günün öğlen saatlerinde alabildiğine mavi ve tül bulutlu halindeki bulutları kucaklayan göğe bakıyor gözler. oysa kasım'ı bitireli biraz olmuş, aralıkta kalmış bir hâldeyiz. bu coğrafyada kış mevsimi yaşanmaya başladı ve bir kaç gün oluyor nereden baksak.
ama nedendir göğe bakmak? niye yola değil, suya değil de göğe? çünkü isyanlar hep göğün gölgesinde başlar. ne yolun üzeridir her isyanın fiile dönüştüğü yer, ne de suyun kenarı olur. ama istisnasız hepsi de bu göğün altında çeker kılıcını. bunun da nedeni var; çağrışım... evet, evet hani şu dilimize pelesenk olan "imgelem mes'elesinin basitleştirilmiş kısa adı" olan çağrışım. hep "kuşlar gibi" özgür olunur misal veya hep "bulutlar gibi" özgür olunur. nedendir bir "çakıl taşı gibi" özgür olanı yoktur? ya da ne bileyim bir "tavşan gibi", "sincap gibi", falan ve filan... çünkü özgürlüğün yegâne temsilidir zihnimizde gökyüzü. ve özgürlük, isyan ister hemen her zaman ve neredeyse dünyanın her yerinde, ömürlerin her anında.
kış mevsiminin başlangıcında üzerimizi örtüleyen ve ruhumuzu çepeçevre saran nikbin gökler de bundandır hep ilgimizi çeker. mevsimine isyan eden bir tarafı vardır. ve dilediğini yaşayan, yaşatan bir yanı. oysa bizler, o "dünyanın en üstün mahlukatları" olan insanlar... "tabiata dahi" karşı koyabilen bizler. ne kadar da aciz kalıyoruz "kendi mevsimlerimize isyan etmek" anlamında. ve o yüzdendir hep göklerin sunacağı türden bir özgürlük istiyoruz ömrümüz genelinde. kuşlar kadar ve bulutlar gibi özgür olmak. hoş gerçi o kadar özgür olanların da öğreneceği ilk şey aşağıdakilere, yukarıdan bakmak olacaktır. belli bir süre sonra boynunda meydana gelecek olan şiddet ve kuvvetli sancılardan habersiz bir şekilde... ama gene de "bir kuş gibi ve bir bulut kadar özgür olmak" yegâne isteğimizdir.
ve deniz mavisi göklere hayran olur, bakır çalığı göklere meftun bir şekilde yaşarız ömrümüzün neredeyse tamamını. o yüzden kış ortasında maviliğini, yeryüzüne örten göklere hiç değilse bir kaç kere dönüp de bakarız. en nihayetinde etten-kemikten bedenlere hapsedilmiş özgür birer ruh olarak sürdürüyoruz varlığımızı. isyan etmeyerek, günden güne alışarak ve günün birinde toprağa düşüp de esen rüzgarla zerrelerimizin o göğe dokunacağına inanarak...
bazıları gökyüzünde yaşar özgür ruhunun tutsaklık acısını; bazıları marmara'nın griye çalan maviliğine bakarak... ve insanın dudaklarından dökülüverir o meşhur söz:"özgür sanırdık kendimizi; oysa sadece büyük olan kafesimizmiş."