insanı dağıtan şiirler

entry100 galeri0 video2
    1.
  1. içeriklerindeki güçlü sözcükler ve duyguları kullanmadaki şiddet yüzünden insanı derinden etkileyen şiirlerdir.
    0 ...
  2. 2.
  3. Bilerek mi yanına
    almadın giderken
    başının yastıkta
    bıraktığı
    çukuru
    Güveniyordum
    oysa ben sevgimize
    vapur iskelesi
    ya da tren istasyonundaki
    saatin doğruluğu kadar
    Beni senin gibi
    bir de annem terketmişti
    ki göbeğimde durur
    onun yokluğundan
    bana kalan
    çukur
    8 ...
  4. 3.
  5. 4.
  6. 5.
  7. hayatımı öldürdüm sanki,
    anılarımı poşetlere dolduruyorum,
    bir pardesüyle başlayıp, aynı pardesüyle biten
    bir stampol trajedisi, dört kış görmüş boru değil,
    pardesüyü burada bırakıyorum.

    üzerine bolca çeşit çeşit alkol
    daha ziyade şarap,
    sigara külü ve çekirdek kabuğu dökülmüş,
    bir emanet halıfleks,
    bana hatırlatacağı şeyleri hatırlamaktan korkuyorum;
    halıfleksi burada bırakıyorum.

    nadiren ama her defasında leziz pişirmiş,
    ve mutlaka keyifli yemelere aracı olmuş,
    ama aslında daha çok,
    saç yıkamak için su ısıtılmış
    bir bakır tencere,
    doğurmasını isteyeceğim tek tencere bu,
    tencereyi burada bırakıyorum.

    bir şeyleri burada bırakıyorum;
    kendimi bir parçasını tam burada,
    bir parçasını evin bir yerlerinde,
    yine bir parçasını stampol'un muhtelif yerlerinde,
    kendimin bir parçasını "sen" denen şeylerde,
    bırakıyorum,
    giderayak, kendimi, paramparçalıyorum.

    kedileri, horozları, örümcekleri,
    uyutmayan horozları vurmak için aldığım oyuncak tabancaları,
    şu lanet lahmacuncunun kartını,
    kolumun alçısını, televizyon sancısını,
    boyumun ölçüsünü,
    giderayak,
    sigarayı da bırakıyorum.

    geldiğim gibi gitmiyorum,
    gittiğin gibi de değil,
    ama mecburen seni de,
    oralarda bir yerde,
    ama maalesef burada
    ve ne mutlu ki şuramda,
    şuramda, şurada ve şuracıkta
    bırakıyorum.

    giderayak copyright cyrano
    0 ...
  8. 6.
  9. 7.
  10. ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
    yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
    oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
    ben sende bütün aşklarımı temize çektim.

    imrendiğin, öfkelendiğin
    kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
    yani yaşamışlık sandığın
    geçmişim
    dile dökülmeyenin tenhalığında
    kaçırılan bakışlarda
    gündeliğin başıboş ayrıntılarında
    zaman zaman geri tepip duruyordu.
    ve elbet üzerinde durulmuyordu.
    sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
    biraz daha fazla sevdiğim,
    biraz daha önem verdiğim.

    başlangıçta dogruydu belki.
    sıradan bir serüven,
    rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
    gün günden hayatıma yayılan,
    varlığımı ele geçiren,
    büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
    ve hala bilmiyordun sevgilim
    ben sende bütün aşklarımı temize çektim
    anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
    bütün kazananlar gibi
    terk ettin

    yaz başıydı gittiğinde,
    ardından,
    senin için üç lirik parça yazmaya karar vermistim.
    kimsesiz bir yazdı.
    yoktun.
    kimsesizdim.
    çıkılmış bir yolun ilk durağında
    bir mevsim
    bekledim durdum.
    çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.

    sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
    yüzündeki küskün kedere,
    gür kirpiklerinin altından kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
    çerçevesine sığmayan
    munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
    lirik sozcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
    yaz başıydı gittiğinde.
    sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti mayıs.
    seni bir şiire düşündükçe
    kanat gibi, tüy gibi,
    dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
    önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
    usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
    belki de ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.

    yaz başıydı gittiğinde.
    bir aşkın ilk günleriydi daha.
    aşk mıydı, değil miydi?
    bunu o günler kim bilebilirdi?
    "eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen"
    notunu buldum kapımda.
    altına saat:16.00 diye yazmıştın,
    ve 16.04'tü onu bulduğumda.

    daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
    takvim tutmazlığını
    aramızda bir düşman gibi duran
    zaman'ı
    daha o gün anlamalıydım
    benim sana erken
    senin bana geç kaldığını

    gittin.
    koca bir yaz girdi aramıza.
    yaz ve getirdikleri.
    döndüğünde eksik,
    noksan bir şeyler başlamıştı.
    sanki yaz, birbirimizi
    görmediğimiz o üç ay,
    alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan,
    olmamıştı, eksik kalmıştı.

    kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
    adımlarımız tutuk,
    yüreğimiz çekingen,
    körler gibi tutunuyor,
    dilsizler gibi bakışıyorduk.
    sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.

    fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki. zamanla
    gözlerimiz açıldı,
    dilimiz çözüldü
    güvenle ilerledik birbirimize.
    gittin.
    şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
    biliyorum
    ne sen dönebilirsin artık,
    ne de ben kapıyı açabilirim sana.

    şimdi biz neyiz biliyor musun?
    akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
    birbirine uzanamayan
    boşlukta iki yalnız yıldız gibi
    acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
    bir zaman sonra
    batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
    kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
    ne kalacak bizden?
    bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
    sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
    ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
    bizden diyorum, ikimizden
    ne kalacak?

    şimdi biz neyiz biliyor musun?
    yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. umut
    ve korkunun
    hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
    bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını
    bilmeyen
    çocuklar gibi
    ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
    her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz

    kış başlıyor sevgilim
    hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
    bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
    oysa yapacak ne çok şey vardı
    ve ne kadar az zaman
    kış başlıyor sevgilim
    iyi bak kendine
    gözlerindeki usul şefkati
    teslim etme kimseye, hiçbir şeye
    upuzun bir kış başlıyor sevgilim
    ayrılığımızın kışı başlıyor
    giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

    kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,
    yazıya oturup
    sonu gelmeyen cümleler kurmak,
    camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...
    böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
    çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
    içimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun
    para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar
    bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
    çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar,
    eşyalar gözünüzün önünde durur
    birlikte yarattığınız alışkanlıklar
    korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
    cağrışımlarla ödeşemezsiniz

    dışarda hayat düşmandır size
    içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
    bir ayrılığın ilk günleridir daha
    her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta

    gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
    kulak verdiğiniz saat tiktakları
    kaplar tekin olmayan göğünüzü
    geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
    suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
    bakınıp dururken duvarlara

    boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak,
    eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasinda
    kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
    kendimizin içinden
    yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
    yeni bir iklime, yeni bir kente,
    bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,
    başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye,
    ameliyata alınmaya kendimizi hazırlar gibi

    yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
    ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
    ve kazanmış görünürken derinliğimizi
    ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
    bir an'ın, yalnızca bir an'ın bütün bir hayatı kapladıgı anlar
    o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
    hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar

    denemeseniz de, bilirsiniz
    hiç yakın olmamışsınızdir intihara bu kadar

    bana zamandan söz ediyorlar
    gelip size zamandan söz ederler
    yaraları nasıl sardığından,
    ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
    zamanla ilgili
    bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
    hepsini bilirsiniz zaten,
    bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
    dahası onalar da bilirler.
    ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
    öyle düşünürler.
    bittiğine kendini inandirmak,
    ayrılığın gerçeğine katlanmak,
    sırtınızdaki hançeri çıkartmak,
    yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak
    kolay değildir elbet.
    kolay değildir
    bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.
    zaman alır.
    zaman,
    alır sizden bunların yükünü
    o boşluk dolar elbet,
    yaralar kabuk bağlar,
    sızılar diner, acılar dibe çöker.
    hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
    bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
    o boşluk doldu sanırsınız
    oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir

    gün gelir bir gün
    başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
    o eski ağrı
    ansızın geri teper.
    dilerim geri teper.
    yoksa gerçekten
    bitmişsinizdir.

    zamanla yerleşir yaşadıkların,
    yeniden konumlanır, çoğalır anlamları,
    önemi kavranır.
    bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey,
    çok sonra değerini kazanır.
    yokluğu derin
    ve sürekli bir sızı halini alır.
    oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
    mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
    her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır.......
    2 ...
  11. 8.
  12. ahmet telli: su çürüdü
    attila ilhan: istanbul ağrısı
    yılmaz odabaşı: notaları kurşunlanmış bir şarkıdır yalnızlık,
    "yüzünü aradım, geçtim"
    ataol behramoğlu: birgün mutlaka
    1 ...
  13. 9.
  14. 10.
  15. 11.
  16. yılmaz odabaşı:notaları kurşunlanmış bir şarkıdır yalnızlık
    attila ilhan:üçüncü şahsın şiiri
    sezai karakoç:karayılan
    sezai karakoç:sürgün ülkeden başkentler başkentine
    0 ...
  17. 12.
  18. çay bardağında
    bırakılan dudak payı
    kadar bile
    uzak kalamam
    gözlerine

    yakın olsun isterim
    ellerime ellerin
    yanında beton binaya
    yaslanması gibi
    köhne bir evin

    seni bir çivi
    gibi çaktım
    çünkü beynime
    ve toplayıp
    bütün kerpetenleri
    attım denize
    3 ...
  19. 13.
  20. "yüreğim
    ıslaktır benim
    kuytularda ağlamaktan
    ve hafif uçuktur rengi
    kurusun
    diye kaç kez
    güneşe asılmaktan..."
    2 ...
  21. 14.
  22. Ayrılık ne biliyormusun?
    Ne araya yolların girmesi,
    ne kapanan kapılar,
    ne yıldız kayması gecede,
    ne ceplerde tren tarifesi,
    ne de turna katarı gökte.

    insanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!

    ipi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
    birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
    Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
    duvarlara dalıp dalıp gitmesi.
    Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık.
    Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.
    Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.
    Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.
    iki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı,
    hüznün arması ayrılık.

    O küçük ölüm!

    Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.

    Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı.
    Ben bulutları gösterirken,
    "bulmacanın beş harfli yemek sorusuna" yanıt aramanla halkalanmış,
    "Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı"
    türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş,
    Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip,
    "bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı?"
    diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.

    Şimdi anlıyormusun gidişinin neden ayrılık olmadığını,
    bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu.
    Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını.
    Boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında....

    Ne mi yapacağım bundan sonra?

    Ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce.
    Şiir yazmayacağım bir süre,
    Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye.
    Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim.
    Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim.
    Falcı kadınlara inanmayacağım artık.
    Trafik polislerine adres sormayacağım,
    Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye....

    Ne yapacağımı sanıyorsun ki?

    Tenin tenime bu kadar sinmişken,
    ömrüm azala azala önümden akarken,
    gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken..
    Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime,
    bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.
    * *
    2 ...
  23. 15.
  24. ayrılık

    iki rayı gibiyiz
    bir tren yolunun
    yakın olması
    neyi değiştirir
    son istasyonun

    *
    3 ...
  25. 16.
  26. *
    yenilgi, yenilgim, başkaldırım
    ve de benim kendimle tanışmam
    sayendedir ki hala ben
    ayağı yere basan
    ve solmuş defneler peşinde koşmayan
    genç olduğumun bilincindeyim
    ve
    sende yalnızlığımı buldum
    ve de
    herkesten uzak ve gururlu olmayı
    1 ...
  27. 17.
  28. Bir dostun sıcaklığına
    öylesine
    yaslamak istiyorum ki başımı
    ya omuzunu uzat sevgilim
    ya da telleri kopuk
    bir kemanı

    Kanadının altına sığınacak
    bir kuş arayan
    eskimiş saçak gibiyim sensiz
    ya da bütün balinaların
    kıyıya vurup
    intihar ettiği
    bir deniz

    Bir hitit çanağıyım
    toprağa gömülü
    ve sen
    ilk kazısını yapan
    bir arkeolog ürkekliğiyle
    ellerinin arasına
    al beni
    1 ...
  29. 18.
  30. boynumda yağmurdan bir kolye...

    ıslak taşlara oturuyorum bugünlerde...

    bir siyam kedisi ve ben... pek çok şeyi geriye doğru unutuyoruz...

    eski rus bir sevgilim vardı...

    başka birisini göze alamam bugünlerde...

    öykü safir aynalı bir salonda geçiyordu...

    herşey önce çok güzel başlıyordu...

    sen, gözünde siyah bir bant, beni dansa kaldırıyordun...

    ben seni portekizli bir korsan sanıyordum...

    sonra ortaya çıkıyordu eski bir rus soylusu olduğun...

    yelkenbezi fularını çıkarıp... bir reverans yapıyordun...

    odadan yavaş yavaş herkes, soylu soysuz herkes çıkıyordu...

    ikimiz bir de kediler kalıyordu... hava alamıyorduk...

    kapıları mühürlüyorlardı... eskil bir aşk öyküsünün içinde

    kalıyorduk... biz seni portekizli bir korsan sanıyorduk...

    bir siyam kedisi ve ben...
    3 ...
  31. 19.
  32. 20.
  33. Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
    Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
    Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
    Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

    insan saatlerce bakabilir gökyüzüne
    Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
    Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
    Kopmaz kökler salmaktır oraya

    Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
    Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
    Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
    Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

    insan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
    Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
    insan balıklama dalmalı içine hayatın
    Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

    Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
    Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
    Değişmemelisin hiçbir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
    Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

    Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
    Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
    Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
    Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

    Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
    Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
    Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
    Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.

    ataol behramoğlu.
    0 ...
  34. 21.
  35. olur, aramam seni ve kimseyi
    anilari pas tadinda birakirim
    konusacak ne kaldiysa kalsin
    susmaktir birseylere saygili kilan
    ayrilik da bir olanaktir bilirsin
    ince bir sis, bir huzun ortusu
    dumanli bir islik yakisir simdi
    dudaklarima, birakip giderim
    soz de sararir biterken bir ask
    kediye iyi bak cicekleri sula
    diyorsam da aldirma sozlerime
    aliskanlik iste baska birsey degil
    soz de sararir biterken bir ask

    ahmet telli
    2 ...
  36. 22.
  37. her şey sende gizli/can yücel
    0 ...
  38. 23.
  39. ilk durak/can dündar

    ilk durak beni bırak bu yürek kalsın böyle kurak
    Ol artık benden uzak anılar dönmez ağlayarak
    Sen şahidim ne kadar bekledim her gelen yolcuya senden haber sorarak

    ilk durak beni bırak bu yürek yansın dağlanarak
    Bir tramvay çıkagelse çınlasa pera , anılar uçuşur konar ilk durağa
    Bir tramvay çanı çalsa çınlasa pera anılar uçuşur konar ilk durağa , peraya

    ilk durak beni bırak bu yürek kalsın böyle kurak
    Ol artık benden uzak anılar dönmez ağlayarak
    ilk gençliğim belki de beklediğim sanki şu vagondan inip bana koşacak
    ilk durak beni bırak bu yürek yansın dağlanarak

    Bir tramvay çanı çalsa çınlasa pera gençliğim duyar da döner mi bir daha
    Bir tramvay çıkagelse çınlasa pera gençliğim duyar da döner mi bir daha peraya
    Bir tramvay çanı çalsa çınlasa pera anılar uçuşur konar ilk durağa
    Bir tramvay çanı çalsa çınlasa pera gençliğim duyar da döner mi bir daha peraya
    0 ...
  40. 24.
  41. ve tabii ki:

    dağ gibi karayağız birer delikanlıydık,
    babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
    arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
    bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı
    kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini,
    yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
    ecelsiz öldürüldük
    dövüldük, vurulduk, asıldık.
    vurulduk ey halkım, unutma bizi...

    yoksullugun bükemedigi bileklerimize, çelik kelepçeler takıldı.
    işkence hücrelerinde sabahladık kaç kez,
    isteseydik, diplomalarımızı mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık.
    mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık.
    yazlık kışlık katlarimiz, arabalarımız olurdu.
    yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı.
    yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma.
    bizleri yok etmek istediler hep.
    öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

    fidan gibi genç kızlardık; hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden.
    yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında iskencecilerin acimasiz ellerine terkedildik.
    direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla.
    tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi,
    taptaze inançlarimizi fırlattık boş birer eldiven gibi.
    utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.
    hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...

    ölümcül hastaydık.
    bağırsaklarımız düğümlenmişti.
    hipokrat yemini etmis doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın. gelinliklerimizin
    ütüsü bozulmamıştı daha.
    cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk.
    vicdan sustu.
    hukuk sustu.
    insanlık sustu.
    göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

    kanserdik; ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
    uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
    hastaydık.
    yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki.
    bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.
    önce kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attik
    önlerine.
    sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
    öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

    giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük.
    ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük.
    doğu'daki topraksız köylüler, sizin için öldük.
    istanbul'daki, ankara'daki işçiler, sizin için öldük.
    adana'da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.
    vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

    bağımsızlık, mustafa kemal'den armağandı bize.
    emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
    mezar taşlarımıza basa basa, devleri yönetenler gizli emellerle,
    başlarımızı ezmek
    kanlarımızı emmek istediler.
    amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
    yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...

    yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk, komünist dediler.
    ülkemiz bağımsız değil dedik, kelepçeyle geldiler üstümüze.
    kurtuluş savaşı'nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız
    bayrağımızı daha da dik tutabilmekti çabamız.
    bir kez dinlemediler bizi.
    bir kez anlamak istemediler.
    vurulduk ey halkım, unutma bizi...

    henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık.
    bir kadın eline değmemişti ellerimiz.
    bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha
    bir gece sabaha karşı, pranga vurulmus ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına.
    herkes tanıktır ki korkmadık. içimiz titremedi hiç.
    mezar toprağı gibi taptaze,
    mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
    asıldık ey halkım, unutma bizi...

    bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar,
    ağabeyimiz, babamız yaşındaydılar.
    ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı, ya da susmuşlardı bütün olan bitenlere.
    öfkelerini bir gün bile karşısındakilere
    bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük.
    hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına.
    batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.
    korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...

    bir gün mezarlarımızda güller açacak
    ey halkım, unutma bizi.
    bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak
    ey halkim unutma bizi...

    özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz
    simdi hep birlikteyiz
    ey halkım, unutma bizi...

    uğur mumcu
    1 ...
  42. 25.
  43. "bir vapur kalkar varna önünden,
    oy karadenizin gümüs telleri
    bir vapur kalkar bogaza dogru
    nazim usulcacik oksar vapuru
    yanar elleri..."
    ilk okudugundugunda da, hala da ayni hissi vermeyi basaran bir siir... memleket hasreti bu kadar mi güzel anlatilabilir...
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük