her devirde ikinci adam olarak kalmaya çalışan ülke.
pezevenkler ikinci adam olunca başına bir bok gelmiyor. olan hep birinciye oluyor. hastayım politikanıza.
2005 yılında gittiğimde çok daha rahat vize veren ülke.zira bu agustos'da tekrar gidiyorum vize işlemlerini ocak 2008 itibariyle çok sıkılaştırmışlar.artık amerika ile aynı prosedürü uygulayan,bir sürü formalite,parmak izi ve anında cekilen katil gibi cıktgnz resimlerden çeken,vize işlemlerini ince eleyip sık dokuyan güzel ülke hoş ülke. *
bu dingiltere denen ülke birinci dünya savaşı arefesinde parasının tamamını ödediğimi iki dretnotumuzu vermemiştir... amerika yılışık devletleri denen diğer ülke de ona destek olmuştur...
tam manasiyla bir duzen ulkesidir oncelikle. ve bu da ulkenin refah seviyesinin yuksek olmasinin baslica nedenlerinden biridir.
kurallar katidir. cezalar caydiricidir. koca bir otobusun en arka koltugunda dahi emniyet kemeri takmak zorunludur en basitinden. yollari da cok duzgundur. kendi tecrubelerime dayanarak diyebilirim ki, daha bir kere bile yolda giderken bi cukura veya tumsege takilip da hopladigimi hatirlamiyorum. dusunun artik.
dogasi muhtesemdir, her yer yemyesildir. ozellikle londra disinda bir yerlere gitmeye firsat bulursaniz bunu fark etmemeniz mumkun degildir; zira resmen gozunuze gozunuze sokulur o yesillikler, o agaclar. binalarin arasinda bogulmak gibi bir hisse kapilmazsiniz hicbir zaman. milyonlarca insanin yasadigi ve bi o kadar da turistin giris cikis yaptigi londra'da bile o koca koca binalarin arasindan gorunen yesillikler bunalmanizi engeller her daim.
havasi soguktur. turkiye'yle karsilastirirsaniz eger cogunlukla yazlari, turkiye'nin * sonbahari gibidir. gunesi cok nazlidir. ara sira gosterir kendini. ancak gosterdiginde de yakar teninizi. londra buyuk binalarla dolu ve cok kalabalik bir sehir oldugu icin, yazin diger sehirlere gore daha sicaktir. yine de nadir terlersiniz. ingilizler gunese hasrettir bu nedenle. azicik gunes goren erkekler ustunu cikarip yari ciplak gezer. ozellikle kiyi sehirlerinde bu tiplere daha cok rastlayabilirsiniz.
insanlari hosgoruludur, sabirlidir, birbirlerine saygilidir. hatta bazen cileden cikartacak derecede sabirlidirlar. trafikte onunde 15 km/s hizla giden bir bisikletlinin kenara cekilmesini bile sabirla bekleyip, ne korna calarlar ne de camdan disari cikip kufrederler bizim gibi. ayrica her ne kadar soguk bir ulke olsa da, insanlari kesinlikle soguk filan degildir. soguk diyenlerin de kendilerinde bi problem oldugunu dusunuyorum. zira gayet esprili insanlardir. ancak esprileri genellikle ironi uzerine kurulu oldugu icin, orta derecede ingilizceye sahip bir turk insani bu esprileri anlayamadigindan "cok soguklar lan ne bicim insanlar" seklinde atip tutmasi cok normaldir. hep de boyle olmustur.
yasli orani cok yuksek bir ulkedir. fakat yaslilar sadece gorunum olarak yaslidir. 50-55 yasindaki orta yas ustu insanlar 20-25 yasindaki genclere tas cikartacak derecede aktiftirler. surekli gezerler, hayatlarini yasarlar. soylenen, oram buram agriyor diyen ingiliz yasli gormedim. yok cunku. kabullenmiyorlar yasliligi. ben kendimi bildim bileli babaannemin bir kere bile "iyiyim" dedigini hatirlamiyorum. bu nedenle imrendim bu insanlara. bebekleri bile aglamiyor arkadas ya. bu kadar zaman boyunca o kadar yer dolastim abartmiyorum 2-3 tane zirlayan ingiliz bebege sahit oldum.
belli bi yemek kulturleri yoktur. geleneksel yemekleri diyince soyledikleri cogumuzun bildigi "fish & chips"tir. ancak yemeklerine binbir cesit sos dokerler. yemeklere lezzeti bu soslar verir. marketlerde cesit cesit, kutu kutu sos satilir. her bi seyi sosa batirip da yeme gibi bi adetlerine denk geldim.
tek kotu yani hayat cok pahalidir. gidasindan, giyecegine, ulasimina kadar her sey ama her sey turk parasiyla karsilastirildiginda dudaginizi ucuklatir. ancak burada yasayanlarin kazanci da bu masraflara gore oldugundan onlara dokunmaz. turk parasini pounda cevirip de buraya gelenler hesabini bu soyledigime gore yapmalidir. yoksa ortada kalirlar oylece.
siyasetini, susunu busunu bi yana birakirsak gozlemlerim bu sekilde. aileniz, sevdikleriniz filan yaninizda olursa tam yasamalik bir ulkedir. zira huzur akar sokaklarindan. sevdim ben, seviyorum.
hic istemesem de yarın okul dolayısıyla gitmek zorunda oldugum ulke. kanada veya amerika nın tırnagı olamıyıcak ulkedir. bana her zaman sıkıcı karanlık ve soguk bir ulke olarak geliyor. avrupanın guclu ulkelerinden birisi.
bütün kraliçelerinin çirkin, bütün krallarının tipsiz olduğu ülke. hal böyle olunca bunların aşkları böyle, pis, böyle ne bileyim iğrenç bişey olmuş oluyor.
trafiğin soldan aktığı ülke....
Bir zamanlar herkes ingilizler gibi yolun solundan gidiyordu. Bunun için de çok geçerli bir sebep vardı. Yüzyıllarca önce yolun karşısından gelenin dost mu, yoksa düşman mı olduğunu kestirmek mümkün değildi. insanların çoğu sağ ellerini kullandıkları için, yolun solundan, duvar dibinden (yaya veya atla) giderek sol taraflarım emniyete alır, sağ ellerini kılıçlarını hemen çekecek şekilde hazır bekletirlerdi.... Yolun solundan seyahat, ilk defa 1300 yıllarında, papanın Roma'ya gelecek hacıların yolda karmaşaya
sebep vermemeleri için, yolun solundan gitmelerini söylemesiyle resmileşti ve yüzyıllar boyu devam etti. 18. yüzyılın sonlarında ABD'de birçok atın çektiği posta arabalarında, sürücü koltuğu yoktu ve sürücü en arkada ve soldaki atın üstünde oturuyordu. Bu da yolun solundan gidildiğinde karşıdan geleni ve yolun kontrolünü zorlaştırıyordu. Çok geçmeden ABD'de trafik sağdan işlemeye başladı. Fransız ihtilali sırasında, ihtilalin liderlerinden Maximilien Ro-bespierre, büyük bir olasılıkla Katolik kiliseye meydan okuyanlara bir jest olsun diye, Paris'lilerden yolun sağından gitmelerini istedi. Bir süre sonra aslında kendisi de bir solak olan Napolyon, ordularındaki ikmal arabalarının yolun sağından gitmeleri emrini verdi ve zaptettiği her ülkede de bu uygulamayı hayata geçirdi. ingiltere hiçbir zaman Napolyon tarafından zapt edilemediğinden ingilizler yolun solundan gitme alışkanlıklanndan vazgeçmediler. Avustralya, Hindistan gibi tüm eski sömürgelerinde de bu usulü devam ettirdiler. Zaten ingilizler'de Amerikalılardan farklı olarak sürücü arabanın üstünde ve sağında oturuyordu. Modern araba teknolojisinin gelişmesi ile bu gelişimin dünyada öncüsü olan ABD'de sürücü koltuğu ve direksiyon sağdan gidişe uygun olarak sola konuldu ve dünyanın birçok bölgesinde bu şekilde yaygınlaştı. ingiltere'de ve eski sömürgelerinde, trafik akışını sağ şeride almanın faturası o kadar yüklüdür ki, artık isteseler de kolay kolay bunu yapamazlar. ayrıca; şöyle söylentiler de vardır trafiğin soldan akışı hakkında ingiltere' de trafik sağdan işlediğinde, fayton sürücüleri atları kamçılarken kaldırımda yürüyen yayaları yaraladıklarından trafik soldan işlemeye başlamış ve yayaların kamçı darbelerinden meydana gelen yaralanmaları önlenmiş olmuş.
365 günün 350 günü yağmur yağan bu yüzden insanlarınin beyaz ve havası gibi soğuk olduğu, kendilerinden başka kimseyi beğenmeyen futbolun beşiği olanü ülke.
sinyalizasyon konusunda manyak takintili bir memleket.
horoz sikinin bile girmeyecegi bir delik acsinlar bir sebeple asfalta, hemen etrafini plastik tabelalarla cevirirler, yanina kazinin konusuyla ilgili tabela, yuklenici firmanin tabelasi, isin ne olduguyla ilgili bilgi, trafik olan bir yol ise, hizi dusur tabelalari ve daha bir cok sinyalizasyon zimbirtisi.
bu nedenle bu, bazen ccok gereksiz oldugunu dusundugum tantanayi gordukce, orhan veli misal londra da yasasaydi, bugun onun yeni siirlerini okuyor olurduk, kitaplarini imzalatma sansimiz bile olurdu diye dusunurum.
yeri gelmisken, doneminin en parlak sairlerinden birini, kendi ulkesinde belediyenin actigi skindirik bir cukura dustugu icin, beyin kanamasi gecirerek oldugunu bilmenin tarifsiz gururunu yasarim hatirladikca. burada orhan veli nin kesinlikle sucu yok tabi ki. orhan veli belki isini yapiyordu, kafasinda yeni bir siir yaziyordu. ama belediye asil yapmasi gerekeni yapmamis actigi bir lanet cukurun onlemini almamisti. **
kızlarının genelde gece kulüplerine gitmekten başka bir şey düşünmediği , pakistanlıların istilasında olan ülke .
ayrıyeten ingiltere'nin işçileri şu sıralar dünyanın en kızgın işçileri , zira enerji alanında kendilerine değil de göçmenlere iş verilmesine bir hayli kızıyorlar . aralarında kullandıkları deyim "bloody tony fuckin' blair" her şeyi açıklar nitelikte .
merak uyandıran ülke. merakımın sebebi kesinlikle özenti değildir, canımın bir diğer yarısının orda olmasıdır. evet dedikleri gibi soğuk bir ülkedir ama canınız ordaysa mükemmel bir ülkedir. gidilesi midir? tartışılır ama gitmek de düşünülmektedir.
dünya tarihinde dil, kültür ve ekonomik açıdan dünyayı en çok etkilemeyi başarmış ülke. ne fransa, ne almanya, ne de ispanya bu konularda ingiltere'nin tarihi ile yarışabilir. amerika birleşik devletleri, kanada, avustralya, yeni zelanda hepsi ingiltere'nin çocuklarıdır.
Thames Nehri, British Museum, Oxford Üniversitesi, Tower Brıdge, Big Beng Saat Kulesi, Wembley Stadı, Wımbledon Tenis Turnuvası, M.Jagger ( R.Stones , P.Collins, Queen (Fredy Mercury ), Rooben Hood , ingiliz Porseleni, Çay Kültürü (Beş Çayı), ingiliz Pubları, Lordlar Kamarası, Londra, Liverpool, Birmingham şehirleri, Hyde Park, Endüstri Devrimi, Londra Borsası, Soldan akan Trafik, Kraliçe Elizabeth, inç, Mil gibi ölçü birimleri, Francis Bacon, Bertrand Russel, Sheakespeare, Charles Dickens, George Orwell, Agatha Christie, Harold Pinter gibi yazarları, Windsor Kraliyet Sarayı, Devler Kaldırımı, Balmumundan ünlü heykellerinin sergilendiği Madame Tussaud Müzesi ile ünlü ülkedir.
birmingham sehrinde kamp yapilabilecek harika yerleri bulunan, ve m25 kodlu otoyolu kesinlikle en kalabalik olan ulke. kralicenin sozluge selamlari var.