bir arkadaşım 'şu hayatta mutlu olanlar sadece aptallar' derdi hep. kendi mutsuzluğunu bana da bulaştırdı sonra da çekti gitti sağ olsun. hiç bir başarıyla yetinememesiydi sebep, ya da başka bir deyişle hiç bir şeyden tatmin olamamasıydı işte. aah arkadaşım aah, keşke hep o sıradan arkadaş olarak kalsaydın da bana mutsuzluk sebepleri vermeseydin bir kova.
-neden mutlu değilsiniz?
-sevdiğim kişi beni sevmiyor.
-neden mutlu değilsiniz?
-ailemden biri vefat etti.
-neden mutlu değilsiniz?
-ailemden biri ciddi bir hastalığa yakalandı.
neden mutlu değilsiniz?
aslında insanlar en ufak şeye bile üzülebiliyorlar, sinirlenebiliyorlar. örneğin arkadaşıyla buluşacak bir gencin, ailesinin ona izin vermemesi onu çok üzebilir. veya oynadığı online oyunda karakteri soyulan biri buna ağlayarak üzülebilir. normal mi? bir seviyeye kadar belki (online oyun kısmını saymayın, ona üzülmek zaten delilik).
yahu bu insanlar ne boş şeylere üzülüyor demeden edemiyorum bazen. ama üzülmek hamurumuzda var bizim. mutluluk gelip geçici oluyor bu dünyada. üzülmek ise ölene kadar peşimizi bırakmıyor. en çok imkana sahip insan bile elbet üzülecek bir şey bulur.
aslında insanları en çok çeken şeyler para, cinsellik, yemek ve eğlencedir. bunlar bedenimizi en çok doyuran şeylerdir. bedenimiz doyar, peki ya ruhumuz? bir insana bir kart versek ve "bu kart sonsuz bir paraya denk düşüyor. istediğin yere git, gez, toz, eğlen, ye, iç!" desek, herhalde inanılmaz bir mutluluğa kapılır. kendini hiç hissetmediği kadar şanslı hisseder, artık asla üzülmeyeceğini düşünür.
ilk işi dünyayı dolaşmak olur. şehirleri gezer, eğlence merkezlerine gider, alış veriş merkezlerine gider, karşı cinsle eğlenir, oyunlar oynar. sonra aynısını bir kere daha yapar. sonra bir kere daha. sonra bir kere daha. hayatında hiç bir amacı olmadığını düşünür (hatta ilk çıktığı yolculukta bile bunu düşünür). kendi kendini yer bitirir. tuhaf tuhaf tikler edinir. dahada önemlisi kartın elinden alınmasıyla ilgili kabuslar görür, paranoyak olur. zamanını hep boşa harcadığını düşünür. çünkü insan faydalı bir işle uğraşmadığı her gün için bilinçsiz olarak kendini yer bitirir. biz belki bilmeyiz ama çalışmak bile bizim bir ihtiyacımızdır.
zaman geçer, kart ile doktorlara gider bu arkadaş. hobiler yapması gerektiğini fark eder. ve spor, sanat gibi alanlarla uğraşır. lakin hayatı güllük gülistanlık olan bir insan ne kadar sanat yapabilir? ne kadar çalışabilir? ne kadar yaptığı işin faydalı olduğunu düşünebilir? o bunlarla uğraşa dursun, 50 yaşına girer bu arkadaş. sonunda ölüm korkusu kaplar bunu. ya aniden ölürse? ya kalp krizi geçirirse? günleri ölümü düşünmekle geçer. sonunda hayatı zindan olur. biz yine geliriz, "dostum, bilim adamları ölümü önleyen bir hap yapmış. bu hapı yut, sonsuz hayata kavuş" deriz. adam hiç düşünmeden hapı yutar.
artık ölümsüzdür. ölüm korkusu onu terk etmiştir. lakin ilk tikleri devam eder, içindeki boşluk devam eder. ne lunaparklar ona zevk verir, ne yediği tatlılar, nede seviştiği karşı cins. bunlar artık normal şeylerdir. her günü dün gibidir. hiç bitmeyecektir. sonunda artık ölmek ister. intihar eder.
evet buna benzer olaylar olmuştur. hayır hayır, ölümsüzlük falan değil elbette, lakin babası çok zengin olduğundan dolayı çalışması gerekmeyen bazı gençler toplanıp intihar etmiştir. intihar etmeden öncede not bırakıp, hayatlarının bir anlamı olmadığını söylemişlerdir. bu gerçektir, uydurduğumu düşünmeyin.
-neden mutlu değilsin?
-para...
-hayır, tekrar soruyorum, neden mutlu değilsin?
-aşk...
-lütfen kalıplaşmış şeyler söyleme! neden mutlu değilsin?
-bilmiyorum. gerçekten bunu hiç düşünmedim. etrafımdaki insanlar neye üzülüyorsa ona üzüldüm. arkadaş bir araba gördü, "bize böyle araba almak nasip olmaz" dedi, ben fakirliğimize üzüldüm. arkadaş bir karşı cins gördü, "bize böyleleri bakmaz" dedi, züğürtlüğüme, tipsizliğime üzüldüm. ama ben ondan öncede üzgündüm. ama gerçek şu ki, mutlu değilim. ve bunun sebebini bilmiyorum...
hastalık, bir tanıdığının ölümü, aşk, para... bunlar gelip geçici şeyler. hastalıktan kurtulan bir adamın karşısına başka bir talihsizlik çıkar, yine üzülür. doğanın kuralı böyledir. çoğunlukla bizde olmayan şeylere üzülürüz değil mi?
yeterlilik. bunu hiç duydun mu? tabii duymazsın. tüketim kültüründe "aşırılık" beynimize sokulur. "şunu alsam, şuraya gitsem, şununla öpüşsem" ve bir daha "şunu da alsam, şuraya da gitsem, şununla da öpüşsem" ve bir daha "şunu da alsam, şuraya da gitsem, şununla da öpüşsem" ve gün geçmiyor ki "şunu da alsam, şuraya da gitsem, şununla da öpüşsem" diyen biri çıkmasın. şu an bunu okuyacak imkanlarınız varsa, az çok paranız vardır. şu an beni anlıyorsanız az çok arkadaşınız, dostunuz vardır. aşırı ne diye? neden daha çok para istiyorsun? neden daha çok karşı cins istiyorsun? neden daha çok eğlence yerine, alışveriş merkezine gitmek istiyorsun?
bu işin kolay bir politikası vardır aslında. çocukluğumuzdan beri kafamıza kazınan bir politika. para harcıyorum, öyleyse varım. sevişiyorum, öyleyse varım. daha küçücükken bize bunu şırıngaladılar. aldıkça daha çok almak istiyoruz. şu oyunu aldım, şu da olacak! şu kıyafeti aldım, şu da olmalı! şu filmi aldım, şunu da alayım! peki bu paralar kimin cebine gidiyor gülüm? mavi marmara olayında o kadar sövdüğünüz kişiler var ya, işte onların cebine gidiyor. bu nasıl iştir ki adamlara bir yandan sövüp, bir yandan para kazandırıyorsunuz. hiç para harcamayın demiyorum, ama aşırı derecede tüketim manyağı olmayın.
bir diğer şey ise seks. filmlerde "seks bir sanattır""kaç kadınla sevişirsen o kadar sanatçısın""seviştiğim erkeklerin isimleri bunlar" falan gibi saçma salak şeyleri kafamıza sokuyorlar. sevişmek sanatmış. la yürü git! ama adamı en derin yerlerinden vuruyorlar. subliminal mesajı filan biliyorsunuz. bilmiyorsanız araştırın, "seks" bile tüketim kültürü için ne kadar önemli. örneğin çıplak bir kadın resminin arkadasına çalılık koyun. o çalılığın görünmeyen bir yerine "cola" yazın. adam bilmeden alacak o mesajı, ve cinsellik onu ürün almaya itecek. adamlar zeki, işi biliyorlar, ama siz bilmiyorsunuz sevgili gençler. bilseniz bu halde olmazsınız.
kısaca bu sistem size mutluluk vermiyor, ama mutluluk vaadediyor. "daha fazla harca paranı, daha mutlu ol" diyor. ama tabii ki yalan. para harcamak insana mutluluk getirmez. "peki ne mutluluk getirir arda bey?" diye soracak olursanız, şu cevabı veririm; "ne zaman bedeninizi tanırsanız, ruhunuza önem verirseniz, işte o zaman mutlu olursunuz. ne zaman ruhunuzu geri plana atarsanız, bedeninize önem verirseniz, o zaman mutluluğu kaçırırsınız. buna göre soyut (ruh), somutdan (beden) önce gelir. unutmayın, mutluluk somut değil, soyuttur".
edit: daha önce açtığım başlık soru tarzı olduğu için silinmişti. yeni başlık altında kopyalayıp yapıştırdım. öğreniyoruz formatı işte, kızmayın. *