şu sıralar bünyem halden hale giriyor. bir baba gibi davranmağa çalı şıyorum her ne olduysa ne halt olduysa şu 30 yaş belasından kaynaklandı. başı da dumanlı, bazı günler ölüm korkusu, bazı günler kırdığım her bir canlı, bazı günler şiirini yazamadığım bir yarım dünya gibi başımda dolaşıp duran kız kardeşim, bazı günler hala okuyamadığım kitaplar... ne musibet bir yaşmış azizim. bütün bunlara katlanırken şimdi de kadınsı bir belanın için gark etti bütün bir ruhumu.
insan doğmamış bir çocuğa özlem duyar mı? doğmamış bir çocuğa şekil veriri mi? gocuğunu, fanilasını, pabucunu soluk alışını, ellerini hayal eder mi? doğmamış bir çocuk ne ifade edebilir. ya da doğmamış bir çocuk nedir? neyin kaybıdır. kapının eşiğinden yalnız girmektir eve. koltuğa yalnız oturmak. mutfağa yalnız gitmek. marketten bir şeyler alırken poşete çocuksu hiç bir şey koymamak vs. vs. vs. dir. bunlara alıştım da bir mürdüm eriği renginde, tadında göz bebeklerimin içini ışıldatamayan o varlığı uykusunda izleymemenin bendeki kederine lafımı anlatamadım.
doğmamış bir çocuğa duyulan özlem sanırım yaşla gelen acı bir sanrıdır. belki de insanın kendi çocukluğuna özlem duymasıdır.
Eşin hamile iken karnında attığı minik tekmelere dokunup onun bir an evvel çıkması ve dünyaya merhaba demesiyle insanın ona sıkıca sarılıp öpüp koklayıp agularını duymaya olan özlemdir.
yalnız ölme korkusundan müütevellit yalnızlığa duyulan nefretin akabinde gelişen ve zaman zamanda gerçekten bu sorumluluğun alınabileceğine olan inancın artmasıyla perçinlenen özlemdir. dünyaya kendinden bir can getirmek dürtüsü.