Modern insanın yaşadığı problemlerin tümü göze alındığında Batı düşünce geleneği içinde kalınarak bu problemlerin tümü aşılabilir mi? Çağımızda modern özne olarak tanımlanan insan, söz konusu Batı düşünce geleneği içerisindeki hangi sistem içinde ele alınarak bu sorunlarına çare bulabilecek?
Varoluşçuluk, bilimsellik üzerinde temellendirilen insan görüşleri ya da süreç düşüncesi gibi farklı düşünce akımlarından hangisi ya da hangileri modern insan için geleneği aşan ve kuşatıcı cevaplar sunabilir?
Bu ilk bakışta bir felsefi antropoloji arayışı olarak görünüyor. Felsefi antopolojiyi; genel olarak insanbilim ya da antropoloji olarak bilinen disiplinin ekseninde tanımlanan bir felsefe etkinliği olarak tanımlarsak insanın özü ve bunun belirli bir somut yaşam içinde gerçekleştirilmek üzere kuruluşu ya da oluşturulması üzerine felsefi ve kuramsal etkinlikler ve öğretiler alanı olarak ifade edebiliriz.
Buna göre olması gereken tutum; bir yandan bilimlerin geliştirdiği bilgilerden yararlanarak belirgin bir insan fikrini şekillendirmeye çalışırken, diğer yandan da doğa bilimleri ile insan bilimleri ya da tin bilimlerinin sonuçlarını bağlantılandırmaya çaba göstermeliyiz. Bütün bunlar insan varlığının temel niteliğini ya da özünü kavramaya ve daha da ötesi bu varlığın anlamını metafizik yönden değerlendirmeye yönelik bir ilginin ögelerini meydana getirir. Bu felsefi tutum, genel anlamda insan varlığının bir felsefesi olmak iddiasındadır.
Peki "insan" denildiğinde, zihinde canlanacak olan ve modern öznenin bunalımlarına çözüm üretecek bir felsefi antropoloji anlayışı var mıdır?
Klasik anlamda bir felsefi antropoloji değil ama Varlık ve Tanrı anlayışı bağlamında canlıcı(organik), dinamik ve ilişkiler içinde tanımlanacak olan bir felsefi antropoloji; süreç felsefesi ile sunulabilir. Başka bir ifadeyle, süreç felsefesinde insanın tanımı üzerinde sınırları belirlenmiş temel bir argüman olmasa da, süreç kozmolojisi ve teolojisi çerçevesinde, Batı felsefe geleneğinde yaşanan ontolojik bunalımlara geleneği aşan bir çözüm önerisi üretilmiştir.
insan felsefesi bağlamında üç temel problem üzerinden giderek bu sorunun çözümünü arayabiliriz;
(i) insanın deneyimleri ve doğası iki ayrı alan olarak alınabilir mi, eğer alınırsa bu iki alan arasındaki ilişki nasıl temellendirilmelidir? Özellikle Descartes’la birlikte düşünen ve yer kaplayan insan anlayışına, insanı iki ayrı töz olarak değerlendirilen ikici(düalist) yaklaşıma süreç düşüncesi içerisinde nasıl bakabiliriz?, bunu bir problem olarak görebilir miyiz?
(ii) iyi, kötü ve günah ilişkisi içerisinde insanı nasıl konumlandıracağız?
(iii) Bilinç ve özgürlük ilişkisinde, süreç içinde insan nedir?
Bu üç sorunun temellendirilmesi için süreç düşüncesindeki kozmoloji, yani doğa anlayışının nasıl tanımlandığının bilinmesi gerekir. Çünkü süreç düşüncesi daha çok kozmoloji ve teoloji üzerinde durur. Bu ikisi anlaşıldığında insanın bilfiil varlık olarak konumu ortaya çıkmaktadır.
“Bilfiil varlık” bütün evrenin temelinde varolan, her şeyin kendisinden yapıldığı, elektronlardan galaksilere kadar bütün sistemlerin içinde yer alan en temel yapı taşlarıdır. Buna göre sürecin bir bütün olarak değerlendirilmesi durumunda, ne Leibnizin "monad"cı anlayışına ne de atomcu bir anlayışa indirgenemeyeceği görülür. Tüm evren "ilişkiler" üzerine kurulu bir bütündür, her şey birbiri ile irtibatlıdır. Psikoloji biliminde Jung'un "eşzamanlılık" kavramı ya da fizikteki "kuantum dolanıklık" olgusu bu kozmik irtibatın sadece iki örneğidir.
Buna göre en genel anlamda insan, bütün bilfiil varlıkların ilişkisiyle evrenin tümünü içerebilen bir varlık olarak tanımlanabilir. Evrendeki her şey bilfiil varlıktan oluşmuştur. insan da bu bilfiil varlığın bir parçasıdır ve bilfiil varlıkların ilişkisinden meydana gelmiştir.
Peki diğer varlıklardan insanı farklı kılan nedir? Süreç düşüncesinde evrendeki bütün bilfiil varlıklar, zihinsel ve fiziksel kutup olarak, birbirinden bağımsız olmayan ve birbiriyle ilişki içinde olup birbirini tamamlayan iki yöne sahiptirler. Dolayısıyla bu yaklaşım, Descartes’ın ikici(düalist) varlık anlayışını aştığı gibi insan doğası açısından da tartışmaları birci(monist) bir yaklaşım bağlamına taşımıştır.
Düşünce tarihinde, özellikle Antik Yunan’dan başlayarak madde-form ilişkisiyle tanımlanan bir insan anlayışı olduğu bir gerçektir. Bunun yanında, “Tanrı imajındaki insan” anlayışıyla beraber “Tanrının yarattığı fakat doğuştan ve tür olarak günahkar olan insan” anlayışının Batı felsefe geleneğindeki iki temel problem alanını oluşturduğunu belirtmek gerekir.
Buna ek olarak, geleneğe ana rengini veren Aydınlanma felsefesi, temel bakış açısını Kant’ın aydınlanma çağrısında somutlaşan “kendi aklının erginliğiyle ayakta durabilen insan anlayışı”, akıl ve kutsal arasında bir kırılmayı belirginleştirmiştir.
Tüm bu problemler, insan aklının kutsalla birleştirmesiyle aşılabilir. Aydınlanma’nın rasyonel insan kurgusuna ek olarak ikna ve sevgiye dayalı, kutsal ile barışık bir insan anlayışı çözümü getirebilir. Ayrıca, insanın kutsal olana yaklaşarak akli iradesiyle problemleri aşabileceği söylenebilir. Bunun için öncelikle insan doğasını ikici(düalist) yapının ve indirgemeci yaklaşımın dışında değerlendirmemiz gerekiyor.
Süreç düşüncesinde kötülüğün reel bir nedeni yoktur bunun yanın da iyiliğin yokluğunda meydana çıktığı da belirtilir. iyilik ve kötülük ilişkisinde kötü, en temelde, insanın kendisini gerçekleştirememesi durumu olarak değerlendirilebilir. Çünkü, yeni doğmuş bir insanda hem zihin fonksiyonları hem de ahlaki deneyimler tam olarak hazır değildir. Her şey deneyimle ve ilişkiler içinde zamanla ortaya çıkar. Kötülüğün doğadaki örnekleri içinde aynı durum geçerlidir.
Burada süreç kozmolojisine bakmak gerekir. Çünkü süreç kozmolojisinde geçmiş, şimdi ve gelecek ilişkisinde bilfiil varlık olan insan, sürekli bir akış içerisindedir. Geçmiş, şimdi ve gelecek içinde her şeyin bir anda var olup yok olmalarına benzer şekilde insanların eylemleri de bir anda var olup yok olmaktadır.
Süreç felsefesinde sonsuz nesne olarak tanımlanan bu yok olma süreci, bütün bir oluş sürecini dinamik olarak özünde barındıran bir varlıktır. Burada sonsuz nesneyi önemli kılan nokta, bütün evreni kendi içerisinde resmetmesi, olan ve olmakta olan her şeyi içerisinde taşıyan bir "soyut form" olmasıdır. Her bilfiil varlığın geçmişte yaptığı her şey hem şimdisini hem de onun bir sonraki yapacaklarını belirlemektedir. Böylece insan sürekli iyi düşünmek ve iyi davranmakla varlığına dair anlamı, deneyimleri ve diğer bilfiil varlıklarla ilişkisinde inşa edebilecektir.
Evren içinde insan sürekli iyi olmaya davet edilir. Süreç düşüncesinde bütün varlığın ortaya çıktığı temel ilke “sevgi” kavramıdır. insanın kendini gerçekleştirememesi durumunda ortaya çıkan kötülükten ancak bir bilinç uyanıklığı ile kurtulunabilir. insan doğuştan günahkar bir varlık ta değildir, özgür iradesini kullanarak, kendi deneyimleriyle iyi-kötü ve günah olanı inşa etme imkanı vardır.
insan ancak toplum, doğa ve Tanrı’yla olan ilişkisi ve deneyimleriyle kendi özgürlüğünü elde eder. Doğuştan kimse özgür değildir. Dolayısıyla özgürlük, süreç içinde ve insanın akli iradesiyle kendi varlığı üzerine düşünebilmesiyle ortaya çıkan bir “insan olma” durumu olarak tanımlanabilir. Bu nedenle insan; iyiyi, kutsalı, güzeli, özgürlüğü "deneyimleyebilen" bir varlık olarak ortaya çıkar. Diğer türlü insanın özgürlüğünden bahsedilemez.
Sonuç olarak insanı, etik ve estetik deneyimleri çerçevesinde varlığı biçimlendiren, deneyimleriyle, bilfiil varlıklarla ilişkisinde içkin olan Tanrı’ya yönelen, kutsalı anlayan, anlamlandırabilen ve bütün bilfiil varlıkları geçmiş, şimdi ve gelecek çerçevesinde akli iradesiyle dönüştürebilen bir canlı olarak tanımlayabiliriz. Bu tanımlama modern insanın yaşadığı problemler düşünüldüğünde bize yeni bakış açıları sunabilir.