asıl kısırlıktır insanın çocugunu sevememesi. çocugu olmayan insanlardan tek farkı üreme zincirine ekledikleri halkadır. varlıkları ya da yoklukları çocuk için çok şey ifade etse de anne baba için yanında duruldugu sürece farkedilmeyecektir çocuk.
üzücü olan bu minyatür dev çok şey istemez. komsunun cocugunu öptügü gibi öpsün annem beni der içten içe ya da babam arkadasının oğluna sordugu gibi sorsun hatrımı. bunları düşüne düşüne bitirir güzel günlerini çocuk.
insanın çocuğunu sevememesi karnesine baktıgında sadece bir takım rakamlar görmesidir. bir olsun beş olsun. ne olursa olsun. onun hayata tutunuşuna o karne karar verir. karne iyiyse aferin der baba bir dönem yeter size bu aferin. sonra unutur tabi. onun at yarısları vardır önemli macları, toplantıları, yemek davetleri, hasta arkadasları... bütün bunların arasında cocugu oldugunu unutur baba. onun hayatındaki öncelikleri unutmak bir kenara hiç bilmemiştir hiç de umrunda olmamıştır. kırk tane atın özelliklerini bilen baba cocugunun neye sevinip neye üzüleceğini bilemez. hangi maçın ne gün nerede kimlerle oynanacağını bilen babanın hakemin maçı kaç saniye daha uzattıgı önem arzeder de çocugunun yarınlarına eklemek istedigi güzel günler hiç mi hiç düşünülmez.
baba ya da anneye göre açlık ya da toklukla ifade edilir çocuk büyütmek. oysa yürekteki açlığı giderecek başka besinlere ihtiyac vardır. anne baba bunu hiç bilmez. çünkü bu bilgiyi evlendiklerinde çoktan cocukluklarında bırakmıslardır.
anadoludaki geleneklere göre büyüklerin karşısında yapılamayacak bir eylemdir. şahıs eğer babasının yanında çocuğunu severse büyük ayıptır. çok saçma bir durumdur ve gittikçe aşılmaktadır.