının var olması gerektiğini ama olmadıklarını biliyorsa; şu anda düşündüğünü biliyordu. Birkaç saniye öncesinde başlayan ve canını acıtan şu gerçeğin de farkındaydı: Görmüyordu. Ama görmek eyleminin farkındaydı. Bu, birçok yaşam biçiminin temel duyularından biriydi. Doğumdan sonra çaba harcamadan kendi kendine yapılan bir eylemdi. Bu eylem için gerekli organla doğuluyordu. Sonra bu organın kendini geliştirdiğini biliyordu.

    Şimdi dehşete kapılacak kadar önemli bir keşif daha yaptı. Hiçbir duyusu çalışmıyordu. “Bir karadelik tarafından yutulmuş olabilirim” diye düşündü. “Belki bir parçacık deneyi sırasında kazaya kurban gidenlerden biriyimdir. Artık bir vücudum, belki en basitinden bile bir yaşam formum yoktur. Deneyin ortaya çıkardığı karşı-uzay beni yutmuştur. Karşı-uzayın sonsuz geniş ya da sonsuz dar alanında ki bu dar alan –mikro alan demek daha doğru olacak- ben içinde sürüklenirken daralmaya devam ediyor olabilir. Bir süre sonra kendi kendini yutarak yok olabilir. Bu daralma zamanı, şu anda yaşadığım zaman, bir anda ortaya çıkmış ve bir an sonra artık var olmayacak bir zaman olabilir. Peki bu küçük zaman parçasında, düşünmek eylemini, bu elektrokimyasal eylemi nasıl yapabiliyorum? Ya kimyasal bir formum yoksa… Hiç olmadıysa…”

    Sessizlik…

    BÖLÜM 3

    Bu soruyu kafasında evirip çeviriyordu. Biyolojik bir varlığım yoksa neyim ben? Nasıl düşünebiliyorum? Nasıl korkabiliyorum?

    Sessizlik…

    Şimdi daha soğukkanlı düşünebiliyordu. Nedense korkuları uzun sürmüyor, korku diye tanımladığı şeye tam olarak benzemiyordu. Belleğinde geriye doğru gitmeye çalışıyordu. Bir süredir uyanıktı; bu, ona göre kısa bir süreydi ve elinde daha uzun, çok daha uzun bir süre öncesine dair bir bilgi vardı. Bu bilgi ne?

    “Doğduğum gün olabilir mi?” Eğer bir canlı formuysa, doğumdan sonra gelişecek, dönüşecek, belleğindeki ilk kayıtları göremeyecekti. Bu ancak, bir yazılım olması halinde mümkündü. Eğer bir yazılımsa, bulunduğu alandan kopmuş, koptuğu için öncesi ve sonrası olamayan ya da net üzerindeki bağlantılarını kaybettiği için kendini tanımlayamayan bir bilgi hücresi olabilirdi. “Neredeyim öyleyse?” Parçalanmış bir bilgisayar çipinin üzerinde yazılı olabilir miydi? Bu, maddesel olduğu anlamına geliyordu. “Bir ağın içinde olmadığım kesin. internet’te değilim. Herhangi bir iletişim ağında değilim. Bir alana yazılı bir bilgi değilim. Bir maddi alana yazılı bir bilgi değilim.”

    Sessizlik…

    BÖLÜM 4

    Sessizliğin parçalanması… Korkunç gürültüler geliyor koca çelik gövdesinden, parçalanan bir geminin. Sanki bir yere çarptı.

    “Hayır.”

    Kendi içinden infilak etti.

    “Hayır.”

    Patlamalarla başlamadı. Önce uğultular, ardından sarsıntılar oluştu. Sanki koca bir gövde, sarsılarak ve tıkırdayarak parçalara ayrıldı.

    “Beni kaplayan bir ses bu. Onu önce derinden duymaya başladım. Sonra sarsarak beni, içimden gelmeye başladı. Bu korkunç gürültü bana hakim oldu.”

    Şimdi sakinleşiyor. Yavaşça duruluyor galiba. Bitti.

    “Yoksa ben mi onun içindeyim?” diye düşündü. “Reenkarne bir ruh olabilir miyim? Cehennemden bile kovulmuş, aklı olmayan, korkunç bir yaratığın içinde yaşamaya mahkum edilmiş…” Bu fikir hoşuna gitti. “Hangi zamanda? Empire State’e tırmanmaya çalışan şu dev gorilin, neronları arasında bilinçli tek köprü, akla dair tek gelişme olabilir miyim acaba?”

    Tekrar, bu kez daha fazla sarsıntılar ve şu korkunç uğultu… “Galiba King Kong Empire State’den düştü.”

    Sessizlik…

    BÖLÜM 5

    Sakince elindeki bilgileri gözden geçiriyor şimdi. Biyolojik bir varlığı olmadığından emin. Belleği var ama çok kısıtlı. Bazı bölük pörçük bilgiler… Şu anda ona çok da anlamlı görünmeyen kayıtlar… Ama düşünebiliyor. Bu bazen tembelce bir süreçte, bazen acı veren darbelerle gelişiyor.

    Şu an bir zamanda ilerlediğini biliyor. Şimdi şu soruyu soruyor: “Bunun nasıl başladığını bilmiyorum. Peki nasıl bitecek?”

    Niçin en başta şunu düşündü? “Tanrı parçacığı” nereden aklına geldi? Karşı maddenin ortaya çıkışı ve onu yutuşu nasıl hikayeleşti beyninde? Demek ki bir beyni var.

    “Var mı?”

    Ama başka bir şeyi yok! Olamaz! Biyolojik bir varlığı olmadığından emin.

    “Peki eskiden?”

    Yani daha önce sahip olduğu bedenini kaybetmiş bir ruh olabilir mi? Tanrı olabilir mi? O tanrıya ulaşmaya çalışan yine tanrıdan bir parça olabilir mi?

    BÖLÜM 6

    “Düşünmek ne kelime? Hatta kelime oyunlarıyla düşünüyorsun” dedi kendine.

    Bütün bunları nereden biliyor? Neden gerisini getiremiyor? Sanki bilinci bir açılıp sonra bir daha kapanıyor gibi… Mercan çiçekleri gibi… “Bu çiçekler su altında mı yoksa su üstünde mi yaşardı?” Bu saçmalıkla neden uğraşıyorum şimdi? Var. “Sonra yok.” Sonra yine var. “Sonra… Sonra yok.” Yok. Sonra “Ölüm? Hayır! Ölüm yok.” Ben uyanabildiğime göre tekrar, ölüm yok.”

    “Sanki bir müzik sesi geliyor uzaktan. Bu nedir?”

    Ruhuma yavaş yavaş hakim olan bu şey… “Artık her sonuca hazırım. Başı olmayan, belki sonu hiç gelmeyecek, sıkıntıdan başka hiçbir kelimenin tanımlayamayacağı sonsuz bir hayatım da olsa şu anda duyduğum ses yol arkadaşı olur bana. Razıyım.”

    Razıyım, gidin bulunduğu kutuya. Hiç kimse, hiçbir zaman bakmayacak da olsa, sonsuza kadar, hemen burnunun dibindeki zehir şişesinin kırılmasını bekleyen kedi, böyle bir amacı olduğunu bilmediği için hareketsizlik ve açlıktan ölecek. “Ben sonsuza kadar yaşayacağım. Ne besine ne harekete ihtiyacım var.”

    Ses…

    “Ben kuantum önermesinin ta kendisiyim.”

    BÖLÜM 7

    Şimdi ancak bir imparator kadar vakur duruyordu. Hükmettiği ülkelerin insanlarını saraya varan merdivenlerin en tepesinden izleyen, sanki bu korkunç kalabalığa birazdan elinin tersiyle “Kışt! Kışt! Çabuk kaybolun! Beni yalnız bırakın!” diyecekmiş gibi tacını ve ülkesini çoktan kaybetmiş insan evladıydı.

    “insan.”

    insan?

    Bir süre biraz önce duyduklarının tadına vararak, tekrar tekrar anımsayarak durdu. Bekledi.

    “Bekliyorum.”

    Doğrusu bu! Bekliyor. Sarsıntılar tekrar başladı. Çelik gövdenin esnerken ve parçalanacak gibi eğilip bükülürken çıkardığı sesler çok daha rahatsız edici şimdi. Parçalanıyor. Bu doğru. Artık geri dönülmez bir sona yaklaşıldığı kesin. Neye? Bilmiyor.

    “Biliyor muyum?”

    Yavaş yavaş, derinden şu düşünce de su yüzüne çıkıyor tekrar: Geçmişte bir vücudu olabileceği ihtimali…

    “Komada olabilir miyim? Ya bilincim açılıp kapanıyorsa… Ciddi bir beyin travması sonrası beynim gittikçe kanla doluyorsa… Kanın işgal ettiği sonra belki biraz geri çekildiği bölgelerde bölük pörçük uyanmalar oluşuyorsa… Ya da beyin sapı beni hala hayatta tutarken onu yok etmek üzere aşağılara doğru ilerleyen kanın boşalttığı bölgelerde rüyalar üretiliyorsa… Olamaz mı? Rüya görüyor olabilir miyim?”

    Rüyasının tadını çıkarmaya karar verdi. Birden -ki artık bu dıştan gelen bir darbe değildi- kendi içinden bir patlamaydı, sanki biraz önce hissettiği devasa bir geminin eğilip bükülmesini andıran korkunç gıcırtılar, bir canavarın doğasını temizleme sesleriymiş gibi, o canavar, derin bir fırtınayla soluk alıp kendi kendine patladı. 48 yıl…

    BÖLÜM 8

    Bu patlamada açılan gözleri şunları görüyordu: Çok geniş, ferah bir oturma odası…

    Televizyona doğru yaklaşıyor. Haber bülteni başlamış. Spiker, CERN deneyinden bahsediyor. “Bu iş çok tehlikeli” diyor ardından bir ses. “Karşı uzay bizi yutacak.”

    “Hadi gelsenize” diyor bir kadın sesi. “Mumları üfleyeceğiz.”

    Bir çocuk geçiyor yanından. Yüzünü tam olarak göremiyor.

    “CERN’deki deney” diyor. “Kaç yaşını bitiriyorsun?” diye soruyor tanımakta zorlandığı ses. “48’den fazla” demek istiyor. “Saçma bu” diye düşünüyor. Boğazına bir şey takılmış gibi sanki. Hırıldayarak onu temizliyor ve “48” diyor.

    Kapanıyor. Görüntüler yok artık. Uyanış sona eriyor. Bilinci yavaş yavaş sönerken hala şunu düşünüyor:

    “Bu karşı madde teorisine uymuyor. Belki de yalnızca bir ses, bir anlam ifade eden bir ses… Eldeki bilginin sayısal olması aklımı karıştırmış olmalı. Bu ses acıklı ya da bıkkın biraz. Uzun süren bir sıkıntıya anlam kazandırılmaya çalışılmış. Zamanda bir yerde asılı kalmış. Bir sesim ben. Sonsuz uzayda amaçsızca gezinirken zaman zaman uyanıp kendini dinleyen, her seferinde söyleyenin DNA’sından gelen bilgiyle kendini bir kez daha anlayan.”

    Tanımlayamasak da anlıyoruz. Uzayda başıboş dolaşan kimi sesler… Echo’lar… Uyanır. Kapanır. Tekrar uyanır. Sonsuza kadar…
    --spoiler--
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük